İYİ ŞEYLER OLSUN

Neşe Yaşın

 

Boş sayfaya bakıp duruyorum sabahtan beri. Cümleler benden kaçıyor adeta. İçimde parazitli bir ses var; netleştiremiyorum. Rüyamda kalbim acıyordu… Nedenini anımsamıyorum şimdi. Derin bir yalnızlık, acıtan bir suçluluk, bir geç kalmışlık duygusu vardı sanki. Kafam karışık uyandım bu yüzden. Uyanır uyanmaz da gün içinde yapmam gerekenleri düşünüp panikledim. Tuhaf olan ruh halimin bir Araf’ta duruşu. Bir yanım ışıklı bir güne doğru akıyor bir yanım ise alacakaranlıkta. Belleğim beni çağrışımlarla çok uzak zamanlara taşıyıp duruyor. Hayatımın sayısız sabahlarının hatırları hücum ediyor birden.

Size karmakarışık bir sabah portresi sundum ama aslında severim sabahları. Galiba her türlü başlangıcı severim ben. Başlangıçlar umut doludur, kirlenmemiştirler. Her sabah, akşama kadar içinde vaatler taşıyan bir başlangıçtır. Başlangıcın bir evveli vardır kuşkusuz. Bugün, dünün çocuğudur. Hem de insanlık kadar eski bir dünün. Yine de başlangıç bir kopuştur geçmişten. Her ne kadar bir devamcı olsa da yenidir adı.

Kendimi akışına bıraktığım günler vardır. Kimi günler ise bir değişim arzusu kemirir içimi. Bir şeylere geç kaldığım duygusuyla paniklerim. İçim öylesine ağırdır ki bedenim de itaat eder buna. Yapmam gereken onca şey dururken kanepeye çökerim. En iyisi okumaktır ama suçluluk duygum ve kafa karışıklığım izin vermez buna.

İnsanın içinde inceden bir keder akıp dururken başkalarından bunu gizlemeye çalışması, normal ve mutlu bir insan taklidi yapmak zorunda olması ne kötü. En iyisi evden çıkmamak böylesi zamanlarda. Yazı yazmak da bir çeşit evden çıkma hali aslına bakılırsa. Yazıyla başkalarının evine konuk oluyorsun. Yazıyla da mutluluk taklidi yapılabiliyor. Hem de daha kolay. Seni ele verecek gözlerin görünürde değil çünkü. Taklit yapınca eline ne geçiyor esas mesele bu. Başkaları anlamasa da mutsuzsundur sonuçta.

Yaşama sevincim yara aldığında gözlerimin ışıkları söner benim. Bakıyor ama görmüyor gibiyimdir. Bakışlarımın böyle dalgın olmasının nedeni önlerinden başka sahneler geçmesidir.

Böylesi durumlarda tanıdık bir kalabalık içinde olmaktan kötüsü yoktur. Çevredekiler bu halinle ilgili çeşitli yargılar oluştururlar hemen ve yüzlerinde görürsün bunu. Birileri gelip “İyi görünmüyorsun. Bir sorun mu var?” diyerek tuz biber eker üstüne. İyi görünmediğinin farkında bile değilsindir kimi zaman. Kendi kederli filmini seyretmekle meşgulsündür sadece. Bu sözlerle irkilirsin. Kendini böyle ele vermiş olmanın utancı, sarsar seni. Nasıl göründüğünün sözcüklerle tanımlanması daha da somutlaştırır halini ve dibe çökersin.

Oysa iyi olmak ve kötü olmak arasında kıl payı bir ayrım vardır kimi zaman. Telefonuna bir mesaj düşer ve ruh halin birdenbire değişiverir. Gözlerinin ışıklarını yakacak o düğmeye basılmıştır. Kimi kez o düğmeye basılınca ise söner ışıklar. İnsan böyle acayiptir işte.

Bu yazıyı okumakta olduğunuz bu Pazar sabahı bir anneler günü… Hayat boyu insanın içini en çok ısıtan sözcük olmuş anne sözcüğü… Her türlü güvenliğin bulunduğu yeri işaret etmiş. Ruh halim böyle sisli ya “Kodin” in annesi gibi anneler var diyeceğim. Her güvenliği işaret eden sözcüğün tutsaklığı da işaret ettiğini söyleyeceğim. Sevdiklerimizi yitirmenin acısından, öksüzlükten söz edeceğim ama aldırmayın bana… Her kalpte gerçek ya da hayali bir anne vardır ve anne bizim başlangıcımızdır.

İyi şeyler olsun istiyorum artık. Gözlerimizin ışıklarını yakacak düğmelere basılsın. Lütfen bir değişim olsun. Bütün bunlar çok mümkün. Her şeyin mümkün olması oldukça olumlu bir durum. Yazıya başlarken ki meymenetsiz halim affola.