Fransa’da tarihin izinde…

Dr Filiz Besim

Angouleme ve Lüzinyan Kasabasında...


Tarihin karanlık dehlizlerinde dolaşırken rastlıyorum ona. Geçtiğimiz bin yılın ilk yarısında Fransa’da yaşayan o kraliçeye... Angouleme’li İsabella’ya. Doğrusu  “Angouleme” deyince heyecanlanıyor insan. Bizim de bir Angolem’imiz var ya… Acaba bizim Angolem ile Fransız Angouleme ne kadar akraba?..

Biz yine gelelim İsabella’ya. İsabella, Fransa’da Angouleme kontunun kızıdır. Bin yüz doksanların sonlarında yine o bölgede yaşayan Lüzinyan kontu IX. Hugh ile henüz 11-12 yaşlarında iken nişanlanır. Ancak bu nişan uzun sürmez. İsabella, 1200’de eski karısını boşayan İngiliz kralı 1. John ile evlenir. Yani Guy De Lusignan’ın Kıbrıs’ı almasından sadece sekiz sene sonra. Gencecik İsabella beş çocuk verir İngiltere kralına. Bunlardan birisi 1. John’dan sonraki kral 1. Henry’dir. İsabella, babasının ölümünden sonra da Angouleme kontluğunun resmi kontesidir. Yaşlı John 1216’da ölür ve İsabella oğlunu orada İngiltere kralı olarak bırakarak kendi ülkesine döner. Ne ilginçtir ki, İsabella’nın kaderi yine Lüzinyan ailesi ile çakışır ve bu kez de eski nişanlısının oğlu, Lüzinyan kontu X. Hugh ile evlenir ve böylece Lüzinyan ailesi Angouleme’li kontesle topraklarını daha da genişleterek bir dönemin Fransa’sına da damgalarını vururlar. Lüzinyan kontlarının ya da krallarının en önemli özelliklerinden biri de yaptıkları stratejik evliliklerle dünyanın değişik bölgelerinde elde ettikleri güçtür.

Lüzinyanlı Guy aynı yöntemle Kudüs kralı olmamış mıydı?
Bir dönemin Fransa ve İngiltere’sinin güçlü güzel kadını İsabella’nın X. Hugh’tan da dokuz çocuğu olur. İşte böyle bir hikaye ile sürükleniyorum ben Fransa’da Angouleme kentine ve Lusignan kasabasına...
Bu adada Kıbrıslıtürk kimliğini seçmişseniz eğer sürekli bir aydiyet duygusuyla sürüklenirsiniz bizi biz yapan tarihteki kültürler arasında.Tarih sürecinden süzülüp gelen kültürümüzü ve tarihimizi araştırmak bir tutku halini alır. Beni hep çok etkileyen bir metafor vardır. Pergel metaforu. Bir pergel düşünün ve onun ayaklarını. Bir bacağı kök salmış geleneklerine ve kimliğine sıkı sıkıya bağlı, diğer bacağı bu bacağın çevresinde sürekli dönen, büyüklü küçüklü daireler çizen, dünyayı gezen farklı kültürlerle kendi kültürleri arasında köprüler kuran. Kendi yarattığımız küçük kültürel gettolarımızın dışına çıkabilmeli ve başka kültürlerin merkezine yolculuk yapabilmeliyiz. İşte böyle bir merakla dolaşıyorum ben dünyayı ve farklı kültürleri. Çünkü, biliyorum ki bir toplumu toplum yapan ortak tarih ve kültür belleğidir ve elbette geleceğe dair yine ortak hayallerdir.

LÜZİNYANLAR VE KIBRIS…

Kudüs Haçlı Krallığı’nın son kralı olan Lüzinyanlı Guy’ın 1192’de Selahattin Eyyubi’ye yenilince ülkesiz bir kral durumuna düştüğünü ve Aslan Yürekli Richard’dan adayı satın aldığını hepimiz biliyoruz. Başkenti Mağusa olan ve 300 yıl süren bu krallık döneminde ada tam bir barış ve gelişme dönemi yaşadı. Lüzinyanlar bu dönemde adanın her yanını muhteşem gotik tarzı eserlerle donattılar. O günlerde Lüzinyanlar bir ayakları Fransa Angouleme ve Lüzinyan bölgesinde olacak şekilde, diğer ayakları da Kıbrıs’ta yaşadılar.
Guy De Lusignan, Kıbrıs’ta bir yönetim biçimi kurarken Avrupa’dan ve Suriye’den, özellikle yıkılan Haçlı devletlerinden çok sayıda soyluyu adaya davet etti. Onlara geniş topraklar ve köleler verdi. Adayı dönemin güçlü şövalyeleri arasında bölüştürerek özellikle Latin kökenli nüfusu artırmaya çalıştı. Lübnan’dan onbinlerce Maronit getirip adaya yerleştirdi. Maronitler krallığın kolluk güçlerini oluşturdu. Mağusa’da özellikle Nasturi, Suryani, Yakubi ve Ermeniler bölgenin ticari ayağını uzun süre ellerinde tuttular.
Elbette Lüzinyan dönemine dair yazacak anlatacak çok şey var ama biz yine “Angolem” diyelim. Kıbrıs’ta Güzelyurt ilçesine bağlı Angolem köyü, Lüzinyan döneminde oraya Fransa Angouleme’den gelip yaşayan bir şövalye tarafından kurulmuş. Ortaçağ’da bir Lüzinyan köyü olan Angolem’de bir zamanlar var olan ama şimdilerde tarlaya dönüşen Lüzinyan Kilisesi’nin olduğu bölgeye köylüler “Kilise Lakşası” diyorlar. Yine köyde bulunan sıra kuyular da bir Lüzinyan geleneği...

Kendimi değil ama yaşadığım kültür yumağındaki farklılıkları aramak kaygısıyla sürüklendim Fransa’nın derinliklerindeki Angouleme şehrine. Monaco ve Cort De Azur, belki de dünyanın en güzel, fotoğraflanası en etkileyici bölgesi. Boydan boya bu enfes güzellikteki kıyılarda ilerlerken adı büyük dünyaya damgasını vuran birçok şehir ve kasabadan geçiyorsunuz. Nice, Antibes, Cannes, Saint Tropez, Montpellier, Toulouse ve Bordeaux... Monako’dan Angouleme’e araba ile nerede ise on saat. Yol uzun ama bir o kadar da keyifli. Doğanın enfes renkleri arasında huzura yolculuk gibi. Biliyor musunuz, dünyada kendimi çok az yerde bu kadar evimde hissettim. Angouleme, Fransa’nın güney batısında bir şehir. Bir kayanın üzerine tünemiş onca yaşanmışlığı içinde barındıran bir Ortaçağ kenti. Yüzyıllara, binyıllara meydan okuyan katedralleri, kaleleri ve daracık sokakları ile eski Lefkoşa’da dolanıyor hissine kapılabilirsiniz. Meydan içinde meydanları, birbirine bağlanan sokak altı tünelleri... Sürekli birbiri ile göz temasında olan insanları, sanki yüzyıllar boyu birbirlerini tanıyor hissini veriyor. Yaklaşık 50 bin nüfusu olan bu şehir Charente ilinin de başkentidir. Günümüzde bir sanayi şehri olan Angouleme’in Uluslararası Karikatür Festivali, her yıl 200 bin civarında izleyiciyi kente çekiyor. Charente Irmağı’nı yukarıdan selamlayan Angouleme’de eski ile yeninin dansını muhteşem doğa sarmalında izlersiniz. Bir Kıbrıslıtürk olarak mutlaka tanış olursunuz.

LÜZİNYAN KRALİYET AİLESİNİN ŞATOSU…

Angouleme’den sonra güzergâhımız elbette ki Lüzinyan ailesinin bir zamanlar yaşadığı Lüzinyan kasabası... Lusignan kasabası, Angouleme’e yaklaşık iki saat uzaklıkta Vienne ilinde, Poitiers şehrine 25 mil uzak, 3000 nüfuslu küçücük bir Ortaçağ kasabası. Venediklilerden önce tam 300 yıl adamızı egemenliği altında tutmuş Lüzinyanların anavatanı. Lüzinyan kralları, Kıbrıs’ta çok şaşalı, zengin bir dönem yaşadılarsa da, anavatanlarından hiçbir zaman uzak kalmamışlar, yılın belli dönemlerini Fransa’da geçirmişler. Lüzinyan kasabasında, Lüzinyan ailesinin bir zamanlar yaşadığı şatonun bir bölümü yıkılmış ve yerine park yapılmış olsa da, şatonun görkemi onu çevreleyen ve günümüze dek gelen surlardan belli. Şato’yu ve kasabayı doğa harikası bir vadi ve nehir çevreliyor. Bu şatoda yaşayan Lüzinyan ailesi bir zamanlar kendilerini Kudüs Kralı, Kıbrıs Kralı ve hatta Anadolu’nun güney doğusunda yer alan Ermeni Kralı olarak görmüşler ve taçlarını öyle giymişler. Şimdilerde turizm ofisi olarak kullanılan şatonun geri kalan bölümünün üzerinde Lüzinyan arması var. Bahçesinde tarihlerine dair anıtlar.

Sokaklardaki insanlar ve mezarlıktaki fotoğraflar yine çok tanıdık. Mezar taşlarından anlaşıldığına göre burada insanlar en az doksan yıl yaşıyorlar. Yine her yanımda buram buram Latin kokusu. Yine daracık sokaklar, eski mi eski yaşanmışlıklar. Hiç mi yeni bina olmaz bir kasabada?.. Yeni bina yok işte… Tüm binalar tarih!..
Luzinyan kasabasının girişinde, yine eski bir Lüzinyan köyü olan Lefkara ile Lüzinyan kasabasının “kardeş kasaba” olduğuna dair bir levha var. Elbette Kıbrıs’ın Güney’inde kalan Lefkara ile bu kardeşlik...
Kısacık bir geziydi benimki Monako’daki kongre sonrasında, kendi topraklarımın tarihine yaptığım bir yolculuk. Belki bir başlangıç, kocaman bir geçmişe el sallamak.