İsrailli ve Filistinli kadınların ortak barış örgütü: “Women Wage Peace…” kimlerden oluşuyor? 3

Sevgül Uludağ

GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA DÜNYADA NELER YAPILIYOR?

 

Amal Rihane: “Ayağa kalkıp bağırmaya karar verdim, YETER BE diye! Ben birlikte yaşamamızdan yanayım. Barış istiyorum!”

İsrailli ve Filistinli kadınların ortak barış örgütü “Women Wage Peace” liderlerinden Amal Rihane Yafa’da yaşıyor. Amal dört çocuk annesi, Arapça ve İslam üzerine master yapmış ve öğretmenlik yapıyor. 17 yaşında gönüllü sosyal çalışmalarına başlayan Amal, gençlerle çalışmayı seçmiş. Amal gönüllü çalışmalarında zamanını toplumunun ilerlemesine, kadınların güçlendirilmesine, barışın kurulmasına adıyor…

Amal, belediye kurumlarıyla birlikte Yafa’da İbranice dilinde zorluk yaşayan kadınlar için özel bir dil kursu açtırmış… Özellikle başı dertte olan Arap kökenli genç kızlar için oluşturulmuş bir sığınma evinde gönüllü çalışmış. Araplarla Yahudilerin birlikte yaşadığı bazı filmlerde rol almış. Bu filmlerden biri de Ajami ve Oscar adaylığı bulunuyor.

Yafa’da saygın bir yeri olan Amal, Yafa Kültür Komitesi üyesi olarak Arap toplumuna yönelik kültürel etkinlikler organize etmiş. 2006 yılında “Yafa Şehri’nin Kadın Ödülü”nü kazanmış, topluma yaptığı katkılar nedeniyle. Geçen yıl da Tel Aviv Belediyesi’nden “takdir belgesi” almış, kentteki katkıları nedeniyle…

Pek çok yoğun etkinliğine rağmen Amal mutlaka barış hareketine destek için zaman buluyor. 2014 yılında Women Wage Peace örgütü kurulurken, ana konuşmacılardan biriydi Amal.

Amal, İsrailli ve Filistinli kadın barış hareketi Women Wage Peace örgütüne katılımını şöyle aktarıyor:

“Ben İsrail’de doğdum, burada büyüdüm, Yahudi komşularımla her zaman çok iyi ilişkilerim vardı. Sonra aniden “Operation Protective Edge” başladı (“Sınırda Koruma Operasyonu”) – bu operasyon başladıktan sonra aniden Yahudi yerleşimcilerin düşmanlığını hissetmeye başladım, bunu ya sözcüklerle ya da bakışlarıyla dile getiriyorlardı. Daha da kötüsü kendimi sanki de bir kimliğim yokmuş gibi hissediyordum. Komşu ülkelerdeki Araplar benden İsrailli bir Arap olduğum için nefret ediyor ancak Yahudiler de benden nefret ediyor çünkü onların gözünde ben bir İsrailli değil Arap kökenliyim. Neden bana çoğul olarak “sizler” diye hitap edildiğini anlayamıyordum. Bu “Sizler” de kimdi? Ben de tıpkı herkes gibi bir insanım. Her yaştan, her çeşit arkadaşım var. Hepimiz eşitiz, kardeş gibiyiz. Böylesi bir ayrılığı istemiyorum… Bu operasyondan bir ay sonra Women Wage Peace örgütüne katıldım.

Tüm o zorlu savaş yılları, nefret ve ırkçılık yılları sonunda öylece oturup kalamayacağımı, nahoş gerçekliği sadece gözlemleyip hiçbir şey yapmadan oturamayacağımı hissettim. Ayağa kalkıp bağırmaya karar verdim, YETER BE diye! Ben birlikte yaşamamızdan yanayım. Barış istiyorum! Hepimiz eşit olduğumuz için karşılıklı sevgi ve saygı içerisinde birer insan gibi yaşamaya layığız. Sonuçta bizi esir alacak olan toprak için kavga etmemiz gerekmez. Umudu geri getirmek için tümümüz iyimser olmalı, çaresizlik ve düş kırıklığı içinde yaşamayı reddetmeliyiz… Umarım ki gelecek yıl tüm dünya İsrailli ve Filistinliler arasında siyasi bir anlaşmanın başarısını kutlasın ve gerçek ve kalıcı barış gelsin…”


Ülfet Haydar: İsrailli ve Arap kadınları spor etkinliklerinde bir araya getiriyor…

Eğer Women Wage Peace’in iki hafta süren barış yürüyüşünü izlemişseniz, biri kısa, biri uzun boylu, biri Arap biri İsrailli iki kadının bu “Umut Yürüyüşü”nde en önde görmüş olduğunuzu hatırlayacaksınız. Bunlardan biri Ulfet Haydar, diğeri de Hagit Lavi idi.

Ülfet 15 günlük yürüyüşün son durağı olan Kudüs’teki son gecede de ilk günkü gibi ferah görünüyordu… Kararlılık, sükünet ve yetenek sergileyen Ülfet, çok yetenekli bir sporcu ve ekstrim sporlarda ve voleybolda da şampiyon. Bu nedenle zorlu şeylerle başa çıkabilmeyi biliyor. Çük küçük yaşlardan voleybol oynamaya başlayan, süper lige çıkan, beden eğitimi öğretmeni olan ve İsrail Voleybol Takımı üyesi olan Ülfet, İsrailli ve Arap kadınlar arasında spor etkinlikleri düzenlemesiyle tanınıyor.

Haifa’da bir Arap-Yahudi kültür merkezinin etkinlik yöneticisi olarak da çalışan Ülfet, değişimin politika aracılığıyla değil, gündelik yaşamdaki eylemler aracılığıyla geleceğine kuvvetle inanıyor.

Ülfet, Müslüman bir ailede Samir köyünde dünyaya gelmiş – insan onuru, özgürlük ve eşitlik gibi değerlerle büyümüş. Bu adından da belli oluyor çünkü Ülfet, “Ulfa” sözcüğünden geliyor ki bu da “dostluk” demektir. “Haydar”ın bir diğer anlamı ise aslan. Ülfet’in kardeşlerinin de kendisi gibi uzun boylu ve sporda çok aktif olduğunu da ekleyelim.

Ülfet, doğanın tüm insanlar için nötür ve eşit bir alan olduğuna inanıyor, bu noktadan başlangıçla din, ırk ya da cinsiyet ayırımcılığı yapmaksızın bir buluşma noktası oluşturulabileceğine inanıyor. Ülfet hem Arap, hem de Yahudi toplumlarınca atletik yetenekleri ve spor alanında başka kadınların önünü açmış olduğu için kabul görmüş bir şahsiyet.

2004 yılında Üflet, Antartika’ya bir barış misyonuna katıldı. Bu barış misyonunda dördü İsrailli, dördü de Arap olmak üzere sekiz kişi vardı, “Dostluk Dağı”na tırmanmışlardı… Bu seyahatten sonra Ülfet, “Outdoor Bound” uluslararası örgütüne antrenörlük payesi kazandı – bu örgüt sosyal işbirliği, tolerans ve birlikte yaşamayı geliştirmek üzere doğada etkinlikler aracılığıyla liderlik geliştiren bir uluslararası örgüt.

2015 yılında Ülfet, tüm dünya halklarının içme suyuna kavuşmasına yönelik bir seyahate katıldı Asya kıtası adına. 100 günlük bu seyahati tüm dünyadan seçilmiş altı kadın gerçekleştirdi – bunlar Himalaya yakınlarındaki Ganj Nehri’nin kaynağından Hint Okyanusu’na kadar yürüdüler. Ülfet günümüzde genç kızlar ve öğrenciler için insanları bir araya getirerek işbirliği değerlerini ileri götürmeye yönelik yürüyüşler düzenliyor.

Ülfet Women Wage Peace 2014’te oluşturulduğunda örgüte katıldı ve o günden bu yana Hayfa bölgesinden arkadaşlarıyla örgütte aktif rol oynuyor.


Hagit Lavi: “Birlikte çalışmaktan doğan gücümüzü ve iyimserliğimizi ve birlikte bir şeyler başarabileceğimiz yönündeki duygularımızı başkalarına aktarabilmek için Umut Yürüyüşü’ne katıldım…”

 

4 Ekim 2016’da Umut Yürüyüşü’nün açılış seremonisinde şöyle söylemiştim:

“Umudun pek çok yüzü vardır. “Kurt kuzuyla yaşayacak” şeklindeki ütopik umut, her zaman kalbimizdedir ancak bu hayatlarımızı değiştirmez ve pratik umudumuz da Women Wage Peace’in seçtiği slogandır: “O günü göreceğiz deme, o günü getir!” İşte bunun ışığında son iki yıldır aktif olarak çalışıyoruz ve bu umutla, geleceğe bir etki yaratmak için Umut Yürüyüşümüzü başlatıyoruz…”

Benim içinde büyüdüğüm kültürel ortam belki sosyal ve siyasi bilincimi ve eylemlerimi açıklayabilir. Ben Yehiam Kibbutz’unda doğup büyüdüm. Aşkelon’da Haşomer Htzair gençlik hareketiyle milli görevimi yaptım. Ein Gedi Okulu’nda bir tırmanma rehberi olarak askerliğimi yaptım. Yahudi Düşüncesi konusunda üniversite eğitimimi tamamladım, yaratıcı yazarlık konusunda masterimi yaptım. Özel eğitim öğretmeni olarak çok farklı okullarda çalıştım – son yıllarda işitme engelli çocuklarla çalıştım. Geçen yıl emekli oldum.

İyi saatte olsun, sevgili dedem Yitçak Levi’nin günlüklerini bulduğumda, kendimi yazarlığı çekici bulmaya başladım. Dedem asimile olmuş bir ailede doğmuştu Almanya’da, Freiburg Üniversitesi’ndeyken Ziyonizm’le tanışmıştı. Beni en çok heyecanlandıran şey, Bağımsızlık Savaşı ardından İsrail Devleti’nin savaş nedeniyle evlerini terk eden tüm göçmenlere yardım etmesi gerektiğine inanmasıydı. Bunu kişisel bir misyona dönüştürerek göçmen çocuklarına yardım etmeye girişmişti. Bunun için para toplayarak bu parayı göçmen kamplarına göndermeye çalıştı ve bunun için de Ben Gurion’a yazdı. Ben Gurion’un bir yardımcısı ise ona yanıt vererek kendine yardımcı olamayacaklarını duyurdu: “Parayı siz topladığınıza göre bu parayı doğrudan kamplara götürmekte de bir yol bulursunuz artık” demişlerdi ona. Ve dedem bunu ciddi bir yanıt olarak algıladı – Ürdün’e geçti göçmen kamplarına gitmek ve yardım etmek üzere ancak BM askerleri onu yakaladı ara bölgede ve parayı göçmenlere vermeye söz verdiler, onu gerisin geri İsrail’e götürdüler. Sonuçta dedemi İsrail’de Talbieh psikiyatri hastanesine kapattılar.

Hatırlıyorum, 23 yaşında oturup bunları okumuş ve ağlamış ve kendime şunu sormuştum: “Kimler kapatılmalıydı hastaneye? Dedem mi yoksa ülke liderliği mi?”

Dedemin hatıralarını kaleme aldım. Daha sonra bu ülkenin kurucularıyla ilgili başka röportajlar yapıp başka biyografiler de yayımladım. Şiir yazmanın yanı sıra, gençlik ve yetişkin gruplarına yaratıcı yazarlık öğretmeye giriştim.

Son yıllarda İbranice ve Arapça olarak iki dilli yayın yapan Dugrinet web sitesinde yazıyorum ve editörlük yapıyorum – öykülerden ve edebi eleştirilerden oluşan bir de makale bölümüm var. Son iki yıldan bu yana öncelikle Women Wage Peace’le ilgili konularda yazıyorum.

2014’te Women Wage Peace’e katıldığım andan itibaren doğru yerde olduğumu anladım. Yurdumuzda olup bitenlerle ilgili kötü duygularımızı değişim için kararlı etkinliklere birlikte dönüştürebileceğimiz bir yerdir bu.

Birlikte çalışmaktan doğan gücümüzü ve iyimserliğimizi ve birlikte bir şeyler başarabileceğimiz yönündeki duygularımızı başkalarına aktarabilmek için Umut Yürüyüşü’ne katıldım. İsrailli ve Filistin toplumlarından geçen bir yürüyüş, bunu uygulamanın en iyi şeklidir…”

 


Orli Gold-Haklay: “Benim için kırılma noktası, o mezarlıkta durmaktı…”

2014 yılı yazında sosyal bir aktivist oldum. Her zaman sinagogta barış için dua ederdim, arada bir siyasi bir gösteriye katılırdım. Meitar’da yaşayan dört çocuk annesi biri olarak, işimle, ailemi büyütmekle meşguldüm, bu arada Pilates’e zaman ayırmaya çalışıyordum, gündelik kaygılar hayatımı tüketiyordu.

“Operation Protective Edge” (“Sınırda Koruma Operasyonu”) başladığımda aniden ben de, arkadaşlarım da dehşet içinde kaldık. Çocuklarım çok küçük değildi artık. Kızım ordudaydı, oğlum Guy da orduya gitmek üzereydi. Onlardan daha küçük iki çocuğum eve yakın sürekli roket saldırılarından dehşet içinde kalmışlardı. Komşumuz askerler için bir şeyler toplamamızı önerdi. Mahalledeki kadınlar cephedeki askerler için bir şeyler getirdiler – iç çamaşırı, kurşuni renkli çoraplar, çikolata, şampu… Karton kutuları garaj yoluna yığdık ve kutuları kapatmadan önce çocukların çizdiği renkli birer resim ekledik kutulara, cesur askerlerimizin güvenlik içinde geri dönmeleri dileğiyle… Bu da bana küçük de olsa bir şekilde yardım ediyormuşum duygusunu veriyordu.

Orduda kızım Yuval’e “cenaze görevi” verilmişti. Kızım askerlerin cenaze törenlerine katılacak ve törende resmi makamların gönderdiği çelenkleri koyacaktı. Bunun için de ona belirli talimatlar verilmişti: “Anne” dedi, “güneş gözlüğü takmamıza izin yoktur ve ağlamamıza da izin yoktur…”

Küçük şehrimizden iki askerin çatışmalarda öldüğü haberiyle birlikte kendimi küçük mezarlıkta – bir hafta içerisinde iki kez – benimle birlikte askerlere öte beri toplamış kadınlarla birlikte yeni kazılmış mezarlara şok içinde bakarken buldum. Öldürülen çocuklardan birinin adı Noam’dı, en büyük kızımla aynı ilkokula gitmişti. Onun birinci sınıftaki halini hatırlıyordum, gözlerindeki yaramaz ifadeyi ve kahverengi, kıvırcık saçlarını.

Sanırım benim için kırılma noktası, o mezarlıkta durmaktı. “Neden?” diye düşünmeye başlamıştım. Neden savaş ve gene savaş ve daha fazla savaş gerçekliğini kabul etmek zorundayız? Neden kadınlar ve anneler olarak bir değişim yapamıyoruz? Eğer birbirimize kenetlenir ve cepheye paketler göndermek yerine enerjimizi çocuklarımız için daha iyi bir geleceğe yönelik çalışmaya kanalize edersek, 18 yaşı geçip de büyümelerini sağlayacak bir şeyler yapabilirsek!

Bir arkadaşımla birlikte benim oturma odamda Women Wage Peace için bir toplantı düzenledik ve elliden fazla kadın katılınca bu bize sürpriz oldu. Güneyde kendi Women Wage Peace branşımızı oluşturma kararı aldık. Bu branşımız hızla büyümektedir o günden bu yana. Bu harekete katılmam, bir savaş birliğinde askerlik yapmakta olan oğlum Guy’la ilgili acı gerçeklikle baş etmeme yardımcı oldu. Ve onun güvenliği için duyduğum korkularla başetmeme yardım etti. Oğlumu 15 Ağustos 2015’te askere katılmaya götürdük, burası aileler ve sırtlarında dev çantalarla oğullarıyla doluydu. Gençler heyecanlı görünüyordu ama anneleri hiç de öyle değildi. Anneler yalnızca üzgün ve kaygılı görünüyordu. Birbirimize bakmamaya çalışıyorduk. Guy’un adı ekranda görününce ve birliğine götürecek otobüse binme zamanı gelince tüm kan yüzümden çekildi. Bayılacak gibi oldum.

Hayatımın en zor anlarından birisi onun otobüse tırmanması ve ona veda etmemizdi. Ancak bir anne olarak ona hala görevlerim olduğunu hissettim. Kahvaltı için ona hazırladığım corflakes’lerle, okul aile birliğine katılmalarla bu ailevi sorumluluk bitmiyordu. Oğlum Guy’a, kızlarım Yuval ve Maamah’a ve ikinci oğlum Assaf’a bu topraklarda bir geleceğe sahip olmaları yönünde borçluyum. Onların bir geleceğe sahip olmalarını sağlamak zorundayım, nokta. Eve döner dönmez otobüse atlayıp Kudüs’e gittim, Women Wage Peace çadırında açlık grevi yürüten kadınlara katıldım. Talepleri liderlerimizin şiddet sarmalını durduracak siyasi bir anlaşmaya varmalarıydı. Ben de onlarla birlikte açlık grevine gittim. Ya bu olacaktı, ya da yatağın altına saklanıp ağlayacaktım.

Women Wage Peace’te aktivitelerim beni güçlendiriyor, bana cesaret veriyor, güçlü ve kararlı kadınlarla birlikte mücadele bana ilham veriyor çünkü onlar vazgeçmiyorlar. Onbinlercesiyle birlikte Umut Yürüyüşü’ne katılmak da umut verdi bana. Kimse umutsuz yaşayamaz.

Her Cuma sabahı Meitar dışındaki anayol kavşağında arkadaşlarımla birlikte duruyoruz. Bileklerimize turkuvaz kurdeleler bağlıyor ve Women Wage Peace sloganlarımızı tutuyoruz. Bazı sürücüler boru çalıp bizi destekliyor. Başkaları “Hey siz kızlar, neden gidip kahve içmiyorsunuz?” diyor. Evet gerçekten de istediğim bu, iyi bir bardak kahve… İsrail’de hayatlarımız normale döndüğünde ben de pankartlarımı indirip turkuvaz kurdelelerimi çözeceğim ve her Cuma sabahımı ondan sonra kahve içmekle geçireceğim… (Bana bir çay latte lütfen)!...

(womenwagepeace.org.il internet sitesinden derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ – Aralık 2016)