“Galatasaray hafıza, itaatsizlik ve küreselleşmenin mekanı”1

Sevgül Uludağ

***  “Cumartesi Anneleri”nin Galatasaray Lisesi önündeki oturma eylemlerini başlatan Nimet Tanrıkulu yazıyor…

Nimet Tanrıkulu

Cumartesi Anneleri/ İnsanları mücalesi bir inat mücadelesidir, hak mücadeleleri çok sabır istiyor, Hakikat her nerede ise er ya da geç ortaya çıkıyor, yeter ki inatla her alanda mücadele sürsün. Medyada da.
Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç, Galatasaray, Cumartesi, kayıplar, itiraz, itaatsizlik, tanıklık, muktedirlerin inkar edememe ve de artık kaybedememe ama halen sorumluları ortaya çıkarıp yargılamama halleri ve cezasızlık...
Burada umut Galatasaray oturmaları yirminci yıla doğru ilerlerken direnmenin, ses çıkarmanın değerini anlatabilmenin, görebilmenin gücünden geliyor.  
Bizim kuşağımız 1980 Askeri darbesi nedeniyle kadınlı, erkekli işkenceler, ölümler yaşadı. Zulüm politikalarının en ağırı olan darbelerle birlikte gözaltında kayıpların da tanığı olduk. Ne var ki, 12 Eylül'ün kaybettiklerinin peşine hemen düşememiştik, 1915 kayıplarınının da peşine düşülemediği gibi. 
Tam da bu yüzden 25 Mayıs 1995'te İstanbul'da Galatasary Lisesinin o heybetli kapısının önüne oturduğumuzda bir avuçtuk ama galiba kendimizi o kapı kadar güçlü hissetmiştik. Tabii bunu bugün böyle söylüyoruz.

Ses vermek
Toplumu belleksizleştirmeyi amaçlayan bir kuşatma ortamında insanın kaybedilmesi yaşam hakkını yoketmede varılan son noktaydı. İnanılmazdı, kabul edilemezdi.
Kayıplarımızın sonsuza dek kayıp kalmamaları için, unutturulmamaları için, bıraktıkları izleri takip etmek ve en önemlisi insan kalmak için bütün bu süreçlerle yüzleşmek gerekiyordu. Hayatlarımızın sınırları belirlenmiş bir dünyadan ibaret olmadığını bilen bir yerden bir müdahale, bir itiraz ve de tanıklığa kalkıştık. 
90'larda ses vermek kolay değildi, ama yaşananlara karşı bir şey yapmadan, itiraz etmeden oturmak da insanı soluksuz bırakıyordu. O yıllarda kadınların, çalışanların, gazetecilerin de yaptığı gibi bir ses de Galatasaray'dan yükselmiş oldu.
Gittik oturduk, sessizce. Ama bu sessiz oturuş salondaki koltukta değil de lisenin kaldırımında olunca ses oldu, çoğaldı, dünya duydu, devlet duymadı.
Sonunda Recep Tayyip Erdoğan başbakanlığı döneminde  kayıp yakınlarıyla buluşmak zorunda kaldıysa da halen sorumluların açıklanması ve yargılanması sürecine geçilemedi. Mücadeleye devam!
Cumartesi'yi şimdi yeniden anlatmak istemiyorum. bianet bu oturuşun kaydını hafta hafta tarihe düştü, düşüyor, dosyalar yapıyor. Türkiye'de de artık duymayan kalmadı herhalde...
90'lar çerçevesinde şimdi bakarken çok da dillendiremediğimiz, konuşulmayan bir yerden devam etmek istiyorum.

O lisenin kapısı
Galatasaray bugün bir hafıza mekanı herşeyden önce. Sanki o lisenin kapısı günlerden cumartesi, saatlerden 12.00 olmasa da Cumartesi Anneleri/Cumartesi İnsanları orada olmasalar da  önünden gelip geçenlere gözaltında kaybedilenleri ve kaybedilmelere karşı mücadeleyle memleketin son 20 yılını anlatıyor.
Galatasaray aynı zamanda itirazın adresidir. Bugün ihlallere karşı çıkanlar, özgürlük için, ibarış için, nsanca yaşam için, adalet için, eşitlik için ses vermek isteyenler İstanbul'da önce Galatasaray'da toplanmayı düşünüyor.
O yüzden değil mi, 90'larda oturduğumuz kapının önünde yıllardır polis araçları park etmiş bekliyor. Olsun, geçen yıllarda karşı köşe de bizim oldu.  İlk oturduğumuzda yaptığımızın mücadele terminolojisindeki adının  ''sivil itaatsizlik'' olduğunu ya bilmiyorduk, ya da bilsek bile böyle adlandırmak aklımıza gelmemişti.
Ne güzel ki bu en kalıcı sivil itaatsizlik eylemi ön açıcı oldu. Sivil itaatsizlikler, isyanlar HES'lerden kentsel dönüşüme, Gezi'ye, anadili hakkına hayatın her alanında sürüyor.

''Annelik''
Galatasaray'ın cinsiyeti katılımdaki çoğunluk anlamında bakıldığında esas olarak kadındır. Burada medyanın adlandırmasıyla ''Cumartesi Anneleri''nden yola çıkarak annelik olayına yaslanmak değil muradım.
Bizler Cumartesi Anneleri adlandırmasının bir şekilde kalıcılaştırılması nedeniyle Cumartesi Anneleri/Cumartesi İnsanları diyerek ''annelik'' kodlamasının dışına çıkmayı denedik.
''Annelik'' tartışmasına bu kısa yazıda girmeyeceğim ama kayıp yakınlarını ''Cumartesi Anneleri''  başlığı altında toplamak zaten sorunlu. Her şeyden önce kayıp yakınları arasında annelerin yanı sıra eşler, sevgililer, babalar, çocuklar, kardeşler, yoldaşlar yok muydu?

Ne yapıyoruz şimdi?
Galatasaray aynı zamanda yeni bir ''sosyalleşme'nin de kapısını açtı. Her Cumartesi Galatasaray'da 12.00'de yan yana oturanların çoğu birbirini  tanımıyordu, ellerine aldıkları fotoğraflardaki isimleri de daha önce muhtemelen duymamışlardı.
Her hafta kayıplarla isim isim tanıştık. Onlar bizim için üçer beşer sadece sayı olmanın ötesinde geçti. 
Saat 12.30 olduğunda daha ilk haftalardan  itibaren ''ne yapıyoruz şimdi'' sorusuyla kendimizi Beyoğlu'nun bir karış tabureli çayevlerinde bulur olduk. Artık kayıp yakınlarıyla hak savunucuları arkadaş oluyordu. Bu çay sohbetlerinden hayatın her alanına değen dayanışmalar filizlendi.

Ne güzel ki çok kışkırtıcı
Galatasaray aynı zamanda  başka türlü bir ''politikleşme'' mekanıdır; tek bir konudaki itirazın hayatın çok daha çeşitli alanlara yayılmasıdır. Galatasaray'dan meydanlara, başka sokaklara, başka eylemliliklere, panellere, konferanslara, seyahatlara  yayılan bir bir olma halinden sözediyorum.
Gün oldu kendimizi birlikte yan yana otobüslerde, uçaklarda yan yana başka memleketin veya dünyanın şehirlere giderken bulduk. Gün oldu cenazelerde, hastanelerde, konserlerde  buluştuk.
Buluşamadığımız zamanlarda birbirimizi merak ettik, hiç olmazsa sesimizi duyurduk birbimize. Her birimizin ''politikleşme''/''isyan''/ ''itiraz''  serüveninde ne güzel ki çok kışkırtıcı çok özel bir değeri var bu mekanın.

DEVAM EDECEK