Fransız Seçimleri Ve Sol Ve Bozulan Ezberler…

Kutlay Erk

 

Fransa’da geçen hafta sonu tamamlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerini, Fransız Sosyalist Parti’den Cumhurbaşkanı olan François Hollande tarafından siyasi hayata kazandırılan ama sonra da yollarının ayırıldığı aday Emmanuel Macron kazandı. Sosyalist Parti görevdeki cumhurbaşkanını aday gösteremedi; gösterdiği aday da seçimlerde pek bir varlık gösteremedi ve ilk turda elendi…

Macron, sosyal içerikli liberal söylemlerle kampanya yürüttü; partisi yeni ve henüz tam olarak kurumsallaşmış değil. Söylemleri de, bir ideolojiye dayanan parti programı ve tezleri gibi kaynaklardan değil, kısa siyasi yaşamdan edindiği bilgi, birikim, gözlemlerden ve ait olduğu uluslararası finansın stratejilerinden kaynaklanıyordu. Şimdi partisini kurumsallaştıracak, yakında yapılacak olan genel seçimlere katılıp, parlamentoda ağırlık kazanmaya çalışacak; yoksa işi zor…

Seçimi kaybeden Marine Le Pen ise Fransız milliyetçi sağının oylarını artırmış durumda. Babasından aldığı ve babasıyla özdeşleşmiş olan partiyi bulduğu gibi devam ettirdi ama şimdi vardığı noktada böyle devam edemeyeceğini gördü ve rahatsız… Le Pen parlamento seçimlerine giderken partinin adını ve programını yenileyerek gidebilir.

Fransız solunun efsane Sosyalist Parti’si uzun zamandan beridir kan kaybında… Ama yalnız değil… Yunanistan’ın efsanesi PASOK, İspanya’nın efsanesi PSOE, İtalya’nın ‘Zeytin Ağacı’ koalisyon hükümetini oluşturan bölük pörçük sol partilerin büyük kısmının birleşmesi ile meydana gelen Demokrat Parti’si de hep ‘yoldaş’… Bunlar birkaç çarpıcı örnek… Avrupa’da ve diğer kıtalarda son dönemlerde yapılan seçimlerde sol partiler, bazı ülkelerde radikal sol, bazılarında da radikal sağ yeni oluşumlara yenildi.

Aslında yenilen ve kaybeden sol ideoloji değildir… Sol partilerin, seçmene vaat ettiği sosyo-ekonomik ve sosyo-politik ‘ezber programları’ yenilmektedir. Özellikle de İngiliz İşçi Partisi’nin Tony Blair ile başlayan yenilenme sürecinden etkilenen sol partiler, sağ siyasetin perişan ettiği kitlelere sol gösterip, oylarını toplayıp hükümete gelince de sağ vurunca, egemenlere şirin görünmek derdine düşünce, önündeki ilk seçimde vurulmaktan kurtulamamıştır. Yitirilen güven tekrarlanan ezberi mahkum etmiştir.

Aslında kazananlar da çok bir şey yapıp kazanmamaktadır, zaten çoğu da yenidir… Sağ partilerin halkta yarattığı yıkımdan sonra kurtarıcı diye gelen solun da statükoyu devam ettirip yıkımı sürdürmesi sonucunda seçmen, yeni oluşmuş ve hesapsız kitapsız vaatler veren popülist partilere ilgi göstermektedir. Seçmen bu partilerin ideolojik konuşlanmasının çok da derdinde değildir; “hepsini de gördük” diyerek, “bir de bunları deneyeceğiz” eğilimi hakim oluyor. Böylece, sorunlarının sorumlusu olarak gördüğü siyasi partilere ders vermiş de olacak!

Dolayısıyla, sol partilerin seçimlerde kayıplarının önlenmesinin çaresi, önce kendilerine çeki – düzen vermektir, sözünün eri ve ‘vallahi – billahi’ omurgalı olmaktır. Sol partiler, sağın kurduğu rejimin ve statükonun muhalifidir ve onu değiştirmek için siyaset yapmaktadır; muhalefette veya iktidarda olmak onların rejimin muhalifi olma gerçeğini değiştirmemesi gerektiği gibi, rejimi değiştirmek çabalarına ayar çekilmesine de izin vermemelidir.

Sol ideolojiden kaynaklanan vizyonla, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik çözümler üreten gerçekçi kısa – orta – uzun vadeli programları yazmak, işbaşına gelince de bu programları uygulayacağına ve uygulamada başka egemenlerin çıkar etkilerine kapılmayacağına kitleleri ikna etmek kaçınılmazdır. Sol siyaset, tüketicinin pazarda aktif olamadığı bir ekonominin hiçbir aktöre faydası olmayacağını bilerek, odağına tüketicinin, özellikle de emeği ile geçinenlerin alım gücünü yükseltmeyi koymalıdır. Sürdürülebilir ekonominin yerel kaynaklara dayandığı, yerel kaynakların da yerel bankalarda toplanması gerektiği, yerel bankaların da kaynaklarını yerel ekonomide mal ve hizmet üretimine yönlendirmesine ihtiyaç olduğu unutulmamalıdır. Yabancı yatırımlar ve işgücü, yerliyi tüketircesine cesaretlendirilmemeli, globalleşmenin de yerelleşmeye üstün gelmesi önlenmelidir.

Ve sol siyaset halkın karşısına çıktığı zaman aydın lafazanlığının ağdalı dili ile değil, halkın algısına kolayca girebilecek bir anlatım dili ile siyasetini anlatabilmelidir. Sol siyaset unsurları aydın takılarak kitlelerden soyutlanmadan ama halk dalkavukluğuna da girmeden kitlelerle kaynaşabilmelidir. Sol siyaset unsurları halkın güncel hayatının bir parçası olabilmeli, onlarla birlikte güncel yaşam içinde kaynaşabilmeli, kitlelerin yanında ve yanıbaşında olabilmelidir. Sol siyaset unsurları bölünerek parçalanarak ilerleyemeyeceğini artık anlayabilmeli, bunun ‘siyasi amip’leşme olacağını görebilmelidir. Sol siyaset unsurları kendi iç kadrolarını da değişik sıfatlarla ötekileştirmenin ve böylece katılımcılığa sınır çizgileri çizmenin, “güç bende artık” diyerek aşırı özgüvenle ekip ruhunu katletmenin aslında sol hareketi körelttiğini ve halkı görmeyi ve algılamayı engellediğini fark edebilmelidir.

Son dönemlerde dünya sol siyasetinin seçimlerde ezildiği örnekleri iyicene irdeleyerek Kuzey Kıbrıs sol siyasetinin dersler çıkarması ve bu öğretilerle geleceği kurgulaması gerek; ‘Yeni Görevler’ budur… ‘Yeni Görevler’de kimin ne rol aldığından çok, oyunun ne olduğu, oyuncunun o rolü oynayıp – oynayamayacağı, oyunun sonunda azınlığın değil çoğunluğun mutlu olup – olmayacağı öne çıkacak; seçmen eğilimi bunlarla şekillenecek…

Durağan sol ezberler sol partilerin seçim yenilgilerinin nedeni olmuştur. Sol partilerin seçim zaferleri, statükoya karşı ve ezilenler için, ‘Yeni Görevler’inde sol ideolojiyi ve onun dinamizmini ödünsüz ve korkusuz kullanmaları ile mümkündür. ‘Kırmızı İnce Çizgi – The Thin Red Line’ gibi…