İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı…

Tayfun Çağra

Facebook böyle bir yazımın olduğunu hatırlatınca fark ettim.

Tam 8 yıl olmuş. Devlet hastanelerimizde 8 yıl önce annemin rahatsızlığı nedeniyle yaşadığımız dramı hatırladık yine… Doktorlarımızla ilgili kötü şeyler söylemek istemem özellikle pandemi dönemindeki özverilerinden sonra ama yine aşağıya aldığım bu yazıyla devlet hastanelerimizin yetersizliği ve insanın yaşına göre değer biçilmesini tekrar hatırlatmak istedim.

Gündemdeki UBP kurultayını zaten sayfalarımızda, web sayfalarında okuyacaksınız merak ediyorsanız… Saner’le Sucuoğlu’nun aralarına kara kedi girmesini, UBP’nin başına kimin geçeceğini, Türkiye ile uyumlu kimin çalışacağını, Tatar’ın hükümeti kurma görevini kime vereceğini, hükümetin kurulup kurulmayacağını, UBP’nin parti meclisine kaynağa yakın olma yarışında kimin kazanacağını ben çok merak etmiyorum doğrusu… Çünkü UBP’nin başına gelecek kişiyle öncekinden farklı bir dönem yaşanacağını düşünmüyorum.

Ta ki erken seçim kararı alınıp seçim sonucunda farklı bir hükümet kurulmasıyla belki bazı umut kırıntılarının olabileceğini görene kadar…

Neyse biz hatırlatma yazımıza dönelim; 

***

 

“Sağlık çok önemli bir konu.
İnsan, başına gelince bazı şeyleri daha iyi anlıyor.
Gerçi meslek gereği başkalarının başına gelenleri, duyuyor, araştırıyor, uyarmak ve bilgilendirmek gereği yazıyorsunuz ama yetkililerin çok da umurunda olduğunu söylemek gerçekçi olmaz.
Dediğim gibi bizim de başımıza geldi.

Annemiz 79 yaşında… Daha önce neredeyse hiç başvurmadığı doktor ve hastaneye başvurmak durumunda kaldı. Biraz zorlamayla olsa da!..

8 Ekim 2013’te mide ağrısı, kusma, ishal şikâyeti ile Girne Akçiçek Hastanesi’ne başvurduk. Halsizlik, iştahsızlık, midenin hiçbir şey kabul etmemesi gibi şikâyetler de iletildi doktora... Hastaneye yatırıldı, şeker yüksekliği de tespit edildi ve bu bulgu da “mikrobik şeyler”e bağlandı. Ertesi gün doktor hastaya nasıl olduğunu sordu, hasta da eve gitmenin isteğiyle “iyiyim” cevabını verince doktor onu eve gönderdi, iki gün sonra şeker kontrolü yapmak için randevu verdi.

Kontrol günü olan 11 Ekim’de yani Cuma günü olağanüstü halsizlik, yerinden kalkamama, iştahsızlık gibi şikâyetlerle Girne Akçiçek Hastanesi’ne gitti. O günkü kontrollerde ultrasound sonucu safrada taş ve enfeksiyon saptandı. Yine aynı gün akciğerlerle ilgili film çekildiği ancak herhangi bir bulguya rastlanmadığı da söylendi. Bulgular için antibiyotik tedavisine başlandı.

Ancak hastamızın şikâyetleri azalmadı, daha da arttı. Aşırı ve düşmeyen sıcaklık, iştahsızlık, bunalma, nefes darlığı gibi şikâyetler hasta yakınları tarafından görevli hemşire ve doktora sürekli iletildi. Şeker yüksekliği de sürdüğü için insülin yapıldı birkaç kez…

13 Ekim’de hasta Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’ne tomografi için gönderildi. Girne’ye dönüşte akciğerlerde enfeksiyon olduğu söylendi. Oysa iki gün önce hiçbir bulgu yoktu! Bu kez akciğerler için antibiyotik tedavisine başlandı. Ancak hastamız yine rahatlamadı, sıcaklık, nefes darlığı ve bunaltılar arttı.

14 Ekim, Pazartesi yani arife günü erken saatlerde hastamız Lefkoşa Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’ne sevk edildi. Acil servise getirildiğinde görevli doktor hastamızın “çok ağır zatürre olduğunu, yoğun bakıma çıkarmanın bir anlamı olmadığını, ilaç tedavisine başlanacağını ancak her türlü ihtimale karşı hazırlıklı olmamızı” söyledi.

Bu söylenenler üzerine kendimizi zorunlu hissettik, “annemiz için mutlaka yapılması gereken bir şeyler var, bir yerde ihmal veya eksiklik var, başka tedavi alternatifleri denemek lazım” diye düşündük ve hastamızı hemen Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırdık. Üniversite Hastanesi acilinde ilk bulgu hastamızın vücudunun oksijensiz kaldığıydı. Hemen oksijen verildi ve ardından da yoğun bakım servisine kaldırıldı.

Yoğun bakımdaki sürekli oksijen takviyesi ve diğer tedaviler sonucunda 5 gün sonra 19 Ekim Cumartesi günü normal servise alındı. YDÜ Hastanesine yattıktan 15 gün sonra, geçtiğimiz Pazartesi günü hastaneden ‘kurtulmuş’ olarak taburcu oldu.

Elbette ki bu hizmetin karşılığı YDÜ Hastanesi’nin de ödenmiş bir faturası var. Ailenin her bireyinin ve bizzat hastanın sigortalı olmasına rağmen sevk için ne kadar uğraşsak da sevkin ‘devlette para olmadığı!’ ve de “biz size serviste hizmet verecektik, neden gittiniz!” gerekçesiyle reddedildiğini belirteyim.

Oysa ki o günlerde YDÜ Hastanesi’ne her gün devlet hastanesinden sevk yapıldığını, bakanlık üst makamlarının yakınlarının da sevk edildiğini bildiğimizi de buradan yazmış olayım.  

Şimdi sormak gerek;
-Devlet Hastaneleri ve doktorlarına güvenmek isteyenler yanlış mı yapıyorlar?
-Bir doktor daha önceden şekeri olmayan bir hastada şeker yüksekliği tespit ederken ve düşürmek için sürekli insülin enjekte ederken şeker yüksekliğinin oksijensiz kalan bir vücuttan dolayı olduğunu bilmez mi? Hastanın oksijene ihtiyacı olduğunu anlamaz mı?
-Bir insanın sağlık durumu yoğun bakıma alınmasını gerektiriyorsa “yaşı 70’i geçti, nasıl olsa yaşlandı, masraf yapmaya gerek yok” diye gayri-insani bir şekilde yoğun bakıma alınmaması için emir mi var?
-Bu devletin bir vatandaşının değeri böylesi muameleye tabi tutulacak kadar ucuz mu?
-Her doktorumuz ayrı bir cumhuriyet midir? Başka bir doktorun uyarısı, ricası kabul görmez mi? Hastalar yararına doktorlar arası dayanışma tıp dünyamızda geçersiz bir kavram mıdır?
-Devlet hastanesinde kalması durumunda bugün aramızda olmayacağı kesin olan annemizi o durumlara düşürenler için bir şikâyet dilekçesi yazsak, araştırılmasını istesek birileri kaale alır mı?

Bu olayda canım öyle yandı ki, Hipokrat yemini etmiş olanların canlarının birazcık olsun yanmaması canımı daha da yaktı.

31 Ekim 2013

***

Yazının sonunda 8 yıl önce yaşadığımız bu olayın ardından annemizin şeker ilaçlarıyla kontrol altında evinde mutlu yaşadığını belirteyim. Oysa ki yazıda okuduğunuz gibi Lefkoşa Devlet Hastanesi’nde doktorumuz ilgi göstermemiş ve her türlü duruma hazırlıklı olmamızı istemişti.