“Haberim yokmuş gibi çek panpa”

Birol Karaman

Sosyal medya kullanımının alabildiğine yaygınlaştığı bir çağda, fotoğraf çektiren kişinin çekim sırasında fotoğraf çekildiğinden habersizmiş gibi davranması durumu, başlıkta bulunan ifadeyle açıklanır oldu. Bir yandan eğlenceli fotoğraf kareleri ortaya çıkmasına neden olan bu yöntem aslında kendi içerisinde ortam şartlarını görmezden gelen bir anlayışı, yani bir anlamda samimiyetsizliği de anlatıyor ister istemez.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından hükümet kurma süreçlerine dair yapılan kimi değerlendirmeleri takip ederken tam da bu duygunun hâkim olduğu bir illüzyon yaratılmaya çalışıldığını hissediyorum.

Kurulacak bir hükümetin mutlak surette UBP’nin başkanlığında olması gerektiğini savunanlarda bu duygu daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor.

***

Mecliste en fazla milletvekiline sahip partinin kurulacak bir hükümette yer alması elbette demokrasinin gereğidir. Bu doğru. Ancak aynı partinin Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında topladığı kurultayda binlerce üyesinin iradesini yokmuş gibi varsayarak yeni bir süreç başlatması ne kadar demokratiktir? Bunun da açıklanması gerekiyor.

Daha en başından “Genel Sekreter, parti başkanının yokluğunda parti başkan vekili olarak görev yapar” anlayışıyla hareket edilmiş olunsaydı burada kimsenin söyleyecek bir sözü de olmazdı sanırım. Ancak kurultay toplanıp ilk turunu tamamladıktan sonra ortaya inandırıcı hiçbir gerekçe sunamadan yapılan erteleme ve izlenmeye çalışılan yeni yol, hakem tarafından ertelenen bir futbol maçına benziyor bana kalırsa.

Maç başlamış, seyirciler stadyumda yerini almış, forvetler koşar adım gole doğru gidiyor ve tam o anda hakem düdüğü çalıp maçı tatil ettiğini ilan ediyor! Üstelik de tatil ettiği maçta kazananın saha dışında bulunan bir takım olduğunu ilan ederek…

Sayın Ersan Saner’in yürüttüğü hükümet kurma süreçlerinin bir sonuca varamamasındaki etkenlerden birinin ve belki de en önemlisinin bu olduğunu göz ardı edemeyiz. Parti başkanını bile seçemeyen bir partiyle ülkeyi yönetmek üzere bir hükümet kurmayı kimsenin kolay kolay göze alamadığını görebilmemiz gerekiyor. Burada yaşananların neresi demokrasiyle bağdaştırılabilir? UBP’li olmuş veya CTP’li olmuş; seçimde olmuş veya kurultayda olmuş; ipotek konulan irade bir bütün olarak Kıbrıslı Türklerin iradesi değil midir?

Peki, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmak için her yolu mubah gören bir anlayışla hareket ederek kendi partisini de müdahalelere açık hale getiren tavırlar demokrasi tartışmalarının ne kadar dışında tutulabilir?

Bunların tümünü bir yana bırakacak olursak daha önce hem ikinci cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın hem de üçüncü cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’nun başbakan olduğu dönemde cumhurbaşkanlığına yürürken izlediği hukuki ve demokratik teamülün izlenmemiş olması neden konuşulmuyor? Sırf yapılacak olan UBP kurultayında vekâlet verdiği kişiye avantaj olur endişesiyle bir bakana vekâlet bırakmadan Cumhurbaşkanlığı’na giden Ersin Tatar’ın büyük hatasını görmezden mi geleceğiz? Bu anlamda sistemi kilitleyen bizzat Sayın Cumhurbaşkanı değil midir?

En kısa sürede seçime gidip iradeyi yenileme ihtiyacı doğduğunda önümüze çıkan en büyük engel olan bütçenin meclisten geçirilememiş olması tam da bu teamülün izlenmemiş olması sebebiyle ortaya çıkmamış mıdır? Şimdi bunların hiç biri yaşanmamış gibi davranarak yapılan demokrasi vurgularının kimseye samimi gelmiyor oluşunun altında yatan gerekçelerin biraz da bu olduğunu düşünüyorum.

Açık olan şu ki; Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle başlayan, ardından UBP kurultayına kadar uzanarak demokratik zeminde yaratılan ağır tahribatın halkoyuyla giderilmesi, bu anlamda iradenin yenilenmesi gerekiyor. Bunun için de önce bütçenin meclisten geçirilmesi, ardından Seçim ve Halkoylaması Yasası’ndaki düzenlemelerin yapılması ve sonrasında ise mümkün olan en kısa sürede sandık kurularak sırf birileri cumhurbaşkanı olsun diye yerinden sökülen taşların yeniden yerine oturtulması gerekiyor.

Tam da bu aşamada yanık bir üslupla “Seçime gideceğiz de ne değişecek?” türküsünü söyleyenlere aldırmamak gerekiyor! Bunun söyleyenler zaten Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yönetme kapasitesinin olmadığına inanarak “bizden bir şey olmaz” umutsuzluğunu yerleştirmeye çalışanlardır. Bu umutsuzluğa hiçbirimiz kapılmamalıyız. Her ne kadar tatsız tecrübeler yaşamış olsak da bütün bu yaşananların bizi getirdiği noktada, asıl iradenin Kıbrıslı Türklerden kaynaklandığı ve bunun üzerinde başka hiçbir gücün olamayacağı artık herkes tarafından görülmüştür diye inanıyorum. Ya da inanmak istiyorum.  

Şimdi kurulması gerekliliği ortaya çıkan hükümet tam da bu maksatlarla kurulmalı, Kıbrıslı Türklerin iradesi sandık yoluyla yeniden tesis edilmelidir. Buna başka anlamlar yüklemeye çalışmak iyi niyetli olmadığı gibi haberi yokmuş gibi fotoğraf çektirme gayreti içerisine giren bir tarzı hatırlatıyor bana. Bunun bir yanıyla eğlenceli olduğunu kabul ediyorum ama açık söylemek gerekirse içerisinde pek bir samimiyet barındırdığını da düşün.