I
Dağın çatısı delinmiş,
tepesi atmış besbelli…
Burnundan soluyor yine
kızıl, öfkeli bir boğa gibi
sarsıyor yeri göğü
kara bulutlar püskürtüp ağzından.
Kaçıyor kaderinden korkan
goncolozlar bile, ardına bakmadan.
Enselerini yalayan o korkunç
ateşli soluğu hissetikçe
titriyor cengaverler.
Işıklı kılıçlarını kınlarında
yüreklerini yatakta
unutuyorlar …
Yalanı yok…
Biz de korkuyoruz
kudurmuş dağın hiddetinden…
O, şenlik bekleyen akbabaların
kurumlu, kel başları düşmüş önlerine,
sinmiş tavuklar gibi titriyorlar
kalan tüylerini kurban edip
kükreyen dağın eteklerinde…
Bu yazı, bu coşkun pınar
yarına kalır mı bilmem!..
Kalırsa bilin ki;
düştüğü yeri yakan ‘Dağın ateşi’
uğramamış bu pınara…
Kara çamuru dolmamış
pınarın boğazına…
Bilin ki, devam ediyor hayat
bu pınardan beslenip…
II
Alevli oklarıyla yaktılar sazdan evlerimizi.
Kara, barbar kıllarını okşayıp
şafak atmadan işediler pınarımıza…
Çalılar şahittir o ezgiye,
kırık laden dalcıkları hala o kokuyu taşır
çarptıkça yüzüne kıllı bir ayak…
Mızrak yaralarıyla kanayan
sazdan duvarların kanıdır
bu kayaya düştüğüm notların ruhu…
Sandal ağaçları şahittir o zülme
tek dalları yoktur kıvrılmamış acıdan …
Onlar gitti keşfedip bakırı ve tuzu
başkaları geldi, defne takmak için
basık suratlı kafalarına…
Onlar da yakıp yıktı odundan evlerimizi,
ocağımızdan çaldıkları ateşle hem de.
Gürzleriyle ezilmiş ciğerlerimize
basıp geçtiler.
Gömütlerimizin toprağında durur hala
kirli çıplak ayak izleri…
Şarabımızı çaldılar
kanı bıraktılar arkada.
Üzümler şahittir;
ne zaman
hoyratça basılsa damarlarına,
sirkeye döner asık suratları…
Onlar da gitti
kaçıp yeni gelenlerin
keskin kılıçlarından.
Söndü ocaklarımız
kendi külüyle örtünüp…
III
İlk ateşten miras şu küller arasında
mızrağına dikilmiş mağrur kaftasları
yataklık eder yılanlara…
Göz çukurlarında kabaran
baykuş tüyleriyle, ağdalı
boş sözcükler yapışmış boğazına…
Ölümün mor parmak izleri
ve o büyük, yutulamamış lokma.
Açık bir yara gibi kabarıyor göğsü
ve yükseliyor ruh, uçuşan küller gibi…
Soluk bir duman içinde vakur, sanki
yaratılan ilk tanrının ürkek sureti…
Yaban armuduyla aldatılmış
ilk -masum- peygamber,
incirleri çatlatıp balı çalan Sukallu…
Onun olsun incir ve su,
artık kurban istemesin de
onun olsun şu dağlar,
ağır taşlar, yanık ağaçlar…
Tütsü yakın…
Kına yakın…
Tepinip durun siz,
şişko totemlerinizin
yağlı kucağında…
Benim kucağım boşaltıldı…
Ceylanımın kanı yakar ciğerimi,
soluksuzum konuşamam.
Susuyorum… Susuyorum…
Tek dostum şu kaya
-sesimin aynası-
ve incir, onlar anlar yalnız
yaktığım acı ağıtları…
Dallarında salınan çaputlar gibi,
‘ah’ımı düğümleyesin isterim ey incir
altında şenlik ateşi yakan
o katil büyücünün bağzına…
* Kuru Pınar Yazıtları isimli kitabımdan