Çok değerli arkadaşımız, Avustralya’dan araştırmacı-yazar, grafik sanatçısı ve Tales of Cyprus (“Kıbrıs’tan Hikayeler) internet sayfası kurucusu Konstantinos Emmanuelle, Kıbrıslıtürkler’in de çok gittiği Forest Park Oteli’nin tarihçesini kaleme aldı… Konstantinos Emmanuelle’in yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. TALES OF CYPRUS’ta (“Kıbrıs’tan Hikayeler”) yer alan Konstantinos Emmanuelle arkadaşımızın yazısı özetle ve devamla şöyle:
*** Yıllar içerisinde otelde pek çok ünlü şahıs kalacaktı, bunlar arasında Kral Faruk, İngiltere Kraliyeti’nden Prenses Mary, yazar Daphne du Maurier, Mısır Cumhurbaşkanı Nasır, Yunanistan’dan Prenses İrene, Başpiskobos Makarios ve pek çok ünlü aktör, müzisyen, yazar, sanatçı ve şair bulunacaktı. 1955 senesinde Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Yorgos Eferis de otelde kalacak ve “Eleni” adlı şiirini Forest Park Otel’de yazmak için esinlenecekti…
*** 1946 senesinde Kral Faruk, Forest Park Oteli’nde kalmaya geldiğinde, beraberinde 40 kişiden oluşan ahbaplarını da getirecekti. Bay İraklis o günlerde henüz beş yaşında bir çocuktu, babasının otel misafirlerini yakınlarda bulunan Trodoslar’daki Olimpus Oteli’ne aktarmak zorunda kaldığını, böylece Kraliyet misafirlerine yer açmak durumunda kaldığını hatırlıyor. Ancak misafirlerden hiçbiri de odalarından çıkarılmaya itiraz etmemiş… Bay İraklis, “Şimdi Kraliçe Elizabeth Kıbrıs’a gelmiş olsaydı, lüks bir otelin misafirleri böyle seve seve odalarını bırakırlar mıydı? Hiç sanmıyorum” diyor gülerek…
*** Kral Faruk, otelde kaldığında Skirianidisler’e ait Chevrolet Master Six arabasını Platres'te sürüyormuş… Bu arada Kral Faruk’un, Forest Park Oteli’nde genç bir barmen olan ve büyük olasılık Ciberundalı olan Stelyos Sürmelis’e soğuk çay benzeri alkollü bir içecek yapması için görev vermiş olduğu da sürekli anlatılan bilinen bir hikayedir. Müslüman olduğu için Faruk, insanların alkol tükettiğini anlamasını istememiş. Stelyos Sürmelis de birkaç karışımdan sonra Brandi Savva’yı icat etmiş, bu iki ölçü brandi, bir ölçü limonata, iki damla angostura ve sodadan oluşuyor. Brandi Savva o günden bu yana Kıbrıs’ın resmi olmayan ulusal kokteyli haline gelmiş durumdadır…
*** Çocuklar olarak İraklis ve iki kardeşçiği Andonakis (Anthony) ve Dafne’nin Forest Park Otel’de kalmalarına izin yokmuş, yalnızca Pazar ikindin vakti, babalarının onlarla zaman geçirmek için vakti olduğunda otele gidebiliyorlarmış. “Şikayet etmiyorduk” diyor Bay İraklis, “Aslında bu durumu kabulleniyorduk. O günlerde otelde koşuşturup duran gürültücü çocuklar yoktu. Şimdi zaman değişti, davranışar değişti” diye anlatıyor.
*** İraklis’in babası bir işinsanı olduğu için İraklis ve kardeşçikleri, onunla pek zaman geçiremiyormuş… Buna istisna Noel ve Pazar ikindiler imiş. Babası her zaman işiyle ilgili uzaktaymış. Anneleri Sofia da (önceki soyadı Vurazeli) sık sık gidiyormuş. Sofia Hanım Mısır’da doğmuş ve otel işletmesiyle ilgiliymiş. Kardeşi Kahire’deki meşhur Victoria Oteli’nin sahibiymiş. Sofia Hanım yılda bir kez Kahire’ye geri dönüyor ve altı ay süreyle orada kalıyormuş, ikametgahını ve sahip olduğu mal varlığını kaybetme riskini göze alamadığı için böyle yapıyormuş…
*** Hem anne, hem baba kendi ayrı iş konularıyla meşgul oldukları için İraklis hayatının ilk altı yılı boyunca Leymosun’daki nenesiyle kalmış. Altı yaşlarındayken Lefkoşa’daki bir yatılı okula g, sonra da 1952’de on yaşındayken İngiltere’de özel bir yatılı okula gönderilmiş… “İş aileye gelince, pek de yoktular” diye hatırlıyor… “Bu koşullar altında yaşamak zorundaydım. O günlerde geçerli olan şekil buydu…”
*** “Sizin için zor olmuş olmalıydı?” diye soruyorum… “Hayır” diyor, “Zor değildi. Beni daha bağımsız kıldı. 11 yaşından itibaren Waterloo İstasyonu’ndan Portsmouth’a kadar tek başıma seyahat etmekteydim.” Sonraları Bay İraklis Portsmouth’ta Otel Yöneticiliği okuluna gidecekti. 19 yaşında eğitimi tamamlandığında babası ona bir Sunbeam Rapier otomobil almış ve bu arabayı Avrupa’da seyahat ederek Kıbrıs’a kadar gelmiş…
*** Bay İraklis’e Forest Park Otel’deki “gösteriş ve tören” günlerini sorduğumda gülümsüyor ve heyecanlanıyor aniden… “Otelimize Mısır, Filistin ve hatta Sudan’dan pek çok zengin ziyaretçi gelmekteydi yurtdışından” diyor. “Erkekler önden eşlerini ve çocuklarını gönderiyor ve sonradan onlara katılıyorlardı, genellikle Mayıs’tan Ağustos’a kadar kalıyorlardı, kendi ülkelerindeki yaz sıcağından kaçmak için böyle yapıyorlardı. Hatırlarım da o günlerde klima yoktu, o nedenle insanlar daha serin hava için dağlara çıkmak durumundaydılar…”
*** Bay İraklis, ziyaretçilerin çok iyi giyinmiş, takmış takıştırmış vaziyette otele geldiklerini, Forest Park’ta kalmanın ayrıcalığı nedeniyle böyle yaptıklarını hatırlıyor. Akşam yemeği için özenle giyinip kuşanıyorlar, diğer ziyaretçilerle sohbet ediyorlar ve gecenin ilerleyen saatlerine dek eğleniyorlarmış. Gün içerisinde otele ait büyüleyici arazide dolaşıyor, terasta ya da yüzme havuzunun yanında oturup diğer ziyaretçilerle sohbet ediyorlarmış. Yüksek sosyete her zaman oradaymış. Otelde düğünler ve partiler yapılıyor ve danslar düzenlenmekteymiş…
*** Günümüzde ziyaretçilerin ne kadar anti-sosyal ve hatta bazılarının da ne kadar saygısız insanlar olması, gerçekten üzücü… Bay İraklis, sıcak bir gece, bazı ziyaretçilerin flip-flopları ve mayolarıyla, yüzme havuzundan henüz çıkmış vaziyette, sırılsıklam akşam yemeğine nasıl geldiklerini hatırlıyor. Halıya üstlerinden damlayan suların gölcük oluşturduğu ve kadife kaplı mobilyalarda iz bıraktıklarının farkında değilmiş gibi davranmaktaymışlar…
*** Bay İraklis’e Forest Park Oteli’nin kültürel miras olarak listelenip listelenmediğini, herhangi bir yasanın oteli koruma altına alıp almadığını soruyorum. Gülüyor. “Birileri gelip bu oteli yıksa, bilir misin, hiç kimse hiçbir şey demeyecek. Kimsenin umurunda değil” diyor. Bir işyeri olarak otel yaşatılamayacak konuma girerse, o zaman burasının belki bir Ulusal Müze haline getirilebileceği ve bunun da Kıbrıs için harika bir şey olacağını söylüyorum. Böylelikle küçük bir ücret karşılığı insanlar zamanda geriye gidip geçmiş görkemli günleri yeniden yaşayabilirlerdi… Bauhaus ve Art Deco’dan esinlenen iç dizayn ve mobilyalar, kesinlikle sanatçıları ve mimariye ilgi duyanları çekebilirdi. Böylece toplanacak para, belki restorasyonunun sürdürülmesi ve binanın korunmasına harcanabilirdi. Bay İraklis sessizce başını sallıyor ama bir şey söylemiyor. Belki de benim düşlerde gezindiğimi düşünüyor.
*** Nihayetinde usulca şöyle diyor: “İnanır mısın Kosta, bölgeden bazıları Forest Park’ı göz tırmalayıcı bir manzara olarak algılıyor! Bana “Bu binayı neden yıkman ki?” diye soruyorlar. “Daha yeni ve daha modern bir şey yap!” diyorlar. Sevgili Kosta, ben hayatta olduğum sürece bu oteli modern yapma gibi bir niyetim olmayacak. İyileştirmek, evet. 1940’lı yıllardaki şekli gibi restore etmek, tabii ki..”
*** WIFI gibi modern teknoloji hakkındaki görüşlerini sorduğum Bay İraklis, kaşlarını çatıyor… “WIFI’den size ne?” diyor. “İnsanlar sabahtan akşama oturup ekranlarına bakıyor. Oradan birşey çıkmaz ki. Ne yazık ki günümüzde kendilerine WIFI sunmazsanız gelmeyeceklerini anlıyorum” diye konuşuyor.
*** Bunları duymak beni üzüyor ancak gerçeği de biliyorum… Geniş pencereden dışarıdaki çam ağaçlarına ve muhteşem manzaraya bakıyorum. İnternet öncesinde bir zamanlar insanların buraları ziyaret ettiklerini, dimdik durup yürüdüklerini düşünebiliyorum… Otele gelen diğer ziyaretçilere seslendiklerini, yüzme havuzu yanında veya barda birbirleriyle sohbet ettiklerini düşleyebiliyorum… Otelin girişine doğru dönüp bakıyorum, bir düzine ziyaretçinin ellerindeki cihazlarla sessiz sedasız oynadıklarını görebiliyorum.
*** Bay İraklis yüzümdeki ifadeyi görüyor ve bazı ziyaretçilerin on gün kadar otelde kaldıkları halde, hiçbir zaman dışarıya çıkıp çevreyi dolaşmadıklarını anlatıyor. Tek bir kerecik bile yakınlardaki attraksiyonları ziyaret etmiyorlar, harika bir doğa yürüyüşüne çıkmıyorlarmış…
*** Söz dönüp dolaşıp babasına gelince, Bay İraklis bana doğru eğiliyor, sanki bir sır paylaşacakmış gibisince… “Bilir misin” diyor, “babam, mütevazi bir insandı… Lüks bir otel sahibi olduğunu asla kestiremezdiniz…” Yorgos Skirianidis, Forest Park’taki odasında 2001 yılında, tam 95 yaşında huzur içinde hayata gözlerini yummuş ve oğlu İraklis’e göre, sonuna dek zihni tümüyle açıkmış, her zaman olduğu gibi… Yorgos Sikirianidis hiçbir zaman doktora gitmemiş ve hiç ilaca da ihtiyaç duymamış. Sağlıklı, daha çok vejeteryan yemeklerle ömrünü geçirmiş, et yerine bakliyat yemiş ve her gün bol bol kaynatılmış olan fincanlar dolusu sıcak su içme ritüellerini sürdürmüş.
*** 2016 yılında Bay İraklis Skirianidis, 76 yaşındaydı. Babasının ruhu ve mütevaziliği ona miras kalmış gibi duruyordu. Otel girişinde ziyaretçileri karşıyor ve bu güzide kuruluşta kalmanın tüm avantajlarının bilincine varmalarını sağlamaya çalışıyor. Forest Park Oteli gibi böylesi güzide eski binaların korunmasını umuyorum ve buna duacıyım, hem sahipleri, hem de hükümet yardımlarıyla, böylece gelecek kuşaklar da geçmişin bu gözde binalarını takdir edebilirler. Bana göre Forest Park Oteli, bir zamanlar adadaki “altın dönem”e aittir. Yıllar içerisinde Kıbrıs, pek çok harika eski binasını kaybetti inşaatçılara… Umalım ki Forest Park, “listelenmiş miras” listesine girsin ve şirolarla dar görüşlü inşaatçıların şerrinden sonsuza dek korunsun…
*** GÜNCELLEME: Forest Park, 2024 yılında satıldı ve 2026 sonuna dek faaliyetini sürdürecek. Sonra tam bir renovasyondan geçirilmek üzere kapatılacak. Otelin yeni sahibi Kleanthus, Platres’te yanmış olan Pausilipon’u da satın aldı. Andreas Druşodis’e, düzeltmeler için teşekkürler…
Forest Park Oteli İkinci Dünya Savaşı esnasında 1941-45 yıllarında İngiliz sömürge yönetimi tarafından askeri bir hastane olarak yönetilecekti...
1960'lı yıllar öncesinde Kıbrıs Güzellik Yarışması da Forest Park Otel'de yapılıyordu. Resimdeki Lelia Rolandis...
*** Sayfadaki tüm fotoğraflar, “Tales of Cyprus” (“Kıbrıs’tan Hikayeler”) sayfasından alınmıştır…
(TALES OF CYPRUS’ta (“Kıbrıs’tan Hikayeler”) Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).