İnsan Haklarına Duyarsız, Ucube bir Devlet

Aslı Murat

 

10 Aralık Dünya İnsan Hakları günü. Bu sene çok acı bir döneme denk geldi. Gözlerinden pırıl pırıl ışık saçılan 4 genç insan, ülkedeki plansızlığın kurbanı oldu. Sel, doğal afet, su baskını, deprem, yıldırım çarpması, trafik kazası ve bunlar gibi birçok gerekçenin “kader” diye açıklandığı dönemler çok gerilerde kaldı. Eski çağlarda insanlar, tanrılar tarafından cezalandırıldıklarını düşünürler, her türlü doğa olayına bir anlam yüklerlerdi. Artık bu gibi bir algılaya sahip olmadığımıza göre, yeryüzüne yaptığımız haksızlıkların bedelini ödemeyi de göze almış olmalıyız. Tabi ki bunun öncelikli sorumlusu, doğal toprak yasalarını ve ekolojik dengeyi gözetmeden, daha teknik tanımı ile çevre hakkını hiçe sayan icraatlara imza atan yöneticilerdir.

Geçtiğimiz hafta yaşanan toplumsal yıkım, kaybettiğimiz canların yanında değeri olmasa bile, birçok ailenin tarumar olmasına ile sonuçlandı. Basına yansıyan görüntülerden takip ettiğim kadarıyla, hâli hazırda yoksul olan vatandaşlar, evleri ve yaşam alanlarını da kaybettiler. En temel ihtiyaçlarını dâhi karşılamaktan aciz duruma gelen pek çok kesim oluştu. Bundan sonra ne yapılacağı, açılan yaraların ne şekilde iyileştirileceği ise kocaman bir muamma. Geçmişte bu tip olaylar yaşandığında, iktidar sahiplerini istifaya çağıranlar, bugün bakanlık koltuklarında oturuyorlar. Mevcut durum böyle iken, atılacak adımları tahmin etmek zor olmasa gerek. Önceki söylenenler ışığında şimdiki yöneticilerin; yaşam hakkı hiçe sayılan, barınma hakkı elinden alınan ve yoksullaşan insanların mağduriyetlerini gidermek için bir yol haritası sunması beklenir. Bunu yaparken de gerçek sorumluları tespit edip, ölüm dışında yaşanan acıları tamir etmek için sosyal devletin gereklerini yerine getirmeleri elzemdir.

Tabi ki buraya kadar saydığım hususlar, demokrasiyi ve insan haklarını sindirmiş bir devletten beklenen adımlardır. Hâlbuki KKTC’nin bugün çizdiği tablonun, bunlarla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Sivil toplum örgütleri ve dış gözlemciler tarafından yapılan araştırmalar, Kıbrıs’ın kuzeyinde birçok hak ihlalinin yaşandığını ve bunların takibinin dâhi yapılmadığını söylüyor. Buradaki problemlerin başında, önleyici programların bir türlü hayata geçirilememesi ve sorumluların tespit edilip cezalandırmamasıdır. Özellikle devlet eliyle gerçekleşen işkence vakalarında yaşanan cezasızlık durumu, kara bir leke gibi önümüzde durmaktadır. Geçtiğimiz aylarda karakolda, bir tutkulunun ölmesi ile sonuçlanan olayda bile şeffaf bir sürecin yaşandığını söylemek mümkün değildir.

1985 Anayasası, KKTC’nin devlet olarak uluslararası hukuktan dışlanmış olmasının inadına, çok önemli bir adım atarak 90. maddeyi yasal mevzuatına dâhil etmiştir. Buna göre, usulüne uygun olarak yürürlüğe koyulan uluslararası anlaşmalar yasa hükmündedir. Yani Meclis bir belgeyi onay kanunu aracılığıyla geçirirse, o zaman sözleşmenin her bir maddesi yasalarımız gibi uygulanmalıdır. Merak edip araştırırsanız, bugüne kadar pek çok insan hakkı sözleşmesinin iç hukukumuzun parçası hâline getirildiğini görürsünüz. Çocuklar, kadınlar, engelliler, mülteciler, işkence ve insan ticareti ile mücadele ve daha birçok alandaki standart insan hakları prensipleri, uygulanmak üzere Meclisin raflarında bekliyor.

Pozitif hukuk anlayışının dışına çıkan, haklar ve özgürlüklerin mücadeleler sonucunda elde edildiğini bilen kesimler, yazılı kuralların yeterli olmadığını bilirler. Hele de toplum olarak insan haklarına duyarlı bir yapıya sahip değilsek, sözü edilen sözleşmelerin pek de önemi kalmaz. Çünkü biz iktidarı ne kadar çok zorlar ve koltuklarında rahat bir şekilde oturmalarını engellersek, o kadar özgür ve haklarımıza sahip bir şekilde yaşayabiliriz. Bu yüzden tozlu raflardaki haklarımızın bilincinde olmalı ve onların uygulanması için sesimizi çıkarmalıyız. Fakat bunu, oturduğumuz yerde sinikleşerek ve kaybedeceğimiz şeyler olduğunu düşünüp var olan eğreti yapının devamına onay vererek elde edemeyiz. Daha radikal bir yolun inşa edilme vakti geldi. Dünyada bunun ayak sesleri varken, hatta “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”nin 1789 yılında kabul edildiği bugünün Fransa’sını da isyan ateşi sarmışken, ucubeye dönmüş KKTC’de haklarımız için ne yapmalıyız?