İYİ ŞEYLER

Neşe Yaşın

Son günlerde hayat biraz daha normal gibi ya arkadaşlarla geçirilen o cıvıltılı zamanları ne çok özlediğimi fark ettim. Bir kalabalık içindeki bir masada daldan dala konarak konuşmak sözünü ettiğim. Renkler, sesler, kokular, mimikler arasında bulunmak, arada gülüşmek, yeni bir şey öğrenmek, bir keşifte bulunmak... Lefkoşa’nın bir yanından öbür yanına hızlı test yaptırıp geçme imkânı var en azından uzun bir zamanın ardından. Seyahat hayalleri de ucundan belirivermiş. Başkalarından gelen enerjiye ne çok ihtiyacımız varmış meğer. Belki de acele ediyoruz dünyanın bir nekahet dönemi yaşadığını düşünmekle, çok sıkıldığımız için açılıyoruz biraz da. Beden kadar ruh sağlığı da önemli bir yandan da.

İzah edebileceğim bir nedeni yok ama karnımda uçuşan kelebekleri durduramıyorum birkaç gündür. İçimde hem büyük bir boşluk duygusu hem de bir değişim heyecanı… Bir yükselme hali bu ve eşlik eden düşme korkusuna karşı bir kayıtsızlık, daha doğrusu bir meydan okuma… Umarım bu duyguyla bir yerlere savrulmam.

Her birimizin hayat hikayesine teker teker dokunup onu bir biçimde değiştiren bu dönem yavaş yavaş uzaklaşıyor gibi görünse de temkinli olmakla yarar var yine de. Sadece aralanan perdeden küçük bir ışık içeriye sızan. Fondaki müzik bir miktar değişip canlanmış ve bizi dansa davet ediyor. Bir yaz tatili duygusu dolanıyor ortalıkta.

Geçen Cumartesi Büyük Han’da oturuyordum ve yan masadakilerin “federasyoncular masası”, kendilerinin de espriyle “hainler kulübü” dediği Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların bulunduğu dostluk masasının kalabalık cıvıltısı içimi ferahlattı. Masanın ev sahibi Süleyman Ergüçlü 18 yıldır hiç aksatmadan her Cumartesi buluştuklarını anlatmıştı geçen gün. Hatta geçişlerin olmadığı son yıl içinde de kulübün bazı Kıbrıslı Türk üyelerinin gelip masaya oturduğu ve karşı tarafa bir özlem selamı çaktığından söz etmişti.

Karnımdaki kelebeklerin çok çeşitli nedenleri var kuşkusuz. Öncelikle yeni şiir kitabım Kar Uykusu’nu okuyanlarla yüz yüze buluşup yorumları işitme imkânı, 22 Haziran’da Işık Kitabevi’nde bir tanıtım etkinliği düzenleme çalışmaları… Geçmişte sıradan olan pek çok şey bile bugün bir sevinç nedeni.

Son haftalarda yaşadığım normalleşme duygusunun bir nedeni de konsere, tiyatroya gitme imkânı bulmak. Pharos Vakfı’nın klasik müzik festivalinin kapanış konseri Delikipos’taki büyülü bahçedeydi. Muhteşemdi ama son günlerde son günlerde izlediği en muhteşem şeyin ara bölgedeki Dayanışma Evi terasındaki Godot’u Beklerken oyunu olduğunu söyleyebilirim. İzel Seylani ve George Kyriakou iki genç yetenek. Oyundan çıktıktan sonra sınırları aşabilecek kanatlarımız olduğu duygusunu verdiler bana. Her şeyi çok zor beğenen, benim beğendiğim bazı oyunları bile acımasızca eleştiren bir grup Kıbrıslı Rum arkadaşla birlikteydim ve oyun sonrası gittiğimiz lokantada oyunu ve özellikle İzel’in performansını göklere çıkardılar. Çok sevindim.

Bu hafta yazıma da içimdeki cıvıltı sirayet etmiş. İç dünyamın derinlerinde dolanmaktan çıkmışım. Bu durum ne kadar sürer bilemiyorum ama biraz ferahlamaya ihtiyacımız var; değil mi? İnsanın sevinci birden kırılabilir elbet kötü bir haber, kötü bir sözle. Bunun tersi de geçerli ama. Sayısız neden var sevinç duyabileceğimiz. İçimizin sevinç kapısını da açık tutalım yeter ki.

Bu konudaki bir gözlemim sevinç duymanın bazı insanları öfkelendirip kıskandırdığı ve bunu bozmaya çalıştıkları. Kendi kederlerinin karanlığının hıncını sevinç düzlemindekilerden çıkarmaya çalışmaları. Böylesi bazı tiplere karşı sevinçlerimi belli etmekten kaçınırım. Bazen içinden taşar ama, engel olamazsın.

Başkalarının kederini kalbinde hissetmek ve sevincinden sevinç duymak öğretilmeli çocuklara diye düşündüm. Belki bu salgın sonrası kurulacak yeni dünyanın değerlerinden biri olur bu. Başkalarının kederinden haz, sevincine kıskançlık ve öfke duymak yerine.

İçimde bir umut var iyi şeyler olacağına dair. Bu bile yeterli yaşanan ve sürmekte olan bu karanlık dönem düşünülünce. İyi şeyler olacak; hissediyorum bunu.