İş, aşk, motivasyon...

Sami Özuslu

İnsanoğlu toplam yaşam süresinin yaklaşık üçte birini çalışarak geçiriyor.
Bilemediniz dörtte birini...
Bir gün içinde evde geçen süreden fazlası işyerinde harcanır.
“8+8+8” formülü, 8 saat iş, 8 saat dinlenme ve 8 saat da uykuyu anlatır.
Tatilleri falan hesaptan düşerseniz, ortalama olarak insan ömrünün en az bir
çeyreği çalışarak geçiyor.
Kuşkusuz bu oran yapılan işe, yaşanılan ülkeye ve diğer unsurlara bağlı olarak değişiyor.
Ancak çalışan her insanın önemli bir süreyi işte geçirdiği kesin...

*  *  *

Çalışmak, bir insan hakkıdır.
Neden böyle?
Çünkü çalışmak sadece yaşamı sürdürebilmek için girişilen bir “hayatı kazanma aktivitesi” değil, aynı zamanda yaşamı daha anlamlı kılan, bireyin üretime katılmasını sağlayan ve ona toplum içinde rol sağlayan bir uğraştır.
İş yaşamı bir insanın ailesinden sonraki en önemli hayat alanıdır. Bu yüzdendir ki “iş değiştirmek” çok zordur ve insanoğluna ciddi psikolojik sorunlar yaratır.
Yeni bir iş, adeta yepyeni bir hayat gibidir.
Aşina olunsa da, farklı bir yerdeki “aynı iş”, o “iş”ten farklıdır.
Yeni bir insan grubu... Yeni ilişkiler... Yeni davranış biçimleri... Yeni görevler...
Yeni imkanlar... Yeni zorluklar... Yeni avantajlar... Yeni tehlikeler...
Ve kuşkusuz “başarılı” olunup olunamayacağı endişesi...

*  *  *

İnsanın çalışacağı işi kendi iradesiyle seçmesi en güzeli elbette...
Hele o işe uygun bir eğitim almak, sonra da eğitim alınan alanda çalışmak ideal...
Hayatın gerçekleri hep zarları düşeş getirmiyor ama...
Hele eğitim ve nüfus planlaması yoksa, yahut yetersizse bir ülkede, pek de mümkün olmuyor “cuk oturması” bunların...
Aldığı eğitimle hiç alakası olmayan işlerde çalışmak zorunda kalabiliyor insan...
Kimi zaman bir “tercih” de olabiliyor ama bu...
“Maddi” nedenlerden dolayı farklı bir “iş” yapmayı tercih edebiliyor insanlar...
Ya da “kolay iş”tir diyerek, bırakabiliyor mesleğini...
Hastalık, kaza gibi zorunluluk sonucu yaşanan değişiklikler ise ayrı bir konu...

*  *  *

Çalışmak bir gereklilik olduğu gibi bir insan hakkı madem ve üstelik çok önemli bir yer de tutuyor insan hayatında, o zaman nasıl davranmak gerekiyor?
İşini severek yapmak mı doğrusu?
Yoksa bıkkınlıkla mı?
İşini sevmeyen bir insanın ömrünün en az dörtte biri “sıkıntılı” geçiyor demektir.
Seviyorsa eğer, hayatının en az bir çeyreğini “keyifli” kılıyordur.
Sadece “ekmek parası” için katlanılan iş ayrı bir saygı konusudur kuşkusuz...
Ama burada anlatılan “iş”, o tür işler değil.

*  *  *

Bıkkınlıkla, sevgisiz biçimde yapılan “iş”ten ne kadar hayır çıkacağı herkesin malumudur.
“Gönülsüz köpek tavşan tutmaz” derler ya...
Bu model çalışanları anlatır bu söz...
Bırakın tavşanın peşinden koşup yakalamayı, önündeki pilava bile bakmaz işini sevmeyenler...
“Başarı” diye bir sonuç yoktur kuşkusuz bu modeldeki insanların çalışma hayatında...
Ve zaten öyle bir gaile, öyle bir hedefleri de yoktur, kesinlikle!..
“Hırs”ları olabilir tabii...
Ama bu “mesleki hırs” değildir.
Belki para, belki başka nimetler...
İşini iyi yapma hevesi değil bu...

*  *  *

“İş aşkı” bir tür sevgidir, evet...
Abartılısı zarar verebilir insanın sağlığına, ailesel ve sosyal yaşantısına...
Ama işini sevmeli insan...
Sevgisiz bir ortamda geçer mi hiç insanın o kadar ömrü?
Bu yüzden “istifa” da bir insan hakkıdır bence...
Sevmediğiniz, bir arada mutlu olamadığınız biriyle evli kalmak nasıl acı verirse, aşık olmadığı, saygı duymadığı bir işi de yapmamalı insan...
Ne yaptığı işten birine faydası dokunur böyle, ne de kendi kendisiyle barışık olur insan...
Motivasyonu sıfırlanır. Çalışma hayatı zindan hayatına dönüşür.
İki seçenek vardır böylesi bir durumda...
Ya bırakıp gitmek, yeni “iş”lerde aramak mutluluğu...
Ya da sevmeye çalışmak...
Galiba büyük çoğunluk her ikisini de tercih etmiyor bizim memlekette...
Sonuç?