İfade Özgürlüğü, Yargı Bağımsızlığı, Veri Teslimiyeti, Keyfi Vatandaşlık… Sıradaki?

Aslı Murat

Yaklaşık beş aydır hükümet krizleri ile boğuşuyoruz. Bu süreçte; atandığı görevde on beş gününü dolduramayan bakanlardan, cumhurbaşkanı onayından geçtikten sonra güvenoyu alamadan istifası sunulan bakanlar kurulu listelerine, UBP kurultayında en yüksek oyu alarak başkan seçilen Sucuoğlu’nun oyun dışına atılıp Meclis’in arkasında oturan bir vekile dönüştüren müdahalelere kadar pek çok olayla karşı karşıya bırakıldık.

Tabi ki tüm bunları taçlandıran son gelişmeyi de hatırlamak gerekiyor. İsminde “iktisadi ve mali işbirliği” geçen, aslında bir teslimiyet belgesi diye tanımlanması gereken bir anlaşma (protokol) ve eki niteliğindeki baskıcı yasa tasarılarından bahsediyorum. UBP’nin bugüne kadar imzaladığı protokolleri yerine getirmediği rahatlığına kapılmasak iyi olur. Çünkü yaşadığımız olaylara bakıldığında, öncekilerinden farklı bir düzende hareket ediliyor. Çok sistematik bir yol izleniyor.

UBP – YDP – DP “hükümetimsi yönetiminde”, AKP iktidarının emirlerini en iyi ben yerine getiririm yarışları devam ederken, her geçen gün toplumun bir başka kesimi yoksulluk batağında can veriyor. Meşruluğunu ilk günden yitiren yönetim, ekonomik ve sosyal sorunlara çözüm üreterek alım gücünü yükselteceğine, tek icraat olarak zam kararları alıyor.

Günü kurtarmak amacıyla, maaşlara artış yapılacağı açıklamaları dillere dolansa da, özel sektörde çalışanlara, üreticiye – hayvancıya – küçük esnafa – dar gelirliye yönelik hiçbir adım atılmıyor. Böylece yine ve yeniden, “devlet memurları ile diğerleri” gibi toplumsal gruplar arasında gerginlik yaşanıyor. Önümüzdeki sürecin çok büyük kırılmalara neden olacağını söylemek mümkün.

***

İfade Özgürlüğü

Teslimiyet belgesinin yerine getirilmesi sürecinde, basının ve toplumun tamamının sesini kısmaya dönük hazırlanan ve bir hafta önce ivedilik başvurusu ile Meclis gündemine getirilen üç yasa tasarısına karşı, örgütlü bir mücadele verildi.

Özellikle Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği tarafından “Özgürlük için 24 Saat” sloganı ile önce sosyal medyada ardından da 12 Haziran – 13 Haziran arası Meclis önünde devam eden eylem, toplumun farklı kesimlerinden destek gördü.

Siyasi elitlerin, demokrasinin en temel bileşenlerinden olan “hesap verebilme” unsurunun sorgulanmasına, kamu yararı açısından iktidarın denetlenmesine, yaratılan illüzyonu dağıtıp hakikate ulaşmamıza yardımcı olan özgür basın, gözümüz gibi korumamız gereken bir güç. AKP iktidarını yakından takip edenler, “havuz medyası” tabirine de aşinadır. Orada özellikle Gezi Direnişi’nden sonra basın ve sosyal medyaya karşı şaha kalkan müdahaleler neticesinde, toplumun gerçek bilgiye ulaşması zorlaştırıldı. Pek çok gazeteci işsiz kaldı, hapse atıldı. Son olarak Mayıs ayı sonunda, sosyal medyada “yalan haberle mücadele” gerekçesiyle hazırlanan “Dezenformasyon Yasası”, AKP – MHP vekillerinin imzası ile TBMM’nin gündemine getirildi. Böylece sosyal medyayı da kendi çiftlikleri haline getirebilecekler.

“Hakaret edilmesini önlemek istiyoruz” maskesi altında bize sunulan, her üç yasa tasarısı incelendiğinde, sosyal medyanın kontrol altına alınmak istendiği anlaşılıyor. Tasarıları, ebeveyninin davranışlarını uygulama telaşında olan çocukların uğraşı olarak yorumlamak da mümkün ya da emir erlerinin bitmek bilmeyen azmi!

Dün akşam saatlerinde öğrendiğimiz kadarıyla, ivedilik oylamasından da mağlup çıkan hükümetimsi yönetim, gittikçe büyüyen tepkiye karşı duramadı, tasarıları komiteye göndermeyip KTGB ile görüşme yapma kararı aldı. Onlar inat ettikçe biz de ettik ve kazandık. Bakalım ilerleyen günlerde bu konuda ne gibi adımlar atılacak.

***

Yargı Bağımsızlığı

BRTK müdürü Meryem Çavuşoğlu Özkurt’un seçim yasaklarına aykırı davranması, YSK’nın uyarılarını dikkate almaması sebebiyle, aleyhinde verilen hapislik kararının ardından özellikle cumhurbaşkanı, bakanlar, meclis başkanı ve iktidar milletvekillerinden bazıları tarafından sarf edilen cümleler,  hem yargının siyasallaştırılmasına ve kuvvetler ayrılığına yönelik bir tehlikeye hem de anayasada korunan mahkemelerin bağımsızlığı ilkesinin ihlal edilmesine neden oldu.

Ersin Tatar’ın karara karşı “yetkili makamları” göreve çağırması, Tahsin Ertuğruloğlu’nun kararın siyasi olduğu algısını yaratmaya çalışması, Erhan Arıklı’nın kararla alakası olmamasına rağmen yargıç belirlerken gözetilen kriterleri gündeme getirmesi, Ünal Üstel’in hükümetin gereğini yapacağı yönündeki açıklamaları, birebir yargı kararlarına müdahaledir, mahkemelerin bağımsızlığını zedeler niteliktedir.

1 sene önce AYM kararı ardından TC cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yargımıza yaptığı müdahaleler esnasında sessizliğini koruyan aynı yöneticiler, bugün yine aldıkları talimatlar doğrultusunda yargıya saldırdılar. Tıpkı basın özgürlüğü gibi, anayasamızca korunan ve hukuk devletinin temelini oluşturan mahkemelerin bağımsızlığının da hedef tahtasında olduğunu söylemek mümkün.

***

Veri Teslimiyeti

Geçtiğimiz gün Hukuk ve Siyasi İşler Komitesi’nden Cumhuriyetçi Türk Partisi vekillerinin itirazlarına rağmen geçirilen “e-devlet protokolü” ile bu ülkede yaşayan insanların verileri Türk - Sat aracılığıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne sunuluyor. Kısacası sağlık, yargı, tapu vb pek çok bilgimiz, aslında devredilmiş olacak. Ki öğrendiğimiz kadarıyla, bu protokol Meclis’te onaylanmadan tapuya yönelik kayıtlarımız gönderilmiş bile.

Bu konuda yapılan muhalefete karşı, “devletin hantal yapısını düzeltmeyelim mi?”  minvalinde sorulan soruların yanıtı çok net. Hepimiz içinde yaşadığımız sistemin daha işlevsel bir hale getirilmesini istiyoruz. Ama hedeflenenin bu olmadığı çok açık. Şu anda diğer pek çok alanda olduğu gibi, temel haklarımız, devletin gözetimi ve denetiminde olup korunması gereken verilerimiz bir şirket aracılığıyla başka bir devlete teslim ediliyor. Bunu da normalleştirmemiz gereken bir hizmet olarak algılamamız bekleniyor. Azılı “egemenlik bekçileri” bu konu hakkında ne diyor acaba?

***

Keyfi Vatandaşlık

TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ziyareti esnasında, Bugün Kıbrıs gazetesinin haberinden ve ardından sosyal medyada yayınlanan videolardan anladığımız üzere, KKTC vatandaşlığına yönelik vaatlerde bulundu. Buraların esas efendisi benim edası ile Lapta’da düzenlediği buluşmada sarf ettiği sözler, ciddiyetle ele alınmalıdır. Toplantıya katılıp söz alan bir kadın, henüz iki yıldır adada olduğunu ve her yıl oturma izni çıkarırken çok zorluk çektiğini söyledi!

Çavuşoğlu bunları duyunca çok üzüldüğünü ve aslında iç işlerimize karışma rezaleti pahasına, eksikliklerin yönetmelikle giderilebileceğini, bugüne kadar bazı hükümetlerin vatandaşlık konusunda olumsuz tutum sergilediğini – direndiğini belirtti. Ayrıca ekledi: “Biz bu sorunun artık bundan sonra yaşanmadığını görüyoruz ve göreceğiz inşallah. Bu sorunları hep beraber çözeceğiz… İç işleri bakanımız da burada, kendisine söz verelim”. Ardından konuşmacılar KKTC İçişleri Bakanı’nın sözünü kesti.

Pek muhterem “bakanımız” Ziya Öztürkler, zar zor araya girip “bir cevaplayayım” diyerek kendini ifade etmeye çalıştı. “Yasal hakkı olan herkese vatandaşlık vereceğiz” dedi. Öncelikle şunu bilmelidir ki, doğum veya evlilik dışında edinilen istisnai vatandaşlıklar, “hak” üzerinden tanımlanmaz. Onlar birer lütuf olarak, adı üstünde çok kısıtlı koşullar çerçevesinde verilir, devletin takdir yetkisi vardır. Dünyanın neresine giderseniz gidin bu böyledir. Ha şunu söyleyebilirsiniz; her yıl belli izinlerin alınmasındaki bürokratik yükü azaltabiliriz. Ülkede yaşayan, ülkeye yatırım yapan yabancıların yaşamını böylece kolaylaştırabiliriz. Ama vatandaşlık çok daha farklı bir durum.

***

Netice itibariyle, kısa bir süredir yapmak istediklerine bakıldığında, protokolü hayata geçirmek için çabaladıkları fark ediliyor. Hemen hemen tüm adımlar, bizi daha da yoksullaştırıyor, irademizi devrediyor ve toplumsal değerlerimizi yok etmeyi hedefliyor. Belli ki ilerleyen dönemde sabrımız bolca sınanacak ve sürekli tetikte olmamız gerekecek.