İki Farklı Tarih'in Göç'ü-1

Eralp Adanır

Çarşamba sabahı iki tanıdık, saygı duyduğum ve bu toplumun "yaşayan tarihleri" olarak bildiğim iki insanımızın vefat haberini almıştım. Önce; binlerce insanın cenaze namazını kılan ve bu toplumun "son müezzini" olarak bilinen Ahmet Gürses amcamızın vefat haberini aldım. Ne ilginçtir ki, şu bir hafta içerisinde üzerinde çalıştığım ve kendi yazın alanında-alanımızda bir "ilk" olacak kitap projesinde tam da onun görüntülü anlatımlarını çözmekteydim, Hür Söz gazetesini ve yaşadıklarını anlatırken. Kendisiyle 2007 yıllarında yaptığım ve 2008 yılında yayımladığım "Söz Uçar Yazı Kalır-Müziğimiz Üzerine Söyleşiler" kitabımda özellikle "Türkçe Ezan"ın Kıbrıs'taki yansımalarına değinmiştik.

Ardından gelen ikinci vefat haberi ise; özelde tüm Leymosun camiasının genelde ise Kıbrıs-Kıbrıs Türk Sporunun duyen futbolcularından, "iki toplumlu futbolcu" tarihimizin önde gelenlerinden Sevim Ebeoğlu abimizin vefatı haberiydi. Gazetemizin bu köşesine, "iki farklı tarih" dediğimiz ve her biri kendi alanında bir yaşanmışlık-tarih barındıran bu insanlarımıza yer vermek, toplumumuzda eli kalem tutan bir yurttaş olarak boynumuzun borcu, vefamızdır. Bundan dolayı her iki değerimizi de bir köşemizde anlatmak yerine bu yazımızı iki köşe yazımıza bölmeyi uygun bulduk.

 

Sevim Ebeoğlu...

 

Mete Adanır Vakfı olarak, sporcu bir aile geçmişimiz, imkân yaratabildiğimiz sürece Vakfın adıyla spor camiamıza katkı koymak her zaman görev ve hedefimiz oldu. Bundan dolayı 2013 yılının başından itibaren, babam ve Vakfın Başkanı merhum Alpay Raşit Adanır'a, Vakıf yayını olarak ve tarihe not düşmek, belleğimizi güçlendirmek adına, kendi alanında bir ilk olacak Kıbrıs Türk SPOR TARİH dergisini çıkarma projesini sundum. İlk sayımızı 2014 yılında ve ilk dosya konusu olarak da Sevim Ebeoğlu abimizi uygun gördük. Çünkü Sevim abi; bırakınız aile dostluğumuzu, sadece Leymosun Türk Spor Kulübü ve DTB'nin değil, bu ada'da yaşayan her iki toplumun da bir futbolcu idolü idi.

Limasol'un AEL takımında top oynaması, sadece bir "oyuncu" olmaktan öte takımını başarılardan başarılara yüceltmesi, 1960 öncesi KIBRIS KARMASI'nın önde gelen futbolcularından olması ve nice toplum katkılarıyla Sevim Ebeoğlu, böylesi bir dergi için en iyi başlangıç olurdu. Rahmetli babamın da teşvik ve yönlendirmeleriyle dergimizin çalışmalarına başladık. Ve dosya konusu Sevim abi olacaksa ilk ondan başlamalıydım araştırmaya-yazmaya-konuşmaya. Öyle de yaptım. Dosyamdaki fotoğrafların çekildiği tarihe bakınca, kendisini 25 Şubat 2013 tarihinde, elimde kameramla evinde ziyaret ettiğimi ve röportajımı gerçekleştirdiğimi görüyorum. Kapısını çalıp beni oturma odasına aldığında, oranın bir müzeden farksız olduğunu gördüm. AEL'den DTB'ye, Hakemlik dönemleri, plaketler, Ael'in forması ve nice anılar büfenin ve duvarların üzerini kaplamıştı. Benden tek ricası, bu dergilerden bağış olarak Kanser Hastalarına Yardım Derneği'ne bağış yapılmasıydı ki onun ricası benim için emirdi. Öyle de yaptık zamanı geldiğinde.

Dergimizin ilk sayısı olarak Sevim Ebeoğlu'nu dosya konusu olarak planladığımızı söylemiştim ama ne yazık ki babamın 16 Eylül 2013 tarihinde vefatı; eski bir futbolcu-antrenör ve Vakfın Başkanı olarak onu ilk sayımızda dosya konusu yapmamızı getirdi. Ve elbette bu durumu Sevim abiye anlattığımda büyük bir olgunluk ve takdirle bizleri bu düşüncemizden dolayı kutlamıştı. Böyle olunca da Sevim abimizi KT SPOR TARİH dergimizin 2. sayısına dosya konusu olarak ekledik.

Çocukluğundan futbolculuğuna, çatışmalardan '74 sonrası Girne'deki yaşamına kadar uzun bir video çekimi gerçekleştirmiştim. Böylesi çekimlerde çok detaycı olduğumdan, hatta "dibine darı eker" misali herşeyi sordum. Anlamadığım ya da açıklamasını istediğim herşeyin ileride özelde benim ama genelde Kıbrıs Türk Spor Belleği için bir kaynak olacağını biliyordum. Bundan dolayı, çekimler için zaman sıkıntım olmadığından tüm detaylar yaklaşık 3 saatlik bir çekimle tarihimize mal edilmiş oldu.

 

Futbolla Tanışması...

Dergimizde her yayın alanında olduğu gibi ya belli bir sayfa sayınız ya da belli bir porgram saatiniz vardır. Bundan dolayı röportajdan kendimce en önemli noktaları çıkarıp dergimizde yer vermiştik. Bu konulardan biri de elbette futbolla tanışmasıydı. "Nisan/Mayıs/Haziran 2014" tarihli olarak yayımladığımız 2. sayımızdan konuyla ilgili ve özellikle futbolun hayatına girdiği, ilk takım tecrübesi Leymosun Türk Spor Kulübü'yle ilgili anılarını-anlattıklarını paylaşalım...

“ 'O altı adet topla futbol tanışıklığım Moreket hoca sayesinde olmuş, bizlere antrenmanlar, çeşitli hareketler yapmaya/göstermeye başlamıştı. Kısaca diyebilirim ki; her zaman rahmetle anacağım kişilerin başında gelen Moreket hocamız bana ilk futbol hastalığını aşılayan kişi olmuştur. İyi ki de aşılamış, çünkü bugün futbolumuzda bir yerim varsa, onun bu teşvikiyle olmuştur. Futbol topları bizim için çok önemli ve değerliydi. Moreket hocamız bu topların bakımı ve korunması görevini de bana vermişti. Onları grasolardım (yağlardım), temizlerdim ve daima yattığım yatağın altında bir torbanın içinde saklardım. Onlara o kadar bağlanmıştım ki; bazı geceler uyanıp yatağımın altındaki torbaya bakardım, acaba yerlerinde duruyorlar mı diye. Hatta yan yana bir yatakta yattığımız ablamın, benim bu zamansız uyanışlarımda bazen bana kızdığı da olurdu niye uyanırım diye. Yıllar geçtikçe büyümeye başlamış ama futbolu hiç terk etmemiş aksine daha bir bağlanmıştım. Böylece kendimi ilk kez bir futbol kulübünün içerisinde bulmuştum; LTSK (Leymosun Türk Spor Kulübü).'

 

"LTSK-1946

Leymosun TSK’da 1946 yılında antrenmanlara indiğinde öncelikle 2.takımda oynamaya başladı. 1947 yılında ise A kadroya alındı. LTSK olarak KOP liglerine 1947 yılının Kasım ayında üye olarak dahil oldular. KOP’a dahil olan diğer takımlar; Lefkoşa Türk Spor Kulübü’nden sonra; Leymosun TSK, Larnaka TSK, Mağusa Türk Gücü ve Gençlik Gücü idi. İlk takıma girdiğinde kendisine sol-half yerinde oynama görevi vermişlerdi. Ustasının (Kemal Bişo) yeriydi bu aynı zamanda. Fakat kendisi görevlendirildiği bu yerde pek duramaz, sürekli sahanın ileri bölümüne koşar, gol atıp geri yerine dönerdi. En sonunda bu durumu gören Ziya Rızkı bey, Baf deplasmanına giderken kendisine şunu söyler:

“tamam artık seni senterfor koyuyorum”.

O günkü maçı 4-0 kazanmışlar ve 4 golden 3’ünü de Sevim Ebeoğlu kaydetmişti. Bu başarısından sonra artık senterforluk görevinde kalmıştı. Ziya bey demişken Sevim beyin bir hatırasını da kendi anlatımıyla paylaşalım:

 

“Rahmetli Ziya Rızkı -ki LTSK’nın futbolcularındandı- bizi daima ikaz ederdi, kulüp odasından dışarı çıkmayacaksınız diye. Bu odada; kütüphane de vardı ve zamanımızı burada geçirmemizi isterdi. Odada zamanımızı geçirirken masa-tenisi de oynardık. Hatta bu tür müsabakalarda bir de ikinciliğim var masa tenisinde. Birinciliği ise o müsabakada Hüseyin Yorgancı almıştı.'”

 

Anılarıyla yüklü ve tarihimizin hem spor hem de sosyal-kültürel-politik yaşamı üzerine önemli bilgiler barındıran bu röportajı ve bugüne kadar kendileriyle röportaj yapıp hayattan göç edenleri gördükçe, bizim gibi insanların da ûlvi görevinin, bu dünyadan göçüp gitmeden bu olduğunu bir kez daha anlıyorum. Onun hakkında sadece köşelerde yazılacak değil, kitaplaştırılacak çok şey vardır. Ama bize bıraktığı; futbolun dostluk, barış ve kardeşlik olduğu mesasjı en büyük mirasımızdır. Huzur içinde uyu duayen futbolcumuz Sevim Ebeoğlu abi...