Haber mi, reklam mı?

Süleyman İrvan


Gazetelerde sık sık haber formatına büründürülmüş reklamlara rastlıyoruz. İngilizce literatürde bu melez yazı türüne advertorial deniyor. Melez, çünkü gazetecilik dili ile reklam dilini birlikte kullanıyor. Bu yazı türü, özü itibarıyla reklam olmasına karşın, habere benziyor.
Habere duyulan güveni istismar etmek
Yapılan araştırmalar, insanların haberlere farklı bir güven duygusuyla baktığını gösteriyor. Reklamlara ise daha çok kuşkuyla yaklaşılıyor. Şirketlerin haber reklamları tercih etmelerinin temel nedeni, haber duyulan güven duygusundan yararlanmak. Ürün veya hizmetleri tanıtıcı reklamlar haber formatında sunulduğunda, okurların bu yazıları haber gibi algılama olasılığı çok yüksek.
Etik ilkelere göre yasak
Gazetecilik etiği açısından bakıldığında, haberlerle reklamlar arasında net bir ayrım yapıldığını, ikisi arasında tereddüde yer bırakmayacak şekilde sınır çizilmesi gerektiğini görüyoruz. Örneğin Yenidüzen gazetesi yayın ilkelerinde, “İlan ve reklam niteliğindeki yayınların bu nitelikleri, tereddüde yer bırakmayacak şekilde belirtilir” deniyor.
Haber reklamlardan örnekler
Geçtiğimiz hafta içinde Yenidüzen gazetesinde, üstelik Yenidüzen imzasıyla yayımlanan bazı haberlerin, yazı diline bakıldığında haber formatına büründürülmüş reklamlar olduğu görülebiliyor.
→ 19 Şubat’ta, 33. sayfada “TELSİM Freezone ile sudan ucuz konuşun” başlıklı haber, YD imzasıyla yayımlanmış. Haberin girişi şöyle: “Gençlik bir kere yaşanır, özgürce yaşa! Telsim Freezone ile özgür olmak gençliğin elinde! İletişim fırsatlarının yanında birçok avantaj, Telsim Freezone’da gençleri bekliyor.”
→ 20 Şubat’ta, 39. sayfada yayımlanan “Büyük kampanya” başlıklı habere bakalım. YD imzalı haberin daha ilk cümlesi şöyle başlıyor: “iPAD Mini, ayda 5 GB internet paketiyle 65 TL’den başlayan fiyatlarla Telsim Shop’larda. Telsim’liler, kendisi küçük yaptıkları büyük iPAD Mini’ye cazip fiyatlarla çok kolay sahip olabiliyor.”
→ 21 Şubat’ta, 39. Sayfada yayımlanan “Genç Kafası’na yoğun ilgi devam ediyor” başlıklı haber de reklam dilinde yazılmış. Haberin spotunda, “Genç Kafası tarifesi kullanan gençler, çok avantajlı fiyatlarla konuşma, mesajlaşma ve internet faydalarından yararlanabiliyorlar” denmiş.
Okur temsilcisinin değerlendirmesi   
Yukarıda örneklediğim haberlere konu olan GSM şirketleri bu ülke medyası ve elbette Yenidüzen için en önemli reklam verenler olabilir. Ancak bu durum, ilan edilmiş etik ilkelerin askıya alınmasını gerektirmez. Alıntı yaptığım cümlelerden de açıkça görülebileceği gibi, gazetede yayımlanan bu yazılara haber demek mümkün değildir. Bu yazılar, reklam diliyle yazılmış, ürünü veya şirketi öven yazılardır. Dolayısıyla, birincisi, bu yazılara Yenidüzen imzası koymamamak gerekir. Yenidüzen imzalı her haber, etik ilkelerin süzgecinden geçmek durumundadır. İkinci olarak da, bu metinlerin reklam haber olduğunu belirten, “advertoryal” veya “reklam haber” gibi bir ifadenin yazının görünür bir yerinde mutlaka kullanılması gerekir. Bu yapıldığında okurlar, neyin haber neyin reklam olduğunu bariz biçimde görecekler ve yazılarda ileri sürülen “çok avantajlı”, “büyük kampanya”, “yoğun ilgi” gibi iddiaları daha nesnel biçimde değerlendirme olanağına sahip olacaklardır.

/ / /

Yük gemisi İran’dan Taşucu’na nasıl yüzdü?
Yenidüzen’de 19 Şubat tarihinde 2. Sayfada yayımlanan, “Taşucu’ndan KKTC’ye gelen Akgünler’e ait, Kalaşnikof silah yüklü gemi!” başlıklı haberde, “İran’dan kalkan yük gemisinin içerisinde 21 bin mermi ve bir konteyner Kalaşnikof silah bulunduğu öğrenildi” deniyor. Haber Türkiye’de yayımlanan Takvim gazetesinden alınmış.
Bir gün sonra, haberin detaylarını öğrenme fırsatı yakaladık. Akgünler Denizcilik Şirketi sahibi Ünal Çağıner, olayın doğrusunu basına açıklamış. Buna göre, Lübnan’ın Tripoli limanından alınan yükler arasında jeneratör yüklü 9 adet tır da varmış. Jeneratör yüklü tırların Bağdat’a gideceği ifade edilmiş. Taşucu limanında bu tırlar incelenirken 1 tırda silah ve mermi bulunmuş. İkinci haberde İran ismi hiç geçmiyor. Zaten İran’dan kalkan geminin Türkiye üzerinden Kıbrıs’a gelmesi de olanaksız. İlk haber gazeteye konulmadan ilgili şirket aranmış olsaydı, yanlışlığa da
düşülmemiş olacaktı.

/ / /

Kriter olmayınca
Geçen Pazartesi günü (18 Şubat) Havadis gazetesi önemli bir habere imza attı ve Lefkoşa Türk Belediyesi’nin 2009-2011 yılları arasında medyaya verdiği ilan ve reklam paralarını açıkladı. Birinci sayfadan verilen tablo ilginçti. Örneğin, tiraj sıralamasında alt sıralarda bulunan Kıbrıslı gazetesi en fazla reklam parası alan gazete olarak görünüyordu. Tablonun ayrıntısına girmeye gerek yok.  Ancak, bu tablo, bu ülkede resmi (kamusal) ilan ve reklamların son derece öznel kriterlere göre dağıtıldığının bir kanıtı niteliğinde.  
Yapılması gereken ve doğru olan, ilan ve reklamların nesnel kriterler gözetilerek verilmesidir. Bunun için, Türkiye’deki Basın İlan Kurumu’na benzer ama mutlaka özerk yapıda bir kurum oluşturulabilir ve bu kurum, önceden belirlenen nesnel kriterler çerçevesinde ilan ve reklamların dağıtımını üstlenebilir.
Kriterler neler olmalı?
Birincisi, gazetelerin tirajları, radyo ve televizyonların dinlenme ve izlenme oranlarıdır. Bu ülkede hangi gazetenin ne kadar tirajı olduğunu bilen var mıdır bilmem. Bende bu bilgiler yok. Oysa, başka kurumlara saydamlık çağrısı yapan gazetelerin de saydam olması ve tirajlarını açıklaması gerekir. Radyo ve televizyonların izlenme ve dinlenme oranlarını saptamak da Yayın Yüksek Kurulu’nun görev sınırları içindedir.
İkincisi, medya kuruluşlarının Basın-İş Yasası çerçevesinde sözleşmeli olarak çalıştırdığı basın kartı sahibi gazeteci sayısıdır. Örneğin, bir medya kuruluşunun ilan ve reklam alabilmesi için en az 3 gazeteci istihdam etmesi koşulu aranabilir.
Üçüncü olarak, basın meslek ilkelerine uygunluk kriteridir. Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği’nin öncülüğünde oluşturulmaya çalışılan Basın Etik Kurulu bu noktada devreye sokulabilir. 
Bu üç kritere göre harekete edildiğinde daha saydam bir medya ortamına kavuşmak mümkündür.

/ / /     

Gazetecinin tanıklığı
19 Şubat tarihli Yenidüzen’in 4. sayfasında Didem Menteş imzalı ve “Gazetecinin tanıklığı şahadet yasasına uygun değil” başlıklı haber dikkatimi çekti.  Kamuoyunun yakın bilgisinde olan çocuk Mustafa Diker davasında bazı gazeteciler de tanık olarak dinlenmiş mahkemede. Ancak, sanık avukatı gazetecilerin tanıklık yapmasına itiraz etmiş. Gerekçesi oldukça ilginç geldi bana: “Gazetecilerin birtakım bulguları süsleyerek sansasyon yarattığı ve bu süslemeyle mahkemenin etkileneceği düşüncesinde olduğunu, dolayısıyla tanıklık etmelerinin şahadet yasasına uygun olmadığını” ifade etmiş avukat. 
Şahadet Yasası’nın 13. maddesi kimlerin tanıklık yapabileceğini tanımlıyor: “Bu Yasanın 14. maddesine bağlı kalınması koşuluyla, küçük yaş, ussal yetersizlik veya bu tür başka bir neden yüzünden doğru söylemek gerektiğini bilmekten, sorulan soruları anlamaktan veya bu sorulara makul yanıtlar vermekten aciz olduğuna Mahkemece kanaat getirilmedikçe, herkes hukuk veya ceza işlemlerinde şahadet vermeye ehildir.”
Biz, “gazetecilik doğruyu söyleme mesleğidir” deriz ama demek ki toplum nazarında gazetecilerin farklı bir algısı var.