Faşistler

Sami Özuslu


Musollini’den beri dünyanın çeşitli ülkelerinde faşist ideolojiler, partiler, örgütlenmeler oldu.
Bazılarının özgün tarafları vardıysa da, tümünün ortak özelliklerinden biri ‘sadece kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanması, diğer insanların düşüncesine saygı göstermemesi, hatta diğer insanları da kendi gibi düşünmeye zorlaması’dır.
Buradaki kritik kelime ’zorlama’dır. İnsanları, kitleleri kendi düşüncesin doğruluğu konusunda ikna etmeğe çalışmak başkadır, zorlamak başkadır.
Düşüncelerin eşit koşullarda tartışılması başkadır, bu tartışmanın eşitsiz koşullarda yapılması başkadır.
Okullarda her ideolojiyi öğretmek başkadır, kimilerini ‘doğru’ diye okuturken diğerlerinden söz etmemek, ‘yanlış’ hatta ‘lanetli’ diye kategorize etmek veya ‘yok saymak’ başkadır.
Basın, düşünce ve ifade özgürlüğünü herkes için aynı derecede kullandırmak başkadır, bazı görüşleri ‘yasak’ diye nitelemek ve onları hem düşünsel anlamda, hem de fiziken ezmek, yok etmeğe çalışmak başkadır.
Yukarıdaki cümlelerin ilk kısmında tarif edileni uygulayana ‘demokrat’, ikinci kısmında anılana ise ‘faşist’ adı verilir.

**

Bu yüzden cumartesi günü KKTC’nin 31’inci kuruluş yıldönümü törenlerinde ‘vicdani ret’ yanlısı pankart açanlara yapılan müdahale ‘faşist’çedir.
Bunun adı faşizmdir, çünkü tam 16 gün önce, 29 Ekim kutlamaları sırasında tam da aynı konuda ‘farklı’ bir tutum içindeki insanların ‘vicdani redde hayır’ yazılı pankartlarına dokunan olmamıştı.
Aynı konuda, aynı mekanda, aynı protokolün resmi geçit izlediği anda açılan farklı görüşteki pankartlara böylesine ‘çifte standart’ uygulama hakkı kimsede yoktur.
Eğer KKTC’de bir Anayasa varsa ve o metinde ‘eşitlik’, ‘düşünce özgürlüğü’ gibi temel hak ve özgürlükler yazıyorsa, bunun ‘herkes için’ geçerli olması gerekmez mi?
Var mıdır Anayasa’da ya da başka bir yasada ‘vicdani ret istemek suçtur’ ya da ‘vicdani redde karşı çıkmak suç değildir’ diye bir madde?
Hukuk der ki “yasada yazılmayan suç, suç değildir!”
Ve yine hukuk der ki, birey olsun, kurum olsun, herkes ‘hukuk kuralları’ içerisinde hareket etmek zorundadır.
Buna polis örgütü de dahildir.

**

Açık ve nettir: Polis Örgütü bu olayda açık ve net biçimde ‘çifte standart’ uygulamış, yasalarda olmayan bir ‘yetki’ kullanmış ve en kötüsü bunu yaparken bir görüşü ‘suçlu’, diğerini ‘haklı’ varsaymıştır.
Bir başka deyişle KKTC Polis Genel Müdürlüğü, kendini bağımsız mahkemelerin de üzerine koymuştur.
Eğer 29 Ekim TC’nin kuruluş yıldönümü kutlamalarında açılan ‘vicdani ret’ karşıtı ve sayıca fazla pankartlara dokunmazken, 15 Kasım’daki törenlerde tek adet ‘vicdani ret hakkımız’ pankartını ‘suç’ görüp buna müdahale eden, taşıyıcılarını göz altına alan, iddialara göre tartaklayan, sözlü ve fiziki tacizde bulunan polislerin tümünün fiilleri hem hukuk dışıdır, hem de kamu vicdanı bakımından gayrı meşrudur.

**

TC derin devleti Kuzey Kıbrıs’ta da paramiliter anlamda çok önemli yatırımlar yapmış, başta asker ve polisin çeşitli birimleri olmak üzere ‘sol’ ve ‘barış yanlısı’ kesimlere karşı bir tür ‘topuz’ oluşturmuştu.
2000’li yılların ortalarından itibaren bu güç çeşitli nedenlerle geriledi, fazlaca ortalarda görünmedi. Bunun en önemli sebebi Türkiye’de derin devletin siyasi iktidara karşı gerilemiş olması ve Kıbrıs’taki çözüm güçlerinin zinde oluşuydu.
Ancak ‘TC derin devletinin merkezinin Kıbrıs’ta olduğu’ iddialarını unutmamak gerekiyor.
Bu tür derin işlerin ‘sol ağırlıklı hükümet’lere dönük bir provokasyon ve sol çevrelere bir mesaj olduğunu ise yazmağa bile gerek yok.
Şimdi hükümetin yapması gereken, bu provokasyonları yapanları ve yaptıranları hukuk devletinin gerektirdiği şekilde cezalandırmak…
Kamuoyunun yapması gereken ise, bu provokasyonlara kimin açıktan ve gizli destek verdiğinin farkına varmak…
Yani ‘faşistler’i teşhis etmek!..