EYLEMDE BULUNMAK

Mehmet Çağlar


Yalnızca bir ruh hali değil bu.
Alışılagelmişe yönelik bir eğilimdir; duyguları ezberlemek ve devreye sokmak.
Kendimizi değişimden alıkoymak.
Tahmin edilebilir bir gelecekte yaşamak.
Kısacası "TAKILIP KALMAK".
Dünü değerlendirmek, düne takılıp kalmak mıdır?
Takılıp kalmışsak, demokrasinin yerleşmemişliğinden şikayet edebilir miyiz, buna hakkımız var mıdır?
Bir yandan demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile ülkemizde yerleşmediğinden şikayet ederken, öbür yönden düne “SAPLANIP KALMAK”!
Yapmamız gereken, belirsizliği kucaklayan bir düşünce yapısına sahip olmak değildir...
Yapmamız gereken şey, "BUDAMAK"tır...
Çünkü, sistemin ve toplumun belirli süreçlerden ve yöntemlerden kurtulmaya ihtiyacı vardır...
Bu sistemin hiç de verimli olmayan, üretmeyen ve dolayısı ile topluma yeterince yararlı olamayan unsurları vardır...
Geçerliğini kaybetmiş olan uygulamaları vardır...
Bu unsurlar temizlenmezse, tıpkı verimsiz bir ağacın dalları gibi, Kıbrıs'ın kuzeyi de sağlıklı büyüyemez...
Budanmadığı için de, içten içe çürümeye başlar...
Bu, yani BUDAMA, yalnızca bir gereklilik değil, zorunluluktur...
Fark yaratacak olan, siyasetin merkezinin sistemde budama yapma, ve yerine "YENİ, ÜRETKEN ve YARATICI olanı koyma cesaretine sahip olmasıdır.
Yani "BUDAMA".
Budarsanız, ağaç daha güçlü büyür. Budanmazsa, ağacın dalları gelişigüzel büyür...
Demek ki, sağlıklı ağaç yetiştirmenin önemli bir yolu da; Zamanı gelince ağaçları budamaktan geçer!
Devleti toplumsal ideallerle yöneteceksin, ve yaptığını, kamu lehine olacak şekilde yapacaksın...
Bunun için, devletin çeşitli yollarla toplumdan kazandığını, topluma kaliteli hizmet olarak geri vermesi gerekir... 
"BİZ ÖYLEYİZ, BİZ ŞÖYLEYİZ" demek yetmez!
Bir partinin itibarı, toplumun ona verdiği kanaat notudur...
İTİBAR, rekabet avantajı demektir! 
Ve bir partinin sahip olabileceği en değerli algıdır itibar...
Bu çoğu zaman ideoloji değil, vaatlerini ne kadar yerine getirdiğiyle de yakından ilgilidir...
Bunları daha önce de birçok defa yazmıştım...
Yazmıştım, çünkü siyasetteki yabancılaşmanın kimlik, düşünce ve duruş ile ilgisini kurmak gerekir.
Örneğin, "-MIŞ GİBİ" bir tavır benimsemek!
Hegel, “ "ÖZNE", kendini gerçekleştirmeye çalışan yaratıcı insandır. 
"NESNE" ise başkaları tarafından etkilenip yönlendirilendir.
Yani uyumsuzluk, ruhunda kendini bularak, tarz ve düşünme biçimi haline gelir.
Böylelikle başkaları tarafından etkilenip yönlendirilirsin...
Neticede Barış ideali ve hedefi ile çözüm arıyor"MUŞ" gibi yapabilirsiniz ama bu yolu yürümezsiniz...
Ortaya bir ikilik realitesi koyar ve Barış ruhunun bütünlüğünü kırarsınız...
Robinson'un bulunduğu gemi fırtına sebebiyle kayalara çarparak parçalanınca, yine en önemli soruyu Engels sormuştu.
Engels: "neden aynı adada sadece iki kişilerken, Robinson Crusoe, Cuma’nın efendisi olabiliyor? 
Burada "efendiyi" belirleyen nedir?"  diye kritik yapmıştı...
Oysa ki, tam da burada, Cuma’nın önünde bir seçim vardır...
Nedir o seçim?
Eylemde bulunmak!