Bu hafta içinde BM Genel Sekreterinin (BMGS) temsilcisi Holguin Kıbrıs’ta idi. Misyonu, gelecek hafta New York’ta gerçekleşecek olan Gayriresmi 5+1 Toplantısı’nın ön hazırlıklarını yapmaktı. Liderler ve onların özel temsilcileri ile görüştü, açılması önerilen ama bir türlü açılamayan geçiş kapılarını yerinde inceledi.
Daha önceki ziyaretlerine göre daha sakin bir ziyaret yaptı; çok fazla sayıda görüşmeler ve değişik ziyaretler de yapmadı. Paylaştığı bazı açıklamalar ise çok ilginçti. Örneğin, taraflar arasında görüşmeler için ortak zemin olmadığını söyledi; doğrudur. Kıbrıslı Rum lider BM Ölçütlerinde çözüm için masaya oturmaya hazır olduğunu seçildiğinden beri söyler, kendi de dahil olmak üzere kimseyi inandıramadı; rol kesiyor… Bunu da en iyi Crans-Montana Konferansı’nı çökerten etkili unsurun Hristodulidis olduğunu fiilen yaşamış olan BMGS biliyor…
Başlaması muhtemel olan yeni görüşme süreci için AB’nin de bir temsilci atamasını ısrarla talep eden Hristodulidis atanan eski AB Komiseri Hahn’ı kendi kamuoyuna sürecin bir unsuru gibi takdim etti… Adamcağız Brüksel’deki TC Büyükelçisinden randevu bile alamadı, Kıbrıslı Türk lider Tatar ile de görüşemedi; gelecek haftaki New York toplantısına da dahil değil… Rivayete göre Hahn bu görevden istifa edecekmiş; hem etkisiz unsur, hem de AB kendisine yardımcı kadrolar da vermemiş… Hristodulidis, bastıra bastıra, AB’den ancak bunu elde edebildi… Halbuki eskiden bu süreçlerde AB konularında teknik danışmanlık yapmak üzere bir temsilci olurdu; örneğin Crans-Montana Konferansı’nda vardı ve Anastasiadis-Hristodulidis ikilisi Konferansı çökertince bu AB temsilcisi Kıbrıs Rum liderliğini suçlayarak “Çözüm istemediler, bu kadar basit” demişti. Dolayısıyla, BM tarafı Kıbrıslı Rum lidere pek bir kredi vermiyor; görüşme sürecinin ana unsurlarından biri olmasına rağmen. Yani, Hristodulidis ile BM arasında da ortak zemin olmadığını söylemek çok da abartılı olmayacak.
Holguin “Taraflar arasında ortak zemin yoktur” dedi; doğrudur. Ve Holguin önceden süregelen ortak zeminin Crans-Montana Konferansı sonucunda yitirildiğini de söyledi… Niçin?! Çünkü, Crans-Montana Konferansı çökünce Kıbrıs Türk tarafı da BM Ölçütlerini ret ve inkâr ederek kendi 2-Devletli Çözüm Tezi’ni uluslararası siyasete sürdü; hem de bu tezin itibar göreceğine kendileri de dahil olmak üzere kimse inanmadığı halde… Bu tezin ‘konuşkan’ savunucusu Cumhurbaşkanı (CB) Tatar… Türkiye tarafı ihtiyatlı dil kullanıyor; Türkiye CB Erdoğan “Annan Planı için yaptığım gibi elimi taşın altına gene koyarım.” diyor… Zaten, bu yeni sürecin inisiyatifini de BMGS CB Erdoğan’ın bu sözlerinden sonra almıştı… CB Tatar ise kendine verilen ‘Konuşkan savunucu’ rolünün farkında; bir ümit bu rolü başarı ile kesip bir dönem daha KKTC CB seçilebilmekte…
Ve Holguin, New York toplantısı öncesi ortak zeminin ortadan kalktığını söylemekle Kıbrıslı Rum lidere diplomatik dilde bir ikaz yapıyor… Demek istiyor ki, marifet değildi Konferansı çökertmek ve dahi Annan Planı’nı reddetmek; Türk tarafının Tezi’ne karşı şimdi pirincin taşını ayıklamak BM’ye kaldı ama Kıbrıs Rum tarafına fatura kesilecek… BMGS diyor ki sonuç odaklı ve takvim süreli bir yeni görüşme sürecine Kıbrıs Türk tarafının BM Güvenlik Konseyi kayıtlarında da yer alan siyasi eşit ve etkin taraf olduğunu da teyit ederek oturacaksınız masaya… Tüm Kıbrıslı Rum liderlerinin öteden beri en nefret ettiği koşullar bunlar… BMGS ayrıca Crans-Montana Konferansı’nda nerdeyse imza aşamasına geldiklerini söyledi hep. Dolayısıyla, o Konferans’ı çökerten Rum tarafına satır aralarının kolaylıkla okunacağı bir diplomatik dille uyarı niteliğinde olduğu bile söylenebilecek mesajlar veriliyor BM tarafından.
Holguin başka bir cümle daha paylaşmıştı: “Kıbrıslı liderler halklarına kulak verse, onların çözüm istediklerini öğrenecekler.” Bu iki tarafın liderini de kapsar; Crans-Montana Konferansı’nı çökerten Kıbrıs Rum liderliğini daha fazla kapsar…
Ne olacak New York’ta?!… Gayriresmi 5+1 Toplantı’nın hemen öncesinde UNFICYP temsilcisi Stewart’ın taslağını hazırladığı ve BMGS’nin de son şeklini verdiği Kıbrıs raporunun BM Güvenlik Konseyi’ne sunumu var. Elbette ve doğal olarak BMGS, hemen akabinde yapılacak olan 5+1 Gayriresmi Toplantı konusunda da, özellikle Holguin’in son ziyareti ile ilgili verdiği rapor ve bilgiler ışığında, Konsey’i bilgilendirecek, eğilimlerini de paylaşıp, BM Güvenlik Konseyi’nden bazı yöneylemlerine destek talep edecektir. Ve 5+1 Gayriresmi Toplantıya bunun ‘Havası’ ile girecektir. Da, sonuç ne olacak, ne olabilir?!
Ekimde KKTC CB seçimleri var, dolayısıyla gelecek haftaki 5+1 Gayriresmi Toplantı sonunda açıklanabilecek olan sonuçlar seçimlere müdahale niteliğinde olmayacak, örneğin “Kıbrıs sorununa bütünlüklü çözüm sürecinin Ekim’den sonra başlatılmasına karar verilmiştir” gibilerinden bir açıklama olmayacak. Önceki Gayriresmi 5+1 Toplantıda liderlere verilen ödevlerin yerine getirilmesi ile ilgili değerlendirmeler yapıldığı, yerine getirilenler için kutlama, getirilemeyenler için alternatif girişim önerileri paylaşılıp, seçimlerle hiçbir ilgisi olmayacak nitelik ve içerikte yeni bir güven yaratıcı önlem projesi içerikli bir açıklama yapılabilir.
Peki; üç garantör ülkenin Dış İşleri Bakanları konu mankeni olarak mı katılıyorlar bu toplantıya?! BMGS’nin onlarla birlikte Ekimden sonraki sürecin formatlanmasını yapmak isteyeceği olasılığı çok güçlüdür. İki lider bu çalışmanın dışında tutulacak ve dolayısıyla burada alınan ilkesel mutabakatlar Gayriresmi 5+1 Toplantısı’nın sonuç bildirgesine girmeyecektir. Liderlere söylerler mi? Tatar seçime odaklanmış, bilmek-duymak dahi istemeyeceği için söylenmez herhalde… Hristodulidis’in de ağzında bakla ıslanmaz, kendi uydurmalarını da ekleyerek donattığı söylemleri ile nam salmıştır. Dolayısıyla ve büyük bir olasılıkla garantörlerin temsilcileri ile BMGS Ekim’den sonrasının eylem planında ilkesel mutabakata varacak, Noel’den önce de Kıbrıs sorununun bütünlüklü çözüm sürecini başlatmak üzere yeni ve son bir Gayriresmi 5+1 Toplantı organize edilecek, gelecek hafta yapılacak olan toplantıda mutabık kaldıkları eylem planının yürürlüğe girmesinin başlangıç vuruşunu yapacaklardır.
Bu gelişmeler aksayabilir mi?! Evet… Türkiye’nin iç siyasetindeki kargaşadan endişe duymamak olası değil… Bunu da gelecek hafta yorumlayalım…