Guterres beni neden aradı?

Sami Özuslu

Dün sabahı öğlene bağlayan ve santigrat derece bakımından yılın şu ana kadarki en yüksek ısılı günü olacakmış havası veren saatlerde Serdar Denktaş'ın henüz kamulaştırıp bir yakınına vermeyi başaramadığı denize sıfır bir askeri bölge civarında balığa gitmiştim ki telefonum çaldı.

Pazar keyfi çıkarma niyetinin panzehiri telefondur. Baktım, Amerika numarası. Acaba Trump mı diye düşündüm. Açmayayım, şimdi bakalım ne ister Donald pazar pazar dedim. Çekemem. Zaten Kyoto protokolünden ABD'nin imzasını çekti. Açarsam na fırçalayacağım. Dünyayı mahvetmek mi istiyorsun diye girişeceğim. Hem basına karşı anlayışsızlığı, saldırgan tavırları yüzünden ayrıca gıcığım kendisine. Sağlam küfredeceğim eğer oysa telefondaki...

Açmayayım diyorum ama ya Trump değilse? Belki de Obama'dır. Nasıl da unuttum, kaç kez konuştuk oysa Barack'la da telefonunu kaydetmek aklıma hiç gelmedi. Tüh! Kesin odur. Şimdi açmazsam çok üzülecek. Zaten Hillary seçimi kaybetti kaybedeli ruh hali pek bozuk. O kadar dil döktüm geçen defa, Bill yüzünden oldu bunlar, senin suçun yok dedim. Oval ofis, Monica derken, faturayı saksafoncu değil eşi ödedi. Sen maraz etme. Hillary'ye söyle, ona uygun birşeyler ayarlarız. Uluslararası bir elçilik, fahri başkanlık falan. İdare edip gitsin. Balıklar da kaçacak telefonu açarsam, zira bizim Barack'ın kulakları az duyar. Bağırmazsam olmaz. Gitti bizim balık keyfi. Oysa sokanlar hafiften vurmaya başlamıştı. Gerçi hava da giderek ısınıyor, ama ayda yılda bir geliyorum zaten, sıcak mıcak avlayacağım. Ama şu Barack'a bir sesleneyim, belki kısa konuşur. Toplantıdayım, uzun konuşamam dersem belki anlayışlı olur da geçen seferki gibi iki saat yirmiyedi dakika konuşmaz. Eh, ABD Başkanı'ydı ya, beleş telefon vermişler ömür boyu, umurunda mı fatura? Hem bu saat! Fark ediyorum ki Amerika'da gecenin gece yarısı, hatta sabaha geliyor vakit. Mutlaka acildir o zaman. "Yes Barack" diye açıyorum telefonu. Good night sir diyor karşı taraf. Ne sörü yahu Barack? Noldu ama da resmileştik? Barlarda dolaşırken ikimiz sör mü derdik birbirimize? Fakat adam sör diyor, başka birşey demiyor. Sesi de bir garip. Barack'ın boğazı şişmiş olmalı. Baslaşmış sesi. Efendim Barack, hayırdır bu saatte, pazar sabahına karşı, noldu? Yoksa Trump gene senin yaptığın işlerden birini mi bozdu? Sağlık sisteminde olduğu gibi? Ben konuşuyorum ama karşıdaki başka alemde. Sör sör deyip duruyor. Galiba bu Obama değil. Buyurun, kimsiniz, kimi aramıştınız, niçin aramıştınız, nereden atamıştınız, nasıl aramıştınız gibi gazeteci soruları sormaya başlıyorum.

 

Ben diyor BM Genel Sekreteri. Antonio. Guterres. İyi diyorum, ben de adımı söylüyorum. E beni zaten bilirmiş. Kimden aldın ya numaramı da balıktayken rahatsız ettin diye kızacağım ama neyse. Bırak bakalım nedir derdi. Umarım bu da Barack gibi beleş yelefon taşımaz. Taşırsa yandık. Ne sokan kalacak, ne ısıran. Buyurun diyorum. Buyuruyor!

Tabii yahu. Akıl mı kaldı? Niçin arayacak Guterres? Akıncı ve Anastasiadis'le yemek öncesi fikir danışacak. Bence dedim kebap koy önlerine. Karışık. Şiş, şeftali, pirzola, köfte. Pidecik da olsun. Maydanoz soğan bol tarafından. Biraz da gonyak. Korkma, o yemekten her türlü sonuç çıkar. Kıbrıslı dediğin midesine düşkün olur. Öyle azacık yemekle olmaz. Bol meze tabağı da olsun muhakkak. Kan şekerleri yükselirse bilirsin. Herşeye evet derler. Cenevre'ye gelmem diyemezler. Fakat sakın sizin şefler bir parça et, yanına da haşlanmış sebze koyup işte yemek bu, afiyet olsun demesinler. Vallahi harp bile çıkar. Biz öyle süslü ama boş tabaklarla doymayız. Asabımız bozulur. Vallahi kavga çıkar. Sonra da sokağa çıkıp beraber ilk çorbacıda alırlar soluğu. Sakın. Belki dedim bunu söyleyince Antonio telefonu kapatır da sokanlar dağılmadan birkaç olta daha sallarım. Teşekkür etti, tavsiyelerime aynen uyulacağını söyledi. Yemekte aslında haşlanmış patates, havuç ve sarı biberle tatlandırılmış kibrit kutusu büyüklüğünde hindi füme vermeyi planlıyorlarmış. Verilmiş sadakaları varmış ki beni aramış. Cenevre cepte dedim. Hade da iyisin Antoni. Bak bu iyiliğimi unutma, hem Kıbrıs'a gelirsen seni sokana götüreceğim. Sen de Akdenizlisin nasılsa. Portekiz'de muhakkak gitmişsindir balığa. Uu, çok severmiş, sandalla az mı balığa çıkmış. Ne alemler yaparmış gençliğinde ama şimdi dünyayı kurtarması lazımmış, o yüzden zaman bulamıyormuş. İlk fırsatta mutlaka gelecekmiş.

 

Gelirken çözüm yapmayacaklarsa bizimkileri bırak, orada kalsınlar dedim. Çözerlerse buyursunlar dedim. Tamam dedi. Tam Guterres'e bay bay canım, bırak da biraz da balık avlayalım. Bak bazmolaya bazmolaya birazdan balon balıkları dadanacak. Sen de yat uyu. Size afiyetler, diyecektim. Yeğenlerimin sesiyle uyandım. Sıcak hava iyi gelmemiş. Beni kayalıkların üzerinde bulmuşlar. Kolonya limon falan koklattılar. Yaz geldi, fark etmemişim. Guterres'i sordum. İçlerinden biri bunu hastaneye götürelim de beyni sulandı dedi. İnanmazsanız telefona bakın, Amerika'dan aradı. E vallahi aradı. Billahi aradı. Liderlere ne yedirelim diye sordu. Kebap dedim. Karışık. Tüh. Summak da koy diyecektim, unuttum. Bana Antonio'yu bağlayın. Çok önemli. Summaksız olmaz! Ne hastanesi? İnanmıyorsanız bakın, Akıncı ve Anastasiadis Cenevre'ye gidiyor mu gitmiyor mu? Asıl sizin beyniniz sulandı! Hade ha!..