Hikâye İstanbul’da Geçiyor

Serkan Soyalan

  İstanbul’da MEŞHER’de açılan “Hikâye İstanbul’da Geçiyor” sergisini büyük bir heyecanla gezdim.
  MEŞHER’deki sergi, 16. yüzyıldan bugüne farklı zamanlarda ve çeşitli edebi türlerde üretilmiş İstanbul temsillerini odağına alıyor.

*
16. yüzyıldan günümüze farklı zamanlarda ve çeşitli edebi türlerde üretilmiş İstanbul temsillerini odağına alan Hikâye İstanbul’da Geçiyor sergisi, fantastik öykülerden grafik romanlara, bilimkurgudan casusluk hikâyelerine Batı edebiyatının kurmaca yapıtlarındaki İstanbul tahayyüllerini inceliyor.
 
*
 
Ömer Koç Koleksiyonu’ndan yaklaşık 300 kitabın merkezde olduğu seçkide yazarlara ait elyazmaları, nadir ilk baskılar ile imzalı ve ithaflı kitaplara farklı kaynaklardan gravür, resim, nota kitapçığı, film, afiş gibi çeşitli yapıtların yanı sıra yayımlanan Türkçe çeviriler ve gazete küpürleri eşlik ediyor.
 
*
Serginin küratörlüğünü Ebru Esra Satıcı ve Şeyda Çetin üstleniyor. Ziyaretçiler, farklı İstanbul temsillerini bir araya getiren sergide bir yandan şehrin arka plan olarak kullanılışını gözlemlerken diğer yandan insanları, tarihi olayları ve kültürüyle önce edebiyata, ardından diğer yaratıcı alanlara nasıl ilham verdiğine tanık oluyor.
 
*
Edebi türler arasındaki geçişkenliklere, temsillerdeki benzerlik ve karşıtlıklara, devamlılık ve kırılmalara dikkat çeken sergi, kurduğu çok yönlü anlatıyla geçmiş ve bugün, kurmaca ve gerçek, Doğu ve Batı gibi varsayılan ikilikleri yeniden değerlendirmeye çağırıyor.
 
*
Serginin Küratörlerinden Şeyda Çetin, sergi ile ilgili AA’ya yaptığı açıklamada, edebiyatta yer etmiş unutulmaz karakterlerle bu karakterlerin yer aldığı kitaplardan örneklerin sergide görülebileceğini söyledi.
İstanbul'un pek çok unutulmaz karaktere ilham olduğunu kaydeden Çetin, "Kitapların dönemleri 16. yüzyıldan günümüze kadar gelen bir aralıkta. Çok çeşitli türler ve biçimlerde üretilmiş eserler bunlar. Biz sergiyi kurgularken esnek bir şekilde gruplandırdık, kitapların içeriklerine, türlerine göre. Örneğin bilim kurgu hikayeleri, fantastik hikayelerle buluştu. Grafik romanlar, tarihi romanlarla bir araya geldi. Esnek bir yaklaşımla bu kitapları bir araya getirdik." dedi.
 
*
  Küratör Ebru Esra Satıcı ise serginin Batı edebiyatındaki İstanbul temalı kurmaca eserleri merkezine aldığına işaret ederek, "Kitapların tamamı Ömer Koç koleksiyonundandır. Kitaplardan yola çıktıktan sonra yaptığımız araştırmalar sonucunda eğer ki sahne adaptasyonları ve film uyarlamaları varsa onları görsel malzemesini ekleyerek görselleştirdiğimiz bir süreç oldu. Türkçe çevirileri seçkiye ekledik. Koleksiyon dışı arşiv ve koleksiyonlardan bazı malzemeler, gazete kupürleri, yağlı boya eserler, gravürler, kartpostallar ekledik." diye konuştu.
  Serginin bir yıla yakın sürede hazırlandığını dile getiren Satıcı, sözlerini şöyle sürdürdü:
  "Kitapları okumak ve kitaplardan bir sergi oluşturmak, kitapların merkezde olduğu bir sergi yapmak meşakkatli bir işti. Çünkü malzemenin kendisi her zaman görselliğe çok uygun olmayabiliyor. Küçük kitaplar var. Çok eski tarihli 16. yüzyıldan kitaplar var. Bu bir yıllık süre zarfında nasıl görselleştireceğimizi düşündüğümüz, arşivlere daldığımız bir dönem oldu. Özellikle 300 kitabın sergilendiği zor bir iş için tabii ki bir ekip gerekiyordu. Bu da bir ekip işi oldu. Meşher'deki arkadaşlarımız, başta direktör ve serginin de tasarımcısı Nilüfer Konuk olmak üzere, prodüksiyondaki arkadaşlarımız Ezgi Göksu Öztürkmen, Yaren Taşdemir, etkinlikçi, iletişimci arkadaşlarımız, hepsi sergi sürecine kendi uzmanlıkları ölçüsünde yardım etti ve sergiyi hep birlikte ayağa kaldırdık."
 
*
  Peki yolu onların deyimiyle Konstantinopolis’ten geçen yazar, şair ve türlü Avrupalı entelektüeller şehir hakkında neler demişlerdi?
 
*
  Julian Rathbone, ‘Elmas Pazarı’ romanında şehrin değişmeyen yazgısı hakkında şunları anlatıyor:
  “İstanbul, en fazlasıdır. Lawrence Durrell Venedik’i iki ya da üç sayfada yakalar… Çoğu kent bir haftada bitirilebilir: Ondan sonra kendilerini tekrara başlar… Çoğu bir bölümde betimlenebilir, en iyisi bir kitap gerektirir ama İstanbul 24 ciltlik bir ansiklopediyi doldurur.… Burada her şey hep aşırıydı ve aşırı olmayı sürdürüyor. En çılgın sefahat alemleri, en masalsı mucizeler, olağanüstü azizler, en müthiş şölenler, en korkutucu katliamlar ve acımasızlıkların en tuhafı şehrin tarihine yazılıdır. Ve hepsinin üstünde şehri yapan insanlar sayılmalıdır: Yunanlar, Romalılar, Yahudiler, Frenkler, Araplar ve Türkler, Anglosaksonlar hariç Batı dünyasının büyük ırkları tek bir kanda birleşmiş, erdemlerini ve ahlaksızlıklarını abartılı aşırılıklarda paylaşmıştır; yeter ki zengini, yoksulu, günahkârı, erdemlisiyle İstanbullusu yaşasın diye.”
 
*
  Çocukken denizci olmayı hayal eden yazar, oyun yazarı ve şair Jules Verne, denizaltılar ve uzay yolculuğu gibi birçok teknolojiyi, henüz icat edilmeden önce romanlarında anlatmıştır.
  Jules Verne’in romanına adını veren Kereban Ağa, İstanbul’da yaşayan varlıklı ama cimri bir tütün tüccarıdır.
  1882’de bir Ramazan günü, Hollanda’dan İstanbul’a gelen dostu Van Mitten ve uşağı Bruno’yu Üsküdar’da yemeğe davet eder, fakat Boğaz’ı geçmek için yeni bir vergi getirilmiştir. Kereban ​Ağa bu vergiyi ödemeyi reddeder ve sırf inadı yüzünden Üsküdar’a kayıkla Boğaz’dan geçmek yerine İstanbul’dan kalkıp Karadeniz’in etrafını karadan dolaşarak geçmeyi tercih eder.
  ‘İnatçı Kahraman Ağa’ romanında İstanbul’a hayran kalan kahramanına şu cümleyi söyletir:
  “Burasının Konstantiniyye olması imkânsız, burası Londra.”
 
*
  Harold Nicolson’ın 1921’de yayınlanan ‘Sweet Water’ romanında bir karakterse şöyle der:  
  “Biliyorsun ben hep Costantinople’da yaşadım. İstanbul’un çizgilerinden çok sıkıldım. Çok Türk işi.”
 
*
 
Yazar, portre ressamı ve minyatürcü Izora Cecilia Chandler, “A Dog of Constantinople” kitabında, Osmanlı İstanbulu’nda geçen bir hikâyeyi, şehrin sokaklarında dolaşan bir köpeğin gözünden anlatmıştır.  Kitabın baş karakteri olan köpeğin adı “Shadow” (Gölge).
 
*
Yazar ve diplomat Du Vignau da 1670-1680 yılları arasında İstanbul’da yaşamış. Yazar on yıl yaşadığı bu şehirde duyduğu hikâyelerden yola çıkarak Le Secretaire Turc (Türk Kâtip) kitabını yazmış. Kitabın konusu çiçeklerin, bitkilerin, meyvelerin ve renklerin gizli dili.
 
*
 
  Ve bütün bir serginin sonunda akılda kalan anonim bir söz vardır ki her şeyi özetler:
  “Pera’yı gören bir daha unutmaz.”