GÜZEL GÜNLERE İNANMAK

Neşe Yaşın

Nasıl anlatsam sana? İçim paramparça, dayanamıyorum dünyanın haline. Diz boyu adaletsizlikler bir girdaba doğru sürüklüyor beni. Tutunabileceğim ne var diye bakıyorum. Zalim babaların evine mahkûm olmuş çocuklar vardır ya; onlara benzetiyorum halimi. Odama kapanıp içime doğru ağlıyor; pencereden kaçma planları kuruyorum. Gerçekleri haykırmak, çelişkilerini yüzüne vurmak istiyorum ama tokadı şaklıyor suratıma. Konuşamıyorum. Tehdit ediyor beni. Sofrada otururken boğazıma diziliyor lokmalar. Bana uymayan giysiler giyiyorum. Yüzüm, sıkıntıdan ergen sivilceleriyle dolu;  sokağa çıkamıyorum. Bakışlarım ezik,  kalbimin kırığı gözlerimden bakıyor. Adaletsizlik, yalan, kibir ve ikiyüzlülük kuşatmış her yanımı.  Hayat nasıl da zor… Ev içleri hapishane, sokaklar taciz ve tecavüz dolu.

Öyle cümleler kuruyor ki kimileri öfkeden atlar şahlanıyor içimde. Yalan söylüyor,  aşağılıyor, hor görüp karalıyor, komplolar tasarlıyorlar. Eski Türk filmlerinin kötü adamlarına benziyorlar tıpkı. Bakışları korkutucu, merhamet duyguları körelmiş.
Kötülük ve adaletsizliğin sınır tanımazlığı bazen dilimi bağlar benim. Yemeğe küsen küçük kızlar gibi olurum. Sofraya oturmam. Suskun bir protestoya geçer içime doğru konuşurum yalnızca. Bu İstanbul sabahında da böyleyim bugün. Türkiye’de seçim öncesi haber programlarını izlemekten, HDP Diyarbakır mitingindeki patlama görüntülerine bakmaktan, sosyal medya yorumlarını okumaktan sersemlemiş haldeyim. Ne desem isyanımı dillendirmeye, ruh halimi ifade etmeye yetmeyecek sanki. Dünyadaki her şeye, penceremin önünden geçen kuşlara, kelimelere bile küsmüş haldeyim. Düşüncelerimin kalbi durmuş.
Oysa insanın en çok konuşması gereken böyle anlardır. Belki de güzel şeylerden, umuttan en çok böyle zamanlarda söz etmek gerekir. Kötülüğe yenilmemek, hayata sımsıkı tutunmak, adaletsizliğe karşı direnmek böyle bir anda değilse ne zaman?
Neşeye izin vermiyorlar, bir halkın renklerle donattığı o güzelim bayram alanını kana bulayabiliyorlar. Hakları olmayanı almaya,  önlerinde koca bir tabak dururken bir başkasının küçücük lokmasını bile çalmaya kalkışıyorlar.
Bu kötülüğün cezasını bulduğunu görmek istiyorum. Yalanın açığa çıktığı anı… Kandırılmış olanın birden uyanışını… Bu nefret dilinin, düşmanlığın mahkûm edilişini görmek istiyorum.
Kıbrıs’ta sınırın geçilmez olduğu günlerde de hissetmiştim bunu… Barikatta saatlerce bekletilip sonrasında ret cevabı aldığımız, Lefkoşa’nın bir tarafından öbür tarafına sadece kediler ve kuşların geçebildiği, kalbimizin defalarca kırıldığı, otoritenin ve inkarın, yalanın ve militarizmin tokadının defalarca yüzümüze çarptığı o günlerde…

Hayat böyle zamanlarla doluydu aslına bakılırsa. Söylediklerimiz, yazdıklarımız, düşüncelerimiz, duygularımız için bize savaş açılan, mahvımız için planlar kurulan zamanlarla.
Direnerek pek çok şeyi değiştirebildik ama… Cümlelerimiz için bizi suçlayanlar sonradan aynı cümleleri kurar oldular; yaptıklarımız için hain diyenler sonradan aynı şeyleri yaptılar. Yasak coğrafyalar legalleşti, ağza alınmasına izin vermedikleri kavramlar sıradanlaştı. Eskiden yapılması cesaret isteyen, delilik olarak görünenler gündelik pratik haline geldi. Bütün bunlar için çok acılar çekildi, çok mağduriyetler yaşandı ama boşa gitmedi.
Değişime inanmak istiyorum.  Aynı duyguyla çarpan kalplerin gürültüsünün kötülüğün silah seslerini bastıracağına, yalancının mumunun söneceğine, haklı olanın masumiyetinin kötülüğün içinde ışıldayacağına… Barışın kalplerde yer bulacağına, yanlış hesabın Bağdat’tan döneceğine, güneşli güzel günlere inanmak istiyorum.
Yarın bambaşka bir gün olabilir. Her şeye rağmen, her türlü komplo ve kötülüğe rağmen iyiliğin kazandığını görebiliriz.  Dünkü kıyımdan sonra naçizane avuntum bu…