HANİ TÜRKİYE BİZİ KORUYACAKTI?

Sami Özuslu

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’la ilgili hukuken iki temel görevi vardır.

Bunlardan biri ‘garantör ülke’ sıfatıyla ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamlılığını ve bütünlüğünü sağlamak’tır.

İkincisi ise KKTC Anayasası’nın 10 numaralı geçici maddesinde yer alan ‘KKTC’nin iç ve dış güvenliğini sağlamak’tır.

Kuşkusuz KKTC ile ilgili olanın uluslararası hukuk bakımından bir anlamı yoktur. Ama fiilen durum böyledir. Bu yüzden de polis teşkilatı da TC ordusuna bağlıdır.

KKTC Anayasası’nın meşhur geçici 10’uncu maddesi şöyle der:

Kıbrıs Türk halkının savunması ve iç güvenliği ile milletlerarası durum gerektirdiği sürece bu Anayasanın 117. maddesinde yer alan kurallar yürürlüğe girmez. Anayasa yürürlüğe girdiği tarihte dış ve iç güvenliğin sağlanmasında kullanılan bütün kuvvetlerle, bunlara ilişkin olarak uygulamada olan usul ve hükümlerin ve bu konularda kabul edilmiş ve edilecek işbirliği esaslarının uygulanmasına devam olunur.

Bu madde ile ‘savunma ve güvenlikle ilgili sivil yönetimin yetkili olmasını öngören’ 117’nci madde askıya alınmıştır. ‘Gerektirdiği sürece’ bu durum böyle devam edecektir. Zaten yaklaşık 30 senedir uygulama devam ediyor. Çözümsüzlük koşullarında bir değişiklik de beklenmiyor.

İşin özeti, Türkiye Cumhuriyeti KKTC’nin hem dış, ama hem de iç güvenliğinden sorumludur.

Yani Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıslı Türkleri ‘yabancıların olası saldırılarına karşı korumak’ dışında tek tek ‘hepimizin can ve mal güvenliği’nden de sorumludur.

Kutlu Adalı’nın güvenliği dahil…

Oysa Kutlu Adalı’nın devletin derinliklerine yuvalanmış, devlet yöneticilerinin talimatı ve de devlete ait paralarla tutulan ‘profesyonel katiller’ tarafından öldürüldüğü artık elle tutulur hale gelmiş durumdadır. Ortada artık somut bir ifşaat, aleni bir itiraf, birinci ağızdan aktarılan bir ifade vardır.

Bu anlamda Adalı cinayetiyle ilgili ‘tuğla’ çekilmiştir. Gereği yapılırsa eğer, gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.

***

Ama Sedat Peker’in itirafları ve ‘derin devlet’in Kıbrıs bağlantısıyla ilgili diğer açıklama ve yorumlar durumun çok daha vahim olduğunu gösteriyor.

KKTC’nin bugün geldiği ‘arka bahçe’ hallerinin bizzat Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından bizzat planlanmış olduğu anlaşılıyor.

Peker’in de değindiği gibi Kutlu Adalı ‘KKTC’nin kumar ve uyuşturucu merkezi’ haline getirilmek istenmesine adeta isyan ediyor, sürekli buna itiraz ediyordu.

Nitekim Türkiye’de kumarhanelerin kapatılmasının devlet yönetimi tarafından alınmış ‘stratejik’ bir karar olduğu ve aynı stratejide ‘Kuzey Kıbrıs ekonomisinin kumara dayalı hale getirilmek istendiği’ şimdilerde çok daha açık seçik algılanabiliyor.

Bu kararla Türkiye’deki kumarhane sektörü bütünüyle Kuzey Kıbrıs’a postalanacaktı.

Bunun anlamı KKTC’nin birçok çeteye ev sahipliği yapması, her türlü suç şebekesinin burara dolmasıydı!

Bu kararı bizzat Türkiye Cumhuriyeti devleti almış ve uygulamaya sokmuştu.

O günden sonra Kuzey Kıbrıs’ta kriminal olaylar adeta patladı. Bu  ülkede suçun envai çeşidi vardır artık.

Peki ama, hani Türkiye bizim canımızı ve malımızı koruyacaktı?

Kutlu Adalı dahil, bütün ‘Adalılar’ın?

Geçici 10’uncu madde öyle demiyor muydu?