‘Her yerdeki’ ekibe dikkat!

Mert Özdağ

Şöyle bir gerçek var ki UBP’nin güdümündeki ekipler kamuda her yere sızmış durumda…
UBP’li gruplar yıllarca devlet içinde örgütlendiler.
Ganimet düzeninin en şaşalı dönemlerini yaşayan ekip kamu içindeki bu yapılanmasını çeşitli yöntemlere dayandırdı.
Bu yöntemlerin neler olduğunu çok iyi biliyoruz.
Yıllarca yaşadık, gördük.
Ganimet, iş vaadi, adam kayırma, ihaleler, arsalar, kamuya istihdam ve dahası…
70'li yıllardan itibaren süregelen bu yapılanma hiç kuşkusuz 'örgütsel' bir düzen de oluşturdu.
Bu 'örgüt' kimi zaman iktidar oldu, kimi zaman yönetimden uzaklaştı.
Ancak devlet içinde her zaman var olmayı başardı.
Sadece devlet içinde değil, bu yapılanma özel sektörde, yani iş çevrelerinde de var oldu, polis teşkilatında da, sivil toplumda da, medyada da…
İktidarlar değişse de kamu içinde kilit noktalarda yer alan ‘UBP Teşkilatı’na mensup isimler değişmedi.
Bu, daha önce de oldu, şimdi de devam ediyor. [Kamuda her dönem görevde kalan bürokratlara bakınız]
İktidarda kimi zaman CTP ve DP olsa da o dönemlerdeki birçok bakanlığın yönetim kadrolarını incelerseniz ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Sadece bakanlılarda da değil, kamu kurumlarında, kamu bankalarında, belediyelerde ve diğer devlete ait alanlarda hep bulundular.
İktidarda kim isterse olsun, bu adamların önemli noktaları elde tutuşları, gerçek anlamda iktidar olunmasına takoz koydu, engel oldu.
'Zenginler' yarattı bu ekip… İktidar zenginleri!

Orta sınıf görüntüsünde bir yaşam tarzı yaşayan kimi çevrelerin UBP iktidarlarında zenginleştiğini, paraya boğulduğunu, kamu kaynakları ile sınıf atladığını yaşadık, gördük.
Bu teşkilat yalnızca kamuyu ve ticaret çevrelerini ele geçirmekle kalmadı.
Sivil toplum örgütlerinde ve medyada da örgütlendi.
Tamamen 'çıkar' odaklı süregelen bu örgütlenme, dönem dönem yenilendi, dönem dönem büyüdü veya küçüldü.
Ama hep var oldu.
Pahalı araçlar süren, villalarda yaşayan, lüks tatiller yapan “gazetecilerin” böylesi bir yaşam standardını nelere borçlu olduğunu sormak gerekiyor.
Sormak ve sorgulamak.
Biraz eşeleyince, bir ayaklarının kamuya dayandığını göreceksiniz, kamu kaynaklarına!
Kamu olanakları böylesi yaşamların ne kadarına doğrudan etki yaptı?
Ve sivil toplum…
Sağcı sendika yöneticilerinin geçmişten günümüze bu ekiple hep 'iyi ilişkiler içinde' olduğu aşikar…
Kamuda UBP grubu ile iyi geçinenler neredeyse hiç iş yapmadı, aksine barem barem yükselerek ödüllendirildi.

Bu durum hala devam ediyor! Birçok kamu kurumundan, daireden ihbarlar alıyoruz, UBP’li bakanlara sırtını dayayan ve hiç mesaiye gelmeyen memurlar var deniliyor!
Bu yapıyı sağcı ekiplere bakarak çok daha iyi analiz edebilirsiniz.
UBP Teşkilatı yapılanmasını bununla da bırakmadı.
Diğer yandan Türkiye’deki ulusalcı çevrelerden aldığı destekle de buradaki teşkilatını güçlendiren bu ekip, tüm bu örgütsel yapısını seçilmek ve yeniden seçilmek için kullanmaktan çekinmedi.
Ve böylesi bir örgütlenme ile yerel seçime hazırlanan, seçim dönemleri etkinliklerde boy gösteren bu yapı hem kamudaki olanaklarını, hem sivil toplumdaki adamlarını, hem güvenlik güçleri içindeki örgütlenmesini hem de medyadaki tetikçilerini devreye sokacağı aşikar…

Her zamanki gibi!
Bu hareket iki yönlü olacak, o çok belli…
Biri mevcut muhalefete karşı! Komple CTP’ye, adaylarına…
Diğeri büyük bir tehlike olarak görülen Tufan Erhürman’a karşı!

Her yerde devlete paralel bir yapı kuran bu grubun mavi boncuklarına kanmamak, bu örgütten uzak durmak ve mücadele etmek gerekiyor. Kuzey Kıbrıs’ta 40 senelik geçmişi olan bu yapının güçsüzleştirilmesi tüm yurtsever güçlerin yegane hedefi olmalıdır. 

Zira, partizanlığın, adam kayırmanın, çıkar odakları işlerin kitabını yazanlar bunlardır. 

Seçilmek ve kamu kaynaklarını yönetmek için yapamayacakları hiçbir şey yoktur. 
Bunlar için seçilmek için her şey mubahtır, kamu kaynakları ise yaşam kaynağıdır.
Ve bir süre sonra hem iktidardan hem de kamu kaynaklarından olacaklar!
Yani demem o ki; bunlardan her şey beklenir şimdi.
O yüzden kamudaki adamlarını, temsilcilerini, uzantılarını tek tek ayıklamak gerekiyor.
Bürokratından basın danışmanına kadar, yeni dönemde kimsenin gözünün yaşına bakmadan  bu grubu kamudan söküp atmak elzem.
Kimse zarar görmeden,  erken erken uyarmak istedim.


Ya siyahsın ya beyaz!

Çok garip bir ülkede yaşıyoruz.
Griye karşı bir siyaset-i ahvalimiz var.
Ya siyah olacaksın, ya beyaz!
Gri? Haşa! Mümkün değil.
Birçok konuda 'karşıtlık' var, birçok konuda ya şu, ya da bu...
Sorunların anası Kıbrıs sorunu mesela.
Ya federalistsin, ya statükocu!
Arası yok!
Kıbrıs sorunu canlı olduğu dönemde "Kıbrıslı Rumlar yetki paylaşımına hazır değil" diyorsun, vay sen misin bunu söyleyen, pis statükocu (!)
Dedim ya gri yok, arası yok, ya siyahsın ya beyaz!
Kıbrıs sorunu bağlamında iç siyaset, keza öyle.
Mesela "Kıbrıs sorunu çözülmüyor, iç sorunları olsun çözelim" dersen vay yine senin haline!
Pis statükocu (!)
E yollar? E kentler? E bu geri kalmış kamu? E bu geri kalmış yasalar? Ne olacak tüm bunlar?
"Bütünlüklü çözümün" parçası?
Size "iç sorunları çözelim" dediğinizde tepki gösteren aynı kitle, bu kez içteki sorunlara dikkat çekerek de tepki gösterebiliyor çoğu zaman…

                                                            ***

Türkiye ile ilişkiler de aynı değil mi?
İlla ki ya Türkiye'ye karşıt, ya da Türkiye destekçisi olmanız gerekiyor, ikisinden biri!
Örneğin bir kamu kurumundaki aksaklıkları dile getiriyorsanız, çat yakıştırma hazırdır, "Özelleştirme destekçisi- Türkiye'nin adamısın"…
İyi de sorun orada duruyor?

Birinin adamı ya da özelleştirmeyi bir kenara bıraksak da sorun aynı sorun değil mi?
İlla ki bir tarafta olmanız gerekiyor.
Bu 'taraf olma durumu' partilerin içlerine kadar işlemiş.
Ve daha nicelerini…
Sendikalar, sivil toplum da öyle…
Hep iki taraf var!
Ya birinden olacaksın, ya da diğerinden…

                                                            ***

Memleket meselelerini tartışırken de öyle.
Bunca zaman yaptığınız eleştiriler, duruşunuz bir çırpıda yok sayılabiliyor çoğu zaman.
Senelerce savunduğunuz kimseleri bir kerecik eleştirdiniz mi, yakıştırmanız üzerinize asılıyor "şucu-bucu"…
Eleştiriyi hem çok seviyor, hem de hiç sevmiyoruz.
Daha doğrusu eleştirmeyi seviyor, eleştirilmeye gelmiyoruz, geldik mi çamuru atıveriyoruz!
Bu sağlıksız tartışma ortamı hiçbir sorunumuza çare olmuyor, kuru gürültüden öteye taşıyamıyor bizi.
Hep bir didişme hali, hem bir karşılıklı uğraşma durumu.
Arayı bulma gailesi yok, tartışma zeminlerinde ortak payda arama yok.
Ya siyah, ya beyaz.
Grileri silinmiş bu ülkenin…
Oysa ki en fazla ihtiyacımız olan da bu değil mi?
Grinin 50 tonu değil mi bizi biz yapan.
Bu kuru çatışma ortamı bizi daha da siyahlaştıracak, daha da beyazlatacak belli.
Ve bu sağlıksız ortam sağlıklı sonuçlar getirmeyecek.