Suat Günsel’in mektubu, beklenildiği gibi kamuoyunda geniş yer buldu.
Birçok gazetenin ilk sayfasından gördüğü haber çeşitli şekillerde yorumlandı.
Buna “tarihi uyarı” diyen de var, “Suat Hoca’nın da canına tak etti” mesajıyla haberi öne çıkaran da.
Tabii ki ortak yorumlar UBP kurultay sürecinde belki de devlet üzerinde bir gücü her zaman memnuniyetle kullanan Suat Günsel’in, bundan sonrası için önemli mesajlar verdiği.
Desteğini Küçük’ten yana kaydırdığına dair yorum getiren de var, konuya tam tersi, hükümetteki memnuniyetsizliği artarken gücünü Kaşif’ten yana kullandığını söyleyen de.
Bunların hepsi, derin ilişkiler içinde ve bundan sonraki siyasi süreçlerin nasıl işleyeceğine dair dikkat çekici veriler olabilir.
Ne var ki, Suat Günsel’in dünkü açıklaması, ifadeleri, kurduğu cümle ya da mesaj açısından ilginç ya da alışılmaz bulunurken, son derece normalleştirildi kamuoyunda.
Hiç kimse, “sen kim oluyorsun da bir partinin kendi iç seçimine müdahale edecek bir tavır ortaya koyuyorsun” demedi, mesela.
“Anayasa’ya göre, tarafsız konumundaki Cumhurbaşkanı’nı nasıl oluyor da bu kadar açıklıkla müdahaleye davet edebiliyor, Türkiye otoritelerini işaret ederek, tehdit edebiliyorsun” da demedi kimse.
Ya da bir ülkenin Cumhurbaşkanı’na Türkiye’nin otoritelerinden nasıl bir güçle böyle mesajlar getirebiliyorsun” diye de sormadı.
Kimse, “bir partinin kurultayı bir üniversite rektörünü neden ilgilendirir?” de demedi.
Ne medya, ne sivil toplum örgütleri, ne muhalefet, ne hükümet....
Ama Cumhurbaşkanı ki, bu sürecin baş aktörüdür, bu konuda jet hızıyla bir açıklama yaptı.
“Ben yargıda olan bir konuyla ilgili hiçbir zaman kamuoyu önünde konuşmadım, tavrım aynı yöndedir” dedi. Demokrasi gereği, sanki biri kendisinden hesap soracakmış gibi açıklama ihtiyacı hissetti ve Günsel’in üzerine yüklediği misyonu mealen giymedi.
Tabii ki, Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun doğrudan bu süreci yönettiği açıktır. Suat Günsel’in bu yarışta kullanılan son ve en önemli silahlardan biri olduğu da öyle.
Ama ne var ki, demokrasiyi içselleştirmekten o kadar uzaktayız, başımızı iç çekişmelere o kadar gömmüş durumdayız ki, bunu çok kolay normalleştirebiliyoruz.
Türkiye müdahale de edebilir, Erdoğan istediği partinin istediği adamını da işaret edebilir, üniversite rektörleri parti işlerine soyunup Cumhurbaşkanlarına misyon da biçebilir.
Bunların hepsi doğal.
Bunların hepsi doğal olunca, geriye kalıyor bu müdahalelerin kendi iç hesapları.
O yüzden mutlaka sormak lazım;
Hiç mi demokratı yok bu ülkenin?