Gözden ve gönülden düşmek

Cenk Mutluyakalı

“Türkiye gözden, gönülden düşüyor.”
Bir işadamının sözleri bunlar… Uzun uzun sohbet ettik. Yaşananlardan rahatsızlığını, huzursuzluğunu, endişelerini dile getirdi.
Siyasi bir etiketi olduğunu sanmıyorum. İyi bir geliri var. Yurdunu seviyor ve son dönemde yaşananlara üzülüyor. Pek çok insan gibi huzursuz…

“Dünyada tanınır bir kimliğe, ülkeye, kişiliğe sahip olmak ve kendimizi yönetmek istiyoruz, bu insani talebe saygı duyulmadığı zaman Türkiye’ye olan sempati karşılıklı olarak yıpranıyor” dedi.

Özellikle de vurguladı: “Karşılıklı oluyor bu! Hem Türkiye’den yaşayan insanların ada insanına, hem de buralı yurttaşın, denizin ötesine mesafesi artıyor.”

Bu ruh halinin “partiler üstü” bir durum olduğunu anlattı.
“Kıbrıs adasında nüfusumuzun öyle çok fazla olması gerekmiyor. Bunu bir güvensizlik ya da kusur gibi görmeyelim. Burası küçük bir ülke… Öyle güzel… Çok daha sınırlı bir nüfusla yönetebiliriz. Yeter ki bizi yönetenler adil olsunlar ve gerektiğinde dik durmasını bilsinler… Bu güzel adada, hep birlikte ve insanca yaşamak hepimize yeter. Para, pul da değil mesele… Çünkü varlığımızı yitiriyoruz ve o durumda, ne paranın, ne mülkün anlamı kalıyor.”

***

Siyasete ve seçimlere yönelik müdahaleler, deniz ötesinde hazırlanan kalkınma planları, ustalıkla yürütülen toplum mühendisliği çalışmaları, özgürlükleri kısıtlamaya dair adımlar, nüfus ve nüfuz taşıyan merhametsiz ilişki modeli ve buyurgan yaklaşımlar hepimizi geriyor.

Tüm bunları çok iyi anlattı, iş insanı büyüğüm, saygısını da koruyarak…
“Gözden ve gönülden düşmek” dedi…
Sebep olanlar umarım bunun üzerine düşünürler…
 



"Demokrasi, İrade ve Sivil Yönetim Eylem Planı"


Muhalefet şimdiden gelecek planını hazırlamalı ve paylaşmalıdır.
Ciddi bir “Demokrasi, İrade ve Sivil Yönetim Eylem Planı”na ihtiyaç vardır.
Tam bir "Bağımsızlık Bildirgesi" olacaktır aslında bu!

Hani "egemenlik ve güç paylaşımı" denir ya, Kıbrıs masasında!
Tam da aynı örnek değil…
Ortak bir devlet var orada…
Birlikte!
Tek bir ülke!

“Türkiye-KKTC” arasında böylesi bir durum yok.
Tek ülke değiliz.
İki farklı ülkeyiz, kim ne derse desin…
Çok ciddi bağları, yakınlığı, ortaklığı olan iki ayrı ülke…
İşte bu iki ülkenin bugün ve Kıbrıs barışının ardından pozisyonu çok daha net tanımlanmalıdır.

***

Kimi yasaların gözden geçirilmesi şart... Hem demokrasiyi kazanmak, hem de sivil yönetime kavuşmak için… YKP geçenlerde Viyana Sözleşmesi’ndeki 41. maddeyi anımsatmıştı. “Her diplomatik personel bulunduğu devletin kanun ve düzenlemelerine saygı gösterme ve o devletin iç işlerine karışmamakla yükümlüdür” diyordu bu sözleşme...

Demokrasi, İrade ve Sivil Yönetim Eylem Planı” dedim ismine… Siz başka bir başlık da önerebilirsiniz. Muhalefet mutlaka bu planı tüm detayları ile ortaya çıkarmalı, bunun için çalışma gruplarını oluşturmalı ve yola koyulmalıdır.

Yeni bir “gelecek” yazılmalıdır bu anlamda!
Çünkü çok açık seçik ortadadır; yetkinlik taşımayan, iradesiz, şahsiyetsiz bu yönetim gidecektir.
 



Müdahale Mahsulü

UBP-DP-YDP Hükümeti “müdahale mahsulü”dür.
Bu tanımı “yalanlıyor” Cumhurbaşkanlığı!
Ne fark eder?

Göğe “dağ” dediniz diye, dağ olmuyor!
Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın girişindeki polis memurundan, mutfağındaki garsona, başkanın sekreterinden, odacısına kadar herkes biliyor.

Başbakan Üstel “talimatla atanmış” biridir.
Talimatı uygulayan Cumhurbaşkanı Tatar’dır.
Ulusal Birlik Partisi’nin yüzde 60 oy alan başkanı “kızakta”, yüzde 8 oy alan ismi ise “Başbakan” koltuğundadır.
Bu bir demokrasi utancıdır!


O nedenle hükümet gayrı meşrudur.
Cumhurbaşkanlığı değil her gün, her dakika yalanlasa da gerçek ortadadır.
 



‘Kur Koruması’ ne oldu?

Türk Lirası mağduruyuz.
Ne olacak onca yıllık yatırımlar, İhtiyat Sandığı birikimleri, bankalardaki mevduatlar, sefalet!

“İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması” diye takdim edilen protokolde onca talimat var da “Kur Korumalı Mevduat” yok!

TL’yi dayatanlar, iş “koruma”ya gelince nerede?