GÜVENLİK, GARANTİLER -2-

Ferdi Sabit Soyer

Garantiler, Kıbrıs sorununun Güvenlikle de bağlantılı, ama bununla da sınırlı olmayan  bir sorunsalıdır.

Evet, Güvenlikle bağlantılıdır. Çünkü Kıbrıs Türk Toplumu Garantileri kendi güvenliğinin bütünleyici bir unsuru olarak görmekte ama  Kıbrıs Rum Toplumu da Garantileri, kendisi ile ilgili olarak güvensizliğin bir unsuru olarak değerlendirmektedir.

Ancak Garantiler; yalnız iki toplumun meselesi değildir. Kıbrıs gibi stratejik bir adada, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu'da çıkarları olan konu ile ilgili devletlerle, dünya siyasetinde etkili olan büyük güçlerinde doğrudan ve dolaylı olarak konusudur.

Nitekim Garantiler konusunun görüşülmesini, iki toplum sürdürülen çözüm görüşmelerinin son aşamasında, ilgili Garantör  ülkelerin yapacağı toplantıda ele alınması üzerinde anlayış birlikteliği oluşturmuştur.

Bunun adı da uluslararası bir antlaşma olduğu için imzacı devletlerin hal etmesi gereken bir mesele olarak konmuştur. Bu bir yanı  ile doğru ve makul bir görüştür. Ama işin esasında, bir özlü nokta daha vardır.

Bu ise, Garantör ülkelerin Kıbrıs gibi stratejik bir adada, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu'daki çıkarları ile  ilgili doğrudan bağlantılı olması gerçeğidir.

Bu yüzden Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde kurulacak olan Federal Kıbrıs antlaşmasının  sonucu ne istese olsun konu, bu boyutu ile de bağlantılıdır.

Dolayısı ile Kıbrıs sorununa bir an önce çözüm bulmak kararlılığında olan Kıbrıs'ın siyasi güçleri, bu konuyu bu bütünlükle ele almalıdır.

Yani biz Türkçe ve Elence konuşan Kıbrıslılar, kendi geleceğimiz için Federal ilkelerde adayı her alanda paylaşma konusunda uzlaşırken, ayni zamanda içimize sinse de sinmese de, bu sorunsala bağlı olarak, Kıbrıs adası üzerinde doğrudan veya dolaylı olarak stratejik çıkarları olan ülkelerle de bir ortak noktayı yakalamak zorundayız. Aksi, bugünün konjuktüründe çözüm sürecinde arzulanan noktayı yakalayamamaktır..Çözümsüzlük yıllanmaya devam eder...

BİR YORUM...

Bakın, öncelikle bir noktayı, olaya yaklaşım mantığı olarak kendimce değerlendirmek isterim. Avustralya, Kanada bugün, hem dünyanın, hem de bölgelerinin etkin bağımsız ülkeleridir.

Ancak bu ülkeler, İngiliz sömürgesi olmaktan kurtulup, bağımsızlıklarına kavuştukları zaman, o günkü koşullarda İngiltere'nin  dayatması ile Anayasalarına bir kural koydular.

Buna göre İngiliz Kraliçesi ve Kralı onların da Kral ve Kraliçesi olacaktı.

Bu ilk ortaya çıktığında o ülkelerin insanları elbette bunu içlerine sindiremediler. Bu ne, nasıl bağımsızlık bu, dediler. Hele, Kanada gibi ciddi bir Fransız varlığı olan ülkede, herhalde bu konu, manevi ve siyasi olarak daha ağırdı.

Ancak  bu Anayasal kural, günümüzde  sembolün de ötesinde, hiç bir anlamı olmayan bir unsur olmuştur.

Çünkü, bu iki ülke, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, buna bakmayarak, demokratik, siyasi, ekonomik, kültürel her alanda ilerlediler, geliştiler.

Şimdi bu örnekten  hareketle, eğer, 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini, onun Anayasal düzenini,  bunu oluşturan iki toplum içselleştirmiş ve tüm çabasını, demokratik hukuk devleti ilkeleri ve sosyal adalet içinde, ekonomik gelişme arayışına  döndürmüş olsaydı; Kıbrıs'ta Garanti Antlaşması, İngiliz Kraliçesi ve Kralı'nın Avustralya ve Kanada'nın da Kraliyet ailesi olduğuna dair Anayasalarında var olan ve  günümüzde anlamsız hale gelmesi gibi olmayacak mıydı?

Üstelik bu içselleştirme gelişmiş olsaydı; bu durum, yalnız Kıbrıs için barışın yaşam biçimine dönüştüğü bir duruma yol açmayacaktı. Ayni zamanda, Türkiye ve Yunanistan'ın birbiri ile daha barışık ilişki içinde olmasını sağlayacaktı. Üstelik Kıbrıslıların "Anavatan" dediği bu ülkelerinde Kıbrıs yüzünden  kendi  demokratik süreçlerinin sakatlamasına da yol açmayacaktı. Doğu Akdeniz'de ve bölgede ortak çıkar temelini oluşturmaya katkısı olacaktı. Ege'deki barışı da geliştirecekti.

Bunun bölgeye ve dünya barışına getireceği olumlulukları ise, günümüzde, yaşadıklarımız ve Doğu Akdeniz'in dünya devletlerinin donanmalarının garajı olma hali ile hayıflanarak olsa da düşünürsek , bu sorunun aşılmasının gelecek için önemini daha çok değerlendirebiliriz.

Dolayısı ile Garanti konusu, iki toplumun birbiri ile barış ve demokratik uyum içinde, ortaklaşa ve beraberce var olma iradesi ile de doğrudan bağlantılıdır.

GÜNÜMÜZ...

Günümüze geldiğimizde bu sorunla ilgili olarak yapılan çeşitli açıklamalar üzerinde duralım. En sonuncusundan başlayalım. Türkiye'yi ziyaret eden AKEL heyetinin yaptığı açıklamaları temel alalım.Bu açıklamalarda üç vurgulayıcı unsur var.

Biri, Türkiye'nin  adada NATO Garantisini istemediği.
İkincisi,Türkiye'nin adanın Garantörlüğünden  vazgeçmeyeceği. 
Üçüncüsü ise Türkiye'nin Garantörlük  antlaşmasının içeriğini görüşmeye açık olduğudur.

Türkiye'nin bu yaklaşımının Güneyde, bilinen Federal çözüm karşıtları dışında, çok da büyük bir reaksiyon almadığını da bu ziyaret sonrası yaşananlardan gördük.

Bunu değerlendirmek gerekir.

Türkiye'nin söylediği çok açık. Yazımın başında ifade ettiğim gerçeği kendisi, Türkiye açısından çok net oraya koydu.

Doğu Akdeniz ve Orta Doğu'da çıkarları olan bölgenin bir büyük gücü olarak, adadaki Garantiler üzerinden oluşan çıkarlarını asla göz ardı etmek istemediğini yine ortaya koydu.

Yine dedim, çünkü, geçmişte bazı Türkiye siyasetçileri, üstelikte çok sevdiğimiz isimler, bizi Kıbrıslı Türkler  olarak çok kıran ifadelerle de bunu söylemişlerdi.

"Adada bir tek Türk olmasa dahi, bizim Kıbrıs toprağına  bağlı stratejik çıkarlarımız var" demişlerdi. Geçmişteki Achenson Planları bunun tarihi açık göstergesidir.

Dolayısı ile Garanti sorunsalını, adada Federal çözüm bulma çabası içinde olan bizler, bu boyutu da göz ardı etmeden ele almalıyız.

Çünkü, İngiltere'nin Garantiler olmasa dahi adada, İngiliz üsleri vasıtası ile bölgesel çıkarlarını koruyacak varlığı var. Yunanistan'da BM ve AB üyesi olan ve günümüzde Elen Karakterli olan KC'nin "meşru" hükümeti ile yapılmış askeri ve siyasi ortaklık ve işbirliği antlaşmaları var.

Üstelik tarihi sıkıntılar ve karşılıklı güvensizlik nedeni ile Doğu Akdeniz'de Yunanistan'ın Türkiye ile yarışan çıkar çelişkisi var. Bakın Türkiye ile çatışan Mısır ve İsrail, kısa süre içinde Yunanistan'ın dostluk geliştirdiği ülkeler oldu.

Yani iki ülkenin Doğu Akdeniz'deki çıkarları, ada üzerinde ortak paydada buluşmazsa, bu adada huzur bulamayacağımız açıktır,

Böylesi bir yapının içinde Türkiye'nin ada üzerinde bölgesel çıkarları için Garanti antlaşmasındaki ısrarcı talebini göz ardı etmemek gerekir. Çünkü bunun kendi açısından ciddi bir ihtiyaç olduğu açıktır.

Türkiye'nin adaya NATO Garantisi verilmesini NATO'nun etkin bir üyesi olarak arzulamaması ise çok olumlu ve adamızın geleceği açısından oldukça önemli bir ortak nokta olduğunu, Türkçe ve Elence konuşan tüm Kıbrıslılar değerlendirmelidir.

İşte bu noktada konu gelip Garanti Antlaşmasının içeriğine dayanmaktadır.

Türkiye bu konuyu görüşmeye açık olduğunu adaya gelen TC devlet yetkililerinin verdiği demeçlerle değil, ama Türkiye'yi ziyaret eden AKEL heyetine de söyledi.

Onlarda bunu açıkladı.

İşte bu nokta, Garanti sorunsalını makul bir içerikte  çözmek için önemli açık bir zemin olduğunu ve Türkiye'nin de buna açık bir genişlik içinde olduğunu göstermektedir.

Bunun içeriğinin nasıl oluşacağına dair çeşitli iddia ve senaryolar vardır.

Ancak bu yazıda bunlar üzerinde duramayacağım. Çünkü bu adada, çözüm istemeyenler "daha doğmamış çocuğa don biçmekte"  çok ustadırlar.

Yani bu konuda, Kıbrıs Türk Toplumunun güvenlik ihtiyaçlarını ve Kıbrıs Rum Toplumunun Güvensizlik hissini aşabilecek, ayni zamanda Türkiye dahil, bölge üzerinde çıkarları olan ülkelerin ortak paydasını bulabilecek açık fikirlilik zemininin bu konuda yapılan açıklamalarda  var olduğu açıktır...

Yani Türkiye, asla görüşmem ve içeriği ele almam demedi. Bu çok önemli. 1960 Garanti anlaşması ise adanın 'Toprak Bütünlüğünü ve Anayasal Düzenini', Garanti  etmekle ilgilidir.

Yani esas konu biziz, yani Kıbrıs'ta yaşayan insanlar.

Hem güvenliği, hem de garantiler konusunu biz, kurulacak olan Federal yapının Anayasal düzenini  ne kadar içselleştirir; adamızı birlikte ve ortaklaşa ne kadar barış, demokrasi, ekonomik gelişme, demokratik hukuk devleti ilkeleri ve iki toplumun dini, manevi, kültürel, toplumsal varlıklarına karşılıklı saygı temelinde yaşanılan  bir yer haline getirebilirsek, o zaman Güvenlik ve Garantiler;  demokratik yaşamın batanı değil, ama ortak yaşamın gelişen demokratik ortamında görünmezi olur. Avustralya ve  Kanada  örneklerini hatırdan çıkartmamak gerekiyor.