İnsanımızın rahatlığı!..

Tayfun Çağra

Üstel; “İnsanımız rahat etsin diye çalışmalar yapıyoruz” dedi.

Bunu ne için söyledi?

KIB-TEK’te şaibe kokan, daha doğrusu şaibenin olduğu herkesçe bilinen bir sınavın neticesini değerlendirirken “yok öyle bir şey olmadı” demeden, “insanımız rahat etsin diye çalışmalar yapıyoruz” dedi.

Yani aslında usulsüzlük olduğunu, torpil olduğunu, UBP ve hükümet partilerine yakın olanların, KIB-TEK’te yetkili insanların çocuklarının, yakınlarının sınava rağmen işe alındığını kabul ediyor ve “bunu insanlar rahat etsin diye yapıyoruz” diyor.

Sınav tarihi ertelenirken ortada torpilin döneceği, torpilli kişilerin sınava girmesi için veya girmeden işe alınması için sınav tarihinin ertelendiği ortada dolaşıyordu.

Sınav oldu, münhal sayısı alındı, sınava girmeyenlerin bile açıklanan kazananlar listesinin içinde olduğu iddia edildi.

Ardından bu da yeterli olmadı, sınavla alındığı söylenen 78 kişiye ek olarak yakın bir sayıda olan 63 kişi geçici olarak istihdam edildi KIB-TEK’e…

Bu 63 kişinin istihdam kriterleri de aynı; Hükümet ve KIB-TEK yöneticilerinin yakınları olması.

Bu kadarına da pes doğrusu…

Bu istihdamların Başbakan olduğu söylenen Ünal Üstel tarafından “insanımızın rahatlığı” olarak tanımlanmasına ne demek gerekir bilemiyorum.

Evet doğru, işe alınanlar ve aileleri açısından bir rahatlık söz konusu ama ya hakkı yenenlerin… Sınavı geçtiğini ve işe alınmadığını iddia edenlerin rahatlığı ne olacak? Hakları ne olacak?

Toplumda bu denli ayrıcalıklı bir kesim yaratmak toplumda rahatlık sağlar mı?

Evet, Elektrik Kurumu’nda istihdama ihtiyaç olduğu belirtiliyor ama yöntem bu mu olmalıydı?

Kaldı ki o sınavda hakkıyla geçenler dahi şimdi haksız yere istihdam edilenler arasında yer almış oluyor ki onlar için büyük bir rahatsızlık… Yani işe girenler arasında bile önemli bir rahatsızlık varken bu durumu “insanların rahatlığı” olarak tanımlayan Üstel’in icraat anlayışını ve hayata bakışını çözebilmek çok da zor olmasa gerek.


Parayı kimler yiyor?

Hep söyleniyor ya; “Türkiye gönderiyor, siz de yiyorsunuz…” diye…

Son tahmini nüfusumuzu Cenk yazmıştı geçenlerde; 399,727.

Bu tahmini rakamı İstatistik Kurumu vermişti. Tahmini de olsa resmi. Bunun bir de gayr-î resmisi var ki onu tahmin etmek çok zor.

Bu rakam, yani 399,727 doğru bile olsa biz Kıbrıslı Türkler olarak 80 bin mi, 90 bin mi, 100 bin mi kabul ediyoruz kendimizi!...

100 bin olduğumuzu kabul etsek bile geriye kalan 300 bin kişi kimlerdir?

Yakın zamanda açıklanan ve burada yerleştikleri açıklanan Rusların sayısının 50 bin olduğu söyleniyor ki Rusya buraya bir temsilcilik açmaya hazırlanıyor…

Peki İsrailliler… İngilizler… İranlılar… Pakistanlılar… “Bir karış toprak vermeyiz” diyenlerin bir karışı bırakın, dönümlerce sattıkları toprağı alan yabancılar…

Bunları da aradan çıkarın ve 400 bin rakamının içinde kalan sayıyı burada yerleşen Türkiye kökenlilere bırakın.

Kaç kaldı?

Bu verilen rakama göre yine tahmini olarak 200 bin Türkiyeli kökenli var demektir KKTC’de... Siz inanıyor musunuz bu rakama… Bu sayının en az 3-4 katı olduğunu rahatça görmek mümkünken “Türkiye gönderiyor, siz yiyorsunuz” diyenler kimi kastediyor acaba!

***

Tabii ki sadece oradan gelen parayı değil, buradan oraya giden parayı da görmek gerekiyor. Buradaki esnaf, sanayici, zanaatkâr, üretici zorluk yaşarken, birşeyler üretip biraz kazanmaya, artı değer yaratmaya çalışırken, onların tüm ürünlerini ikame edecek olan her türlü yiyecek, içecek, giyecek, evimize aldığımız her şey, bütün tüketim malzemeleri Türkiye’den gelirken oraya cebimizden giden parayı da görmek gerekmiyor mu!

Acaba gelen paranın kaç katı Türkiye’ye gidiyordur;

2021 yılı verilerine göre Türkiye’ye buradan giden para, yani Türkiye’nin buraya sattığı ürünlerin toplamı 1,2 milyar dolar iken, Türkiye’nin buradan aldığı ürünlerin toplamı ise sadece 116 milyon dolar. Yani iki ülke arasındaki ticarette KKTC, buraya gelen paranın 10 kat fazlası Türkiye’ye ödeme yapıyor.

Eee, bu işten kim kârlı? Para nereye gidiyor?