Zafer Kodan
Sohbet ettiğiniz, yemek yediğiniz, birlikte dolaştığınız, günlük hayatı paylaştığınız bir yakınınız bir gün sizin kim olduğunuzu bilmese ve sizinle hiç tanımadığı bir insan gibi konuşsa ne hissederdiniz? Zamanın- mekanın insanların gidip geldiği bir hastalıktan söz ediyoruz yani Alzheimer... Hastaların yaşadıklarının yanısıra hasta yakınları da hastalığın özelliklerinden kaynaklanan nedenlerden dolayı ciddi sağlık sorunları yaşayabiliyor... Hasta yakınlarının bu duruma alışması, kabullenmesi ve hayatını oluşan bu yeni durumla birlikte sürdürmesi hem kaçınılmaz hem de çok zor oluyor...Ardıç ağacı ve kuşu gibi birinin yaşamını sürdürebilmesi için bağımlı bir ilişki yaşıyorsunuz... Ardıç ağacının tohumları yere dökülür ancak bu tohumlar bir ardıç kuşu tarafından yenmedikçe çimlenme gerçekleşmez. Yani ardıç ağacının yok olmaması için kuşun tohumlarını çimlendirmesi ve ona yaşam vermesi gerekiyor...İşte bu ağır sorumluluk içinde, belki de uzun bir süreci yaşamak durumunda kalan bir Alzheimer hastasının yakını ile dertleştik bu hafta... Nurdan Sayılı’nın ninesi Mahmure teyze ile benim annem aynı odayı paylaşıyorlar, bir de Latife teyzemiz var tabii... Bu nedenle Nurdan hanımla bir empati sohbeti gerçekleştirdik...
“BİZ YIKILIRDIK HER DEFASINDA”
Mahmure nine, benim de gözlemleyebildiğim kadarıyla çok zeki ve otoriter bir insan... Zekâsından olsa gerek, aynı zamanda yaşadıklarının da farkında... Nurdan hanım bakın bunları nasıl anlatıyor: “Hastalığın ortaya çıkmasından bir süre sonra birilerinin kendisine göründüğünü ve eşyalarını çalacaklarını düşünürdü. Çok da bilinçli bir zekâ, o kadar bilinçli anlatırdı ki, sizi de inandırırdı. Sonra da ‘sen bana inanmaz mısın’ diye sorduktan sonra ‘sizin bunları görmediğinizin farkındayım, hayali olduğunu bu durumun farkındayım ama ben bunları yaşarım’ gördüklerini tiplerine kadar tarif ederdi, şok olun.”
Ben alışamıyorum bu duruma diyorum Nurdan Sayılı’ya,“Biz yıkılırdık her defasında, geriye gidişini gördükçe, alışacaksınız merak etmeyin, biz yedi yıldır yaşıyoruz ben şimdi alıştım” diyor ve devam ediyor “Bazı günler ziyaretine geldiğimde Sude’yi unutur yani kızımı, yakın geçmişi unutur, geçmişteki yaşanmışlıkları bazen hatırlar, bazen hatırlamaz.”
Bir gün annemin beni hiç hatırlamadan bir başka biriymişim gibi birlikte yaptığımız uzun yolculuğu anlattığını ve bunun ne kadar ağırıma gittiğini ifade ediyorum ve böyle birşey yaşayıp yaşamadıklarını soruyorum. “Hiç beni unutmadı, en kötü anda bile ‘Nurdan’ dedi ama çok kötü bir felç geçirmişti, gözü kapandı, dudağı aşağıya düştü hastaneye kaldırdık, o gün babam geldi ve babama sen kimsin diye sordu, yanında da kardeşim vardı Umut; ‘babama sen Umut’un babası mısın’ diye sordu ancak kendi oğlu olduğunun farkında değildi.” Bu duruma alışamayan babasının, ninesini ziyarete gelemediğini de anlatıyor. Bütün hastalıklarda sevginin ne kadar önemli olduğunu konuşuyoruz sonra ve ardıç ağacı ve kuşunun olduğu gibi bir durumda bulunduğumuzu dile getiriyoruz. Bunun üzerine Nurdan Sayılı bu ilişki biçiminin yol açtığı ağır sorumluluğu şu cümlelerle ifade ediyor: “Bir gün bana dedi ki; ‘beni yaşama bağlayan sensin, sen gelmediğinde ben ölecem’, bu nedenle bir gün gelemesem hastaneye, ertesi gün daha kötü bulurum kendisini gibi geliyor bana...”
BİR BAŞKA HAYAT DEVAM EDERKEN
Bir yanda devam eden bir başka hayat var iken diğer yandan bu zor sorumluluğun nasıl altından kalktığını soruyorum... Alzheimer hastalarına karşı sabır ve anlayışın çok önemli olduğunu anlatıyor Nurdan Sayılı ve “Nasıl olur ben de bilmem” diyor ve ekliyor “Ninem çok ağır hasta olduğu bir dönemde onunla daha çok zaman geçirmeye başlayınca kızım Sude bir gün dayanamayarak ‘anne ben de hasta olsam bana da bakar mısın?’dedi.” Yaşamından nasıl ödün verdiğini de anlatıyor: “Kursa gitmek isterim gidemem, yapmak istediğim çok şey var, yurt dışına da aynı şekilde uzun süreli gidemem onu yalnız bırakmak istemem” diye özetliyor durumu... Ninesinin kendisini büyüttüğünü anlatan Nurdan Sayılı, ona olan bağlılığını “Annem, babam, o benim herşeyimdir” şeklinde ifade ediyor...
Not: Adres Dergisi’nin 81’inci sayısında yayımlanan ‘Alzheimer’ başlıklı yazım, hastalığın evreleri, yakın belleğin kaybedilmesi, zaman-mekân ve insanın yitirilip-bulunduğu veya ‘yok’ olduğu durumla birlikte düşünülerek, şiirin med-cezir halleriyle ile bir paralellik kurmak niyetiyle kaleme alınmış bir şiir-yazı olarak tasarlandı. Sırf “Entelektüel” kaygılarla değil yaşanmışlıkların bendeki ifadesi böyle olduğu için yazı da öyle şekillendi. Adres Dergisi’nin çerçevesinin dışına çıktığının bilinciyle yine de yazıyı yayımlama nezaketi gösteren Tayfun ve Cenk’e teşekkürlerimi sunarım...