Gordion düğümü ve meleklerin göbek deliği

Sinan Dirlik


Dönüp dolaşıp Türkiye’de yaşananlardan Kıbrıs’a, Kıbrıs’ta yaşananlardan Türkiye’ye dönük dersler çıkartmaya çalışan yazılar yazan biri olarak, birbirine bu denli yakın deneyimleri paylaşan halkların birbirini anlamaktan bu denli uzak olmasına anlam veremiyorum.
Biraz karışık bir cümleyle girmiş olabilirim söze. Eh zaten “buradan”, “oraları” okumaya çalışırken kafam da karışıyor.
Anlamakta güçlük çektiğim sayısız şey arasında, bunca şey olup biterken “Gordion düğümünün” tam göbeğinde oturan Kıbrıslı Türklerin ve Rumların hâlâ meleklerin göbek deliği olup olmadığını tartışadurmaları var. Biliyorsunuz, Osmanlı orduları Konstantinopolis sınırlarına dayandığında, Bizans entelijansiyasının hararetle “meleklerin göbek deliği olup olmadığına” odaklı bir “yaratılış sorunsalını” tartışmakta olduğu rivayet edilir.

Güney Doğu Avrupa- Doğu Akdeniz- Ortadoğu ekseninde yakın tarihin en büyük alt üst oluşlarından biri yaşanırken seyirci kalmak, sevgili Ferdi Sabit Soyer’in deyişiyle “Aktör olamamak”, içe kapanmış bir gündeme takılıp kalmak nasıl bir basiret bağlanması?

Kıbrıs’ın Kuzeyindeki ve Güneyindeki partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve elbette yazan çizen takımının bölgedeki büyük değişimi anlamaya ve bu değişimin parçası olmaya dönük bir hareketlilik içerisinde olması gerekirken tanık olduğum sessizlik ürkütücü. Gerçekten olup bitenlerin farkında olmaması mümkün mü bunca örgütün, bunca insanın? İhtimal vermiyorum buna. Bu daha da ürkütücü…

Tarihsel bir paradigma değişikliğini gerçekleştirmekte olan Türkiye, bölge üzerinden küresel siyaset içerisinde her geçen gün daha etkin bir rol üstleniyor. Bu yeni rolün kısa ve orta vadeli sonuçları sadece Türkiye’yi değil, bölgedeki tüm halkları yakından ilgilendirmeli. Özellikle de Kıbrıslı Türk ve Rumları.
Değişimi sadece siyaset odaklı okumak yeterli değil. Zira siyasal değişim sadece bir sonuç. Bölgenin ekonomik alt yapısını değiştiren, küresel ekonomide bölgeye yeni ve özel bir rol biçen gelişmelerin tezahürü, yol açıcısı olarak okumak gerekiyor siyasi değişimi. Burada artık eski fikirler, eski yargılar, eski politikalar işlemeyecek. Bölgedeki değişimi yepyeni bir okumayla ele almak, tartışmak ve bugünden geleceğe dönük yeni söylemler, yeni politikalar oluşturmak zorundayız.

Kim yapacak bunu? Çelişkili gibi görünse de yine de “eski bir çocukluk hastalığı”, “modası geçmiş bir romantizm” olarak görülen sol yapacak. Zira kim ne derse desin, bünyesindeki kanserli hücrelere rağmen neden-sonuç ilişkisini hâlâ en iyi yorumlayabilme ve tarihin akışını değiştirebilme yeteneğine sahip yegâne düşünce potansiyeli solda duruyor.

Toptancı kabul ya da reddedişlerle beslenen kaba bir dogmatizmi böğründen söküp atabilmiş ve insanlığa varoluş umudu aşılayan canlı tartışma özüne dönebilen bir sol, yeniden bugüne ve geleceğe dönük inisiyatif alabilecek gücü bulabilir. Açıkçası, küresel kapitalizmin insanlığı sürüklediği noktaya bakarak geleceğe dair başka da bir umut ve ihtimalin olmadığını söylemek hiç de zor değil.

Mesele, üzerimizdeki ölü toprağını, sinikliği atıp yeniden canlı bir tartışma ortamını yaratmakta. Çok mu yorgun herkes tartışmaktan? Bırakın, yorulmuşları kendi konformizmleriyle baş başa… Yürümemiz gereken uzun ve çetrefil bir yol varken bize aklı ve yüreği yorgun düşmemişler gerek…

Geçen hafta, “konu solağı” demiştim. Türkiye PKK’ye silah bıraktırarak yeni bir Ortadoğu’nun biçimlendirilişinde etkin rol üstlenmesine engel olacak 30 yıllık baş ağrısından kurtulmaya çalışırken, Türkiye solunun olup bitenleri sadece izlemekle yetinmesinden yakınmıştım. Her boydan ulusalcının ve kâğıt üzerinde solcunun inanmaz bakışları altında süreç ilerliyor.

Çözülen Kürt sorunu değil, PKK sorunu. Kürt sorununun çözülmesi için daha önümüzde uzun bir yol var. Bu yolda silahların bırakılması ve sorunun tartışılmaya başlanması desteklenmesi gereken bir gelişme iken Türkiye’deki solcular, nasyonal sosyalistlerin dümen suyunda utanmazca Kemalizm ve ulus devlet yardakçılığına soyunuyorlar.

Bir gelenek, kendi ideolojisinden, kendi tarihsel deneyimlerinden bu kadar mı uzaklaşabilir? Bir gelenek, Birinci Dünya Savaşında Komünistlerle Sosyal Demokratların ayrışmasına neden olan “ulus devletlerin savunulması” tartışmalarını hafızalarından bu denli mi silebilir? Bir gelenek, ulus milliyetçiliğinin insanlığa yaşattığı bunca acıyı bu denli unutabilir ve “Ezilenlerin vatanı yoktur. Dünyanın bütün işçileri, birleşiniz” şiarından bu denli mi uzaklaşabilir? Oluyor işte. Kanserli hücrelerimiz bunlar bizim. Kurtulacağız elbet bunlardan. Daha işimiz var…

Bizim gailemiz bize yeter, siz Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, siz bize uymayın.
Bakın geçen gün ne oldu?
Güney Kıbrıs Ulusal Hidrokarbon Şirketi (KRETYK) Başkanı Charles Ellinas ve KRETYK Başkan Yardımcısı Solon Kasinis, Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’nin büyük bölümünün enerji ihtiyacını karşılayacak, Asya’ya da doğal gaz ihraç edecek duruma gelecek bir enerji merkezi haline geleceğini vurguladılar.
Limasol’da düzenlenen II. Yıllık Kıbrıs-Yunan Petrol ve Doğal Gaz 2013 Zirvesi’nde konuşan Kıbrıs Ulusal Hidrokarbon Şirketi (KRETYK) Başkanı Charles Ellinas, Vasilikos bölgesindeki sıvı doğal gaz terminalinin Kıbrıs piyasasına doğal gaz sevk etmeye 2018’de başlayacağını, 2019’un başında da Kıbrıs’ın sıvı doğal gaz ihraç edecek duruma geleceğini bildirdi.
Ellinas, 2025’te Kıbrıs’ın yılda 25 milyon ton doğal gaz üretecek ve Avrupa Birliği’nin en enerji ihtiyaçlarının % 50’sini karşılayacak duruma geleceğini, böylelikle uluslararası enerji piyasasında önemli bir yer edineceğini belirtti.

Dikkatinizi çekerim, Ellinas bu zirvede hem İsrail hem de Lübnan’ın Vasilikos’daki sıvı doğal gaz tesisinden yararlanabileceğine, Kıbrıs’ın kaynaklarını kullanmakla hızlı bir yol kat edeceğine vurgu yaptı.
Sadece o da değil… KRETYK Başkan Yardımcısı Solon Kasinis de konuşmasında, Kıbrıs’ın enerji alanındaki rolünün kısa sürede etkili biçimde değişeceğine işaret ederek “hidrokarbon sanayinin, jeo stratejik konumu, Avrupa Birliği’ne üyeliği, ayrıca yüksek düzeyde hizmet sunumu dolayısıyla Kıbrıs’tan faydalanabileceklerini” anlattı.

Sıkı durun… Zirveye Başkanlık eden Gary Lakes ise yaptığı konuşmada “Kıbrıs’ın en kısa sürede Noble Energy Şirketi’yle, yatırımcıların ve gelecekteki müşterilerin güvenilirliğini kazanabilmek için LNG tesisiyle ilgili ticari bir anlaşma imzalaması gerektiğine” dikkati çekti.
Hatırladınız mı Noble Energy firmasını? İsrail’in Leviathan hidrokarbon bölgesinde %40 hissesi bulunduğunu yazmıştım önceki hafta. Dahası da varmış. Noble Energy’nin işlettiği Güney Kıbrıs hidrokarbon sahalarında da İsrailli iki firmanın, Avner ve Delek Enerji’nin %30 hissesi bulunuyormuş…

Gördünüz mü biz meleklerin göbek deliğini tartışırken, örümcek ağlarının nasıl örüldüğünü?

Kötü şeyler mi bunlar? Hayır, neden kötü olsun? Küresel sermaye, çıkarları doğrultusunda ekonomik bütünleşmeyi el altından gerçekleştiriyor. Çözüm istemiyor muyduk biz? Kıbrıs’ın birleşmesini istemiyor muyduk? İşte, halkların yapamadığını küresel sermaye yapıyor. Halklar birbirlerinden nefret ettirilirken, sermaye öpüş kokuş, al gülüm ver gülüm birbirini seviyor. Mesele, bu çözüm türünün halkların yararına nasıl dönüştürülebileceği. Eh kimse kusura bakmasın ama, sermayeden bu kadarını da beklemek olmaz…
Şaka bir yana, keşke diyorum… YENİ DÜZEN örneğin, birkaç sivil toplum kuruluşunu da yanına alarak acilen bir konferans düzenlese… Kıbrıslı Türk, Rum, Türkiyeli, Yunanistanlı ve hatta neden olmasın, İsrailli sol partileri, sivil toplum kuruluşlarını, aydınları toplasa… Bölgedeki gelişmeleri tartıştıran ve sonunda bölgedeki solun ortak yaklaşımını üretecek bir zirveye imza atsa… Ne güzel olurdu…