İnsanın kendi göğüne tırmanması

Cenk Mutluyakalı

“Güzel olan yaşadığımızdır, bir gün öleceğimiz değil” der, bu dünyaya yirmi dört yıllık bir nefesle dokunan gencecik şair Muzaffer Tayyip Uslu.

Yaşamak, uslu olmak değil galiba…
Yaşamak ötesi…
Hissetmek, belki şaşırmak en fazla...
Keşfetmek!

An çalmasıdır insanın zamandan, çok da bildik olmayan, tam da hesapsız yürümesidir.
Yetişmesidir ruhuna ve kendi surlarını aşarken, yeni sırlar yazmasıdır tarihine…

Düşlemesidir, yer çekimine yuvarlanırken bir parmak ucuna tutunarak, birlikte düşmesidir bir yeni zamana…

Siz en son ne zaman yeni bir zamana yuvarlandınız sahi ve yeniden kendi keşfinize çıktınız?
 

İnsanın kendi göğüne tırmanmasıdır, yaşamak…
 

Güzel olan böyle bir yaşamaktır, bir ceset gibi kendi sınırlarında ve tekrarlarında usançla, azapla, sızıyla değil…
 

Yaşamaktır güzel olan…
Yaşamak…

***

“Sen kucağıma uzanacaktın ve ben saçlarını sevecektim, uyuyakalacaktın, en uzun sevişmemiz bu olacaktı bizim, en unutulmaz, sen usulca uyurken…”

Sevişmeyi çıplak tenlerin sürtünmesiyle ölçenlere inat, böyle bir yaşamak…

Yaşamak…
Güzel olandır…

***

Surlara bakar sırları sorgularım hep…
Ada yerinde surlardan büyük sırlarımız vardır.
Sırlar kadar kendimize ördüğümüz surlarımız…

Ortaçağda yapılmış surlar, bir savunma duvarı olmanın ötesinde bir sanat eseridir aslında ve diplerinde toplanmış sırlara yoldaşlık eder.
Adamız, onca acıyla yıkanmıştır, onca ayrılıkla, yine de Akdeniz’in en iyi korunmuş Rönesans surlarıyla çevrelidir buralar ve beş yüz senelik şahitliği vardır taşların nefrete, intikama, kavgaya, aşka, ihtirasa, sevdaya…

Ömrümüzün surlarına benzer o büyülü eğim, o estetik duruş, o haysiyet!

Yükselirler ve tırmanmayı başarabilenler geçebilir ötesine…

O surların ardındadır rollerimizden arındığımız ve kendimizi bulduğumuz özgür alanlar...

***
Küçük bir yıldızın öyküsünü anlatır “Çocuksun Sen” kitabında Ahmet Telli, bir gök gününde, sürüden sessizce ayrılan küçük bir yıldızı… İpinden kopmuş bir uçurtmaya benzetir. Hoplaya zıplaya uzaklaşır sürüden… O sürü, hepimizin üzerine yığılmış ve aslında yıkılmış -yıkıntıların altında kaldığımız- rollerimizdir… Saklı vadileri keşfeder küçük yıldız, kara deliklerde dolaşır... Kendine ulaşır, ölümü unutarak…

***
“Sana sarılacağım ben ve ay olacak şahidimiz, bir de surlar, asırlık tortusuyla direnecek zamana ve kokun çoğalacak içimde… Bir yıldız, sürüsünden kopacak samanyolunun, bize göz kırpacak, bu olacak en yaman sevişmemiz, sen gözlerini yummuşken…”

Yürüyeceğiz ardından, yürümeyi yeni yeni öğrenmiş çocuklar gibi…

Yürüyeceğiz, çocukluğumuza doğru, epey bir vakti eskitmişken…
 

Güzel olan yaşadığımızdır…
Surlarımızı aşarak…
Sırlarımızla…