İŞÇİYİ sevmek

Cenk Mutluyakalı

 

Hükümet İŞÇİNİN, dar gelirli EMEKÇİNİN yanında nasıl durur ?!
Bunu da konuşacak mıyız?
Anlatmaya çalıştığım üç kuruş maaşa, ‘süresiz’ sömürülen kesim…
Bin beş yüz liranın hesabını yapan,  “bir ay nasıl geçer” diye dertlenen…
Örgütsüz!..
“Sessiz” ve çaresiz insanlar.
Kim bilir kaçıncı el araç kullanmanın bedelini, makinist köşelerinde ödeyen...
“Kiracı” olmanın anlamını bilen, “vergiden kaçak” ev sahiplerini her ay ‘gülümseten’...
O dudak büktüğümüz “devlet okulu”nda çocuklarını okutan…
Markette çalışan… İnşaatta çalışan…
Benzin istasyonlarında pompacılık, ‘şaşalı’ caddelerde garsonluk yapan…
‘Vezne’ başında hiç sahip olamayacağı kadar parayı sayan…
Ağaç budayan, araba yıkayan, ev temizleyen, direksiyon sallayan insanlar…

***

HÜKÜMET işçinin yanına nasıl “yaklaşır” demiştim…
İşin yasası, Avrupa’ya uyumu, güvenilir ‘şikayet’ ya da ‘danışma’ merkezleri, örgütlenme hakkı, canlarını ezen ‘bürokrasi’nin kolaylaştırılması...
Ve mesela...
PAZAR günü “kapatır” işyerlerini…
MARKET dahil… RESTORAN dahil…
İNŞAAT dahil… BUTİK dahil...
Eloğlunun, kızının kapattığı gibi…
“Arı sütü, et, peynir” meraklısı da gider, cumartesi gecesi görür ihtiyacını.
KAPATIR ki, “insan” olduğunu hatırlar, ‘evini ev’ bilir, binlerce ‘öteki’…

***

VE der ki, saat beşten sonra, İNŞAAT İŞİ YAPILMAZ…
Bahçe temizlenmez, duvar boyanmaz... Tek bir pazar olsun yazarkasa başında ömür tüketilmez...
İNSAN gibi yaşanır…
Eğer ki, bir inşaatta, gecenin kör karanlığına kadar çalışan bir İŞÇİ görürse denetçiler…
Ya da pazar günü elde fırça, mala, mistiri..
Bulur USTASINI, verir cezasını…
“Bir pazar, güneşin altında, sen yoğur bu çamuru” diyerek…

***

İşçiyi sevmek, böyle başlar…

----------

Notcuk

Minareliköy’de bir inşaatın temeli kazılırken, kayıp altı Kıbrıslı Rum’un kemikleri çıktı önceki gün...
Anladınız mı, ‘barış’ niçin şart, diye...