“Hiç bu kadar sıcak olmamıştı.”
Kim bilir kaç yaz, aynı cümleyi defalarca söyledik.
Unuttuk…
Sonra yeniden anımsadık.
Soğuğun iliklerimize işlediği günlerde, o kuru ayazda “yaz gelse” dedik hatta.
Şimdi "gölgede" bile kırk derece...
Bu kez galiba gerçek.
Her yaz, biraz daha sıcak.
***
“Hiç bu kadar kötü yönetilmemiştik.”
Kim bilir kaç kez tekrarladık bu yakınmayı.
Kahrolduk, öfkelendik, küfrettik.
Ama bu kez galiba gerçek.
Hiç bu kadar kötü yönetilmemiştik; yalanla, talanla, utançla…
Yoklukla, iradesizlikle, hiçlikle…
***
“Yönetilmek” sözü de tartışılır aslında.
Çünkü uzaktan yönetiliyor bu ülke.
Ada yarısıyla, deniz ötesindeki arsızlar, hilebazlar, yolsuzlar işbirliği içinde.
Demokrasi, irade, özgürlük sadece yitirilmedi… Bu bir soygun artık.
İhale oyunlarıyla birileri heybesini dolduruyor. Din istismar edilirken, vicdan yitiriliyor. Yalan bir siyasetle bataklık büyütülüyor.
***
“Hiç bu kadar zor olmamıştı geçinmek.”
Bunu da kim bilir kaç kez söyledik… Hele ki dar gelirliysen, asgari ücrete mahkûm özel sektör emekçisiysen…
Türk Lirası’yla birlikte eridik kaç kez.
“Cebimizdeki para hiç bu kadar değersizleşmemiş, alım gücümüz bu kadar düşmemişti” dedik...
Yine de geçmeye devam ettik rafların önünden.
***
Geçmişte de zor günler oldu.
Kötü iktidarlar, hoyrat dönemler…
Ama hiç bu kadar düşmemişti düzey.
İnsan elinin dokunduğu her yerde yozlaşma var artık. Çürüme, köhneme, kokuşma, sıradanlık ve yüzsüzlük…
***
“Hiç bu kadar utanmamıştık yaşadıklarımızdan.”
İnsan hakları hiç bu kadar görmezden gelinmemişti. Emekçiye bu kadar açık ırkçılık yapılmamıştı. Yurttaşlık bu kadar ayağa düşmemişti. Eşitlik bu kadar ayaklar altına alınmamıştı.
Bir ülke, bir halk, bu kadar değersizleştirilmemişti kendi yönetenleri tarafından.
***
“Hiç bu kadar iğrenç olmamıştı.”
Bir bakın yüzlere…
Ne çok sahte, ne çok kapasitesiz…
Ne çok riyakâr ve çapsız…
Biliyorsunuz kimler olduğunu.
Hepsi gözünüzün önünde.
Hepsi…
Hiç bu kadar…
Hiç.