Türkiye geçtiğimiz hafta önemli bir toplantıya ev sahipliği yaptı, sessiz sedasız…
Söz konusu olan, coğrafyamızın en kırılgan yerlerinden biri: Balkanlar!
Karadağ, Kosova, Kuzey Makedonya, Sırbistan, Bosna Hersek ve Arnavutluk'un katılımıyla kurulan Balkan Barış Platformu’nun ilk buluşması İstanbul’da gerçekleşti.
Bu masa sadece Balkanlar için değil, tüm bölge için önemli bir mesajdı:
Barış mümkündür!
Son dönemde gerek “Terörsüz Türkiye” hedefi gerekse bölgeye dair barış girişimleri, adamız için de ilham kaynağıdır.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Balkanlar kelimesinin bölünme ve ayrışma değil, iş birliği ve dayanışma anlamında kullanılacağı zemini oluşturmak istiyoruz” dedi örneğin…
Kıbrıs için de özlenen bu aslında…
Bölünme ve ayrışma değil…
Ne yazık ki son yıllarda Kıbrıs’ta izlenen siyaset; bir çözüm vizyonundan değil, bir pozisyon taktiğinden besleniyor.
Uluslararası hukukun ve Birleşmiş Milletler’in tanıdığı ortak zemin terk ediliyor.
Yerine, süslü sözcüklerle sarılmış bir çözümsüzlük paketi sunuluyor.
O paketten umut değil, yalnızlık çıkıyor.
***
Balkan Barış Platformu, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği hedefiyle yürüttüğü ilişkiler açısından da önemli…
Kıbrıs, Avrupa Birliği üyesi…
Kıbrıslı Türklerin de “kurucu özne” olduğu Kıbrıs, Birleşmiş Milletler dahil pek çok uluslararası kuruluşun üyesi…
Şimdi birileri ortağı olduğumuz tüm bu haklarımızı “bir kenara atalım” diyor.
“Yolumuza bakalım.”
Kendilerini yollarını bulmuş olabilir.
Ama toplumun çoğunluğu öyle değil…
***
Kıbrıs’ta çözüm, sadece iki toplumun barışını değil, Türkiye’nin de uluslararası meşruiyetini güçlendirir. Kıbrıslı Türklerin görünürlüğü, itibarı ve nefes alanı; ancak diyalogla, uzlaşıyla ve hak temelli bir siyasetle genişler.
Bugün “müzakere pozisyonu” adına inşa edilen sert çizgiler, Kıbrıslı Türkleri korumuyor.
Tam tersine; öğütüyor, eritiyor, tüketiyor…
***
Elbette her şeyin tükendiği bir yerdeyiz demek haksızlık olur.
Bir zamanlar yine “bu iş bitti, herkes kendi yoluna” denmişti.
Annan Planı öncesinde Türkiye ile Kıbrıslı Türk liderliği arasında derin görüş ayrılıkları yaşanıyordu.
Köprüler yıkılmış, umutlar sönmüştü.
Ama sonra…
Ada halkları tarihte ilk kez kendi kaderini oyladı.
Ve o gün herkes anladı ki:
İmkânsız denilen formüller, doğru iradeyle mümkün olabilir.
Bugün de mümkündür.
Ama yalanla değil.
Günü kurtarma hırsıyla, oy devşirme sevdasıyla; mülkiyet gibi bir mesele tam bir gerilime dönüşmüşken, insanlara “arsa” dağıtarak değil!
Bu topraklarda yaşayan her insanın eline “dert” tutuşturmak, belki geçici bir alkış yaratır.
Ama kalıcı bir gelecek kurmaz.