Green Line

Fatma Azgın


Kıbrıs’ı “de facto” olarak iki parçaya ayıran, bazen dar bazen geniş uzun yeşil bir kuşak. Green Line….

Çeşitli isimleri var; “yeşil hat”,“ara bölge”, “tampon bölge”,“no man’s land”,“buffer zone”, “dividing line”, “sınır”, “askersiz bölge”, “ateşkes hattı” gibi..

Tampon bölge 1963 olaylarından sonra 1964 yılında,  BM Barış Gücü adaya gelmeden önce çatışmayı önleme ve barışı korumaya çalışan Britanya Barış Gücü komutanı General Peter Young tarafından oluşturulmuştu. Tarafları ayırmak için elindeki yeşil bir kalemle Lefkoşa’yı ikiye ayırmış ve bu nedenle bu hatta “Yeşil Hat” denmişti. Daha sonra anlaşıldı ki harita üzerindeki yeşil çizgiyi Binbaşı Bill Garbutt yönetimindeki erbaş Arnie Greenwood çizmişti çünkü elinde farklı renkte kalem yoktu. “Green Line” böyle doğdu..

1974 sonrası, özellikle 2.harekattan sonra, savaşı durdurmak, ateşkes sağlamak için, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin onayı ile  BM Güvenlik Konseyi toplanmış. Türk askeri ile KC askerlerinin konuşlandığı bölgeler arasına BM Barış Gücü askerleri yerleştirilmesine karar verilmiş. Bu şekilde adanın tümünü ikiye bölen “yeşil hat” kalıcılaştırılmış oldu.

Hayatım boyunca, hep sınır bölgelerinde yaşadım. 63 ve 74’ü Yenicami mahallesinde, Atila ve Savaş sokak adresli evlerimizde geçirdim. Çatışma olduğunda, sınıra bizden daha yakın olan insanlar bizim eve doluşurdu.

74’teki savaş çok şiddetliydi. Savaş sokaktaki evimizin mutfağı bodrum katındaydı ve güvenliydi.  20-30 kişi orada her ihtiyacımızı karşılıyorduk. Elimizde radyo, BBC ve Ankara radyosunu dinliyorduk. Harekatın 3.günü, silahların biraz susmasını fırsat bilip, Lokmacı barikatına yakın yerdeki eczaneme gidip bakmak istedim.

Mahallede  park ettiğim arabamı sağlam bulunca rahatladım.  Eczaneye gittim,  yerinde duruyordu. Açar açmaz insanlar doluştu, ilaç istiyorlardı. Bir süre sonra kulakları patlatan, karşılıklı güçlü silah atışları başladı.

Eczanede mahsur kaldım. Akşama doğru silah, havan topu sesleri azalınca arabama atlayıp eve döndüm.
Ailece en büyük endişemiz Leymosun’da yaşayan Alpay abim (Fevzi abim İngiltere’de idi)  ve yeğenlerden haber alamamaktı. Radyodan, erkeklerin futbol sahasında esir tutulduklarını öğrendik, bir yerde sevindik bir yerde üzüldük.. Serbest bırakılmaları uzun sürdü. Sonuçta ölüp ölüp dirildik....

Aslında Lefkoşa 1950’li yıllarda iki toplumda da yer altı örgütleri kurulduktan ve gerginlik başladıktan sonra kendiliğinden bölünmüştü. Atila sokakta karşı komşumuz Rum idi.. Sokağın bitişinde daha fazla Rum yaşardı.  Ayluka panayırını da hayal meyal hatırlıyorum. Çocukluk belleğimde kalan Rum komşular yavaş yavaş mahallemizi terketti. Ancak diğer kazalarda, köylerde Rum/Türk birlikte yaşıyordu.. Nitekim 74 Ağustos-Eylül’ünde  güneyde Rumlar ile birlikte yaşayan Türkler, eziyetli yollarla,  bölünmüş adanın kuzeyine gelip yerleşmeye başladılar.
                                                                                                                                                       

*************

Artık yeni bir Kıbrıs kurulmuştu. Korku bitmişti. Güneyden gelenler, orada bıraktıkları evlerinin yerine, Rumlar’ın kuzeyde bıraktığı evlere, iş yerlerine yerleşiyordu. Umutlar vardı. Hiç kimse, 41 yıl geçse de Kıbrıs sorununun bitmeyeceğini, çözülmeyeceğini hayal edemiyor,  1964 yılında, İngiliz kumandanın yeşil kalemle ayırdığı Kıbrıs’ın “taksim” projeksiyonu olduğunu düşünemiyordu.

Kadere bakın, anne-baba evinden uçup kendi aile yaşamımı kurduktan sonra “yeşil hat”ın başladığı çizgideki yani sınırda olan bir eve kondum. 38 yıldır bu evdeyiz. Lefkoşa’nın en güzel semti saydığım Ledra Palas oteli civarında..Evin giriş sokağı ve kapısı “green line” üzerinde ve askeri bölgede. . Bu nedenle eve , askerler gibi yıllardır bir başka kişiye ait arsadan ulaşıyoruz. Bahçe telimizin arkasındaki ara bölge çok geniş bir alan.

Dönümlerce, 41 yıldır değerlendirilememiş Türk arazisi var..Etrafımız, savaş nedeniyle terk edilmiş eski konaklar ve güzel evlerin hüzünlü kasvetiyle çevrilmiş. Belediye’nin sadece para topladığı, bakım ve temizlik yapmadığı  şairlerin isimlerinin verildiği sokaklardaki evler bakımsız halde duruyor. . BM her yıl ara bölgeyi temizliyor. Ancak Türk bölgesinin başladığı yerde, çevre bakımı açısından durum vahimdir.

Türk ve yabancı gazetecilerin ilgi ve merakla ziyaret ettikleri evimizde yaşamanın ne anlama geldiği sorularıyla karşılaştık hep. Dilemma gibi bir durum..Hem savaşı hissediyor hem de barışın gerekli olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz. Bu yıllar içinde, militarist ve barış karşıtı politikaların yoğunlaştığı dönemlerde bu bölgeden ayrılmayı düşünür, sonra da evin Kıbrıs mimari ve çevre güzelliğini ayrıca da sessizlik ve konforun başka bir yerde  bulamayacağımızı düşünüp cayardım.

Annan planı döneminde, çözüm olacak düşüncesiyle evi satın aldık..Karşımızdaki boş arazilere “Federal devlet” binaları kurulması ihtimali olduğu söyleniyordu. Gerçi yapılaşmanın, tampon bölgedeki muhteşem Fauna/Flora avantajını mahvedecekti. Lefkoşa’nın göbeğinde ve dışında yaşama duygu ve düşüncesi değerini yitirecekti. Sabahları kuş sesleri ve cıvıltılarıyla uyanma lüksü bitecekti..İnsanların girmediği ara bölgenin adı gibi hiç bitmeyen yeşilliği, görkemli ağaçların siluetleri, biraz ötedeki Kanlı Dere’den gelen Kurbağa sesleri işitilmez olacaktı.

Kıbrıs AB’ye girdikten sonra Kıbrıs’ta bir savaş ihtimali kalmamıştır. Bu gerçek, Yeşil Hat’ta yaşamayı daha değerli kılmaktadır. 41 yılda , “bildiğimiz Kıbrıs” olmaktan çıkan yaşadığımız kuzey bölgesinden kaçıp sığınılacak ve eski Kıbrıs kültürünü daha çok hissettirecek en iyi bölgeler buralarıdır. İhtişamlı halini de görme fırsatı bulduğum Ledra Palas oteli bir “barış evi” anıtı gibi her zaman görüş alanımda. Green Line, iki tarafta yaşama özgürlüğünü tattıran bir nimet gibi..

Üstelik, buraları, Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünü en az algılayacağınız kavgasız, gürültüsüz patırtısız yerlerdir. Bir adım atsanız ada birleşiyor. Hiç koparılmamış bir bütün gibi sanki...