“Exodus” romanı ve Mağusa’da çevrilen filmi…

Sevgül Uludağ

MAĞUSA’DA ÇEKİLEN BİR FİLMİN HİKAYESİ…

 

Ulus Irkad

Doğrusunu söylemem gerekirse 1975 yılında, 18 yaşımda, 1974 yılıyla gelen savaştan ötürü Baf’ta bir senelik tutukluluktan sonra Mağusa’ya gelmemle, Maraş’ta yerleştiğimiz Kıbrıslırum evindeki bulduğum bir roman, dikkatimi çekmişti. Kitabın  adı “Exodus”, yazarı da Leon Uris adlı bir Yahudiydi. Kitap İngilizceydi ve bayağı beni kendine bağlamıştı. Gerçi evin bir kütüphanesi vardı ve bu kütüphanede İngilizce, Rusça, Arapça ve Yunanca kitaplar vardı. İngilizce bildiğim için İngilizceleri ben kendime ayırdım. Yunanca kitapları da annem alıp okumaya başladı. Arapça ve Rusçaları da kütüphanede koruduk. Bu öngörümüz evin sahipleri 2003 sonrası eve uğrayınca onlara kitaplarını geri vermemizle doğru da çıktı. Diyeceğim “Exodus” adlı roman hoşuma gitmişti ve hemen okumaya başladım. Kitap okuduk sonra beni kendine bağladı. Çünkü kitabın ilk kısmında Kıbrıs da konu edilmekteydi. Rusya’da doğmuş büyümüş ve dinamik bir genç olan Barak (roman kahramanının ismi hatırımda öyle kaldı)  adlı genç, bir kısım Yahudi idealist arkadaşıyla daha fazla Avrupa ülkelerinden ve de Auschwitz cehenneminden çıkan, hayatta kalan Yahudileri Kıbrıs’ta kurtarma planları yapar. Yıl 1948... Kıbrıs’taki İngiliz Hükümeti önceleri gemiler dolusu Yahudileri Doğu Akdeniz’de tutuklar ve Kıbrıs’ta Karaol Kampı’na getirir. Barak ve arkadaşları gemi yakalanınca Kıbrıs’a gelip bu Yahudileri kurtarma hazırlıklarına ve planlarına girişirler. Tabii koskoca İngiliz Hükümetiyle uğraşmak ve başa çıkmak kolay değildir. Roman kahramanı, Yahudileri Filistin’e götüren geminin Kıbrıs’ta İngiliz Hükümeti tarafından yakalandığını duyunca, oradaki esir kamplarındaki Yahudileri kurtarmak için harekete geçer ve Kıbrıs’a giderek onları kurtarmaya çalışır.  Bu son derece maceralı bir kaçış öyküsü olur ve romana göre de bilhassa Mağusa Bölgesi’ndeki milliyetçi Rumlar da onlara yardımda bulunur. Romanın bir kısmı bu kaçış öyküsü ve daha sonra da Yahudileri Filistin’de yerleştirme ve Filistinli Araplara karşı mücadelesiyle doludur. Romanda Yahudilerin gözüyle bir İsrail Devleti’nin nasıl doğduğu da anlatılmaktadır.

İngiliz Döneminin sonlarına yakın Holywood herhalde Yahudi işadamlarının da finansmanıyla bu romanı 1960 yılında, daha İngilizler adayı terketmeden önce, bir film olarak çekmeye karar verir. Elbette romanda olduğu gibi Mağusa Şehri odaklanılan şehir olur. Bu film için bayağı para harcandığı ve gene her şeyin en ince detaylarına kadar planlandığı da bilinmektedir. Filimde başrolü Paul Newman, Eva Marie Saint, Peter Lawford ve John Derek oynamaktadır. Filim şirketi, daha birkaç hafta önceden o yıllarda İngiliz Ordusu’nun kullandığı tüm askeri araçları, kostümler dahil Mağusa Kale içindeki depolara yığar. 1948 yılında kullanılan eşyalar en ince detaylarına kadar düşünülür. Filimde Kıbrıslırum ve Kıbrısltürk birçok figüran yer alır. O filimde gene baş yardımcı ve idareci olarak bulunan Mağusalı Cemal Canatan filim için  bana şunları anlatmıştır:

“Filmin çekimleri ve hazırlanması dahil üç haftalık bir süre gerekliydi. Öncelikle buraya Mağusa içindeki depolara araçlar ve giyilecek kostümler getirildi. Mağusalı Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürkler hepsi de figürandı ve esirlerin rollerini oynadık. Ben elimde bir minyatür mikrofonla herkese seslenir ve ne yapacaklarını söylerdim. Mesela Mağusa içinde de büyük variller getirilmiş ve esirlerin yıkanmalarını canlandırmıştık.

Yüzlerce kişi filimde figüran olduğu için onlara elimdeki minyatür mikrofonla seslenip filme göre hareket edilmesini anons eden bendim. Bu arada en küçük kardeşim Hasan dahil, hatta babamız bile filimde yer almıştı. Yüzlerce insana günde her birine 35 şilin yövmiye verilmekteydi. Bu arada babamın köpekleri vardı, filme köpekleri de dahil etmiştik ve filim şirketi köpeklerin bile yövmiyelerini ödemişti. Filmin romantik aşk sahneleri Lefkoşa’da valilikte çekiliyordu. Hatta bir gece ışıklarla öyle güzel bir dekorasyon sağlamışlardı ki ben bile şaştım kaldım. O sırada valilik içindeki bahçeye suni güller de ekmişlerdi. Önceleri bunları gerçek sanmıştım ama “Ben bu güllere değeceğim” dedim ve yakına yaklaştım. Meğer plastiktiler ama sahici güllere çok benziyorlardı. Bu filme figüran olarak katılan Kıbrıslılar o zamana göre üç hafta içinde bayağı  güzel bir para kazanmışlardı. En fazla parayı da bendeniz idareci olduğumdan dolayı kazandım. Üç hafta sonunda yaklaşık 50 KL almıştım. O yıllarda 50 KL bayağı iyi bir paraydı. Bu arada gene filim icabı Maraş’ın en güzel kızlarına bir otelde güzel mayolar giydirilip filme alınmışlardı ki kullanılan renkli ışıklar bu kızları bir o kadar daha çekici yapmıştı.

Filmin Kıbrıs’taki kurtuluş kısmından sonra bu insanların Filistin veya İsrail’deki hayatları ve hayata kazanımları hem romanda hem de filimde anlatılmaktadır. Filmin esas başrol oyuncusu Paul Newman, filim sırasında zor sahnelerde dublörler de kullandı. Mesela filimde bir tehlikeli sahnede bir oyuncu onun yerine rol alırken ansızın baktım Newman sahneye çıkıp sanki de kendi o rolü ifa etmiş gibi bir tavır aldı. O rol icabı denizde bir kovalamaca ve tehlikeli bir sahne vardı ki, Newman kıyıya çıktığı zaman hemen çok lüks tor ve havlulara sarıldı ve o havuların güzelliği hala daha aklımdan çıkmadı” diye Cemal Canatan bana en ince ayrıntısına kadar filmin sahnelerini de anlatmış oldu.

Bilindiği gibi 1948 ve 1967 yıllarındaki olaylardan sonra Filistin’in büyük bir kısmı Yahudiler tarafından işgal edildi. Yahudiler açısından sorun bitmesine rağmen dünya hukuku, Filistinli Araplar ve de Filistin’deki sorunlar yüzünden  hala daha devam etmekte ve Orta Doğu’da her zaman bir savaş tehlikesini devam ettirmektedir.

Önemli olan bu topraklarda, eşit hakçı, adaletli, tüm yaşayan insanların menfaatlerini koruyan bir çözümün bulunması ve yaşayan insanlar arasında savaşın değil barışın tecelli etmesidir.

Exodus Filmi çekildikten sonra aradan 60 yıl geçmesine rağmen hala daha o günleri yaşayan Mağusalıların büyük bir kısmı filim hakkında anılarını anlatmakta ve filimde de katkıları olduğundan dolayı gurur duymakta. Bir dönemi anlatan ve de Mağusa’nın da tanınmasına katkıda bulunan Exodus filmi, filim müziğiyle bile bugün dünyada tanınan ve de iyi puan verilen filimler arasında…


 

“Kayıp listesindeki 200 kişinin kalıntılarının kimlik tespiti yok…”

Lefkoşa, 8 Temmuz 2020 (T.A.K): Kayıp Şahıslar Komitesi’nin (KŞK) yeniden faaliyetlerine başlaması, süreçteki sorunlar ve kayıp kalıntılarının kimliklerinin tespit edilmesinde yaşanan zorluklar dün toplanan Kıbrıslırum Meclisi Kayıplar, Göçmenler, Mahsurlar ve Mağdurlar Komitesi’nde ele alındı.

Haravgi ve diğer gazeteler, Kayıp Şahıslar Komitesi’nin (KŞK) yeniden faaliyetlerine başlaması, süreçteki sorunlar ve kayıp kalıntılarının kimliklerinin tespit edilmesinde yaşanan zorlukların dün toplanan Kıbrıslırum Meclisi Kayıplar, Göçmenler, Mahsurlar ve Mağdurlar Komitesi’nde ele alındığını yazdılar.

Gazete, Meclis Komitesi Başkanı Skevi Kukuma’nın komite toplantısında yaptığı konuşmada, “KŞK’nın Kuzey 7 ve Güney Kıbrıs’taki bir noktada kazılara başlayacağına dair komiteye bilgi geldiğini ancak Kıbrıslıtürk makamlarının son olarak uygulamaya koyduğu önlemlerin girişimi dondurduğunu” söylediğini yazdı.

Kukuma ayrıca, KŞK’nın ve “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Engomi bölgesindeki laboratuvarlarında 200 kişiye ait, kimlikleri tespit edilemeyen kemik kalıntılarının bulunduğunu, bazı kalıntıların 5 ila 6 yıldır kimlik tespiti yapılmamış halde burada olduklarını” belirterek, bu durumun kabul edilemez olduğunu ifade etti.

Bu kişilerin kimliklerinin tespit edilmesinde bazı zorlukların çıkmış olabileceğini belirten Kukuma, ancak kalıntıların bunca yıl elde tutulmasının kabul edilemeyeceğini vurguladı.

“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin laboratuvarında bulunan kalıntılarla ilgili sorunun da devam ettiğini ve kalıntıların büyük bir kısmının ilaçlanmış kalıntılar olmasından ötürü inceleme ve kimlik tespitlerinin yapılmasının kolay olmadığını” belirten Kukuma, “Dikomo (Dikmen) bölgesinde gömülü olan kayıplar konusunda ise, “AB finansmanıyla yapılmış söz konusu parkta yapılması gereken kazıların maliyetinin AB tarafından karşılanması için Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin çaba sarf edilmesini talep ettiklerini” ifade etti.

Öte yandan Fileleftheros gazetesi, Kıbrıslırum Kayıp Yakınları Derneği Başkanı Nikos Sergidis ve 1963-64 Dönemi Kayıp Yakınları Derneği Başkanı Haris Simeonidis’in komite toplantısındaki açıklamalarına yer verdi.

Sergidis konuşmasında, “kayıp kalıntılarının kimlik tespitlerinin yapılmasında 6 ila 10 yıla varan gecikmelerin yaşanıyor olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirirken, bir kayıp annesinin huzurevinde, beslenmesi için gerekli sıvı gıdanın sağlanamaması sebebiyle hayatını kaybetmiş olmasına” değindi.

Sergidis, “kayıp ebeveynlerinin hayatta olanlarının 80-90 yaşlarında olduklarını ve devletin desteğine ihtiyaç duyduklarını belirtirken kimlik tespitlerinde yaşanan gecikmelerde ise mazeret kabul edilemeyeceğini” sözlerine ekledi.

Öte yandan Simeonidis ise, kayıp kalıntılarının tabut yerine kutu içerisinde teslim edilmesinden ailelerin büyük rahatsızlık duyduğunu ifade etti.

2012 yılında Hamit Mandrez (Hamitköy) bölgesinde, 1963-64 döneminden 16 kaybın kalıntılarına ulaşıldığını, bunlardan 10 tanesinin kimliklerinin 2014 yılı itibariyle belirlendiğini, diğer altısının ise hala kimlik tespitlerinin yapılamadığını vurgulayan Simeonidis, kalıntıları inceleyen adli tıp uzmanları hakkında da şikayetlerini dile getirdi.

Simeonidis, kendi yaşadığı bir olayı örnek göstererek şunları söyledi:

“Erkek kardeşimin kimlik tespiti yapıldığında adli tabibe, ‘kardeşimi görmedin bile değil mi’, diye sordum. O da bana ‘neden?’ cevabını verdi. Kendisine raporunda, yarasının başında olduğunu yazdığını ama aslında yarasının başka bir yerinde olduğunu söylediğimde ise bana, ‘ne yazmamı istersin?’ yanıtını verdi.”

Gazete, komitede görüşlerini dile getiren kişilere karşılık Kıbrıslırum Başkanlık Komiseri Fotis Fotiu’nun bazı yanıtlar verdiğini de aktardı.

Habere göre Fotiu, ilk olarak kayıp kalıntılarının küçük kutular içerisinde verilmesi konusuna değinerek, kayıp yakınlarından bazılarının normal tabut kullanmak istemediklerini ancak kendisinin, kayıp yakınlarının iki farklı boyda tabut seçimi yapabilmeleri imkanının sağlanması talimatını verdiğini söyledi.

Adli tıp uzmanlarının rapor verememesi ve ailelerin talep etmesi durumunda Yunanistan’dan uzmanların gelmesi kararını aldıklarını da dile getiren Fotiu, Yunanistan kökenli kayıplardan 10’unun ise kimlik tespitlerinin yapıldığını ifade etti.

Gazeteye göre, “Fotiu, KŞK Kıbrıslıtürk Üyesi’nin, Aşşa  kökenli 70 kaybın kalıntılarının ilk dönemlerde Kıbrıslıtürkler tarafından başka yere taşındığına ilişkin sözlerine ve bu kayıpların Digomo çöplüğüne gömüldüklerine ilişkin şahitliklere kuşkuyla baktığını” dile getirdi.

KŞK’nın Kıbrıslırum Üyesi Leonidas Pandelidis ise komitedeki konuşmasında, “Aşşa kayıplarının gömüldükleri yere ilişkin farklı bilgilerin de bulunduğunu ancak buna paralel olarak Dikmen çöplüğünde de kazı gerçekleştirilmesi gerektiğini” söyledi.  

Yakın zamanda “askerlere ait 6-7 naaşın kimlik tespitinin tamamlanacağını” ifade eden Pandelidis, son olarak “2 bin kayıptan (Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk) 800’ünün aranmakta olduğunu” sözlerine ekledi.

(TAK Ajansı Rumca Haber Bülteni’nden – 8.7.2020)


“Kayıplar Komitesi’nin kazı çalışmaları sürüyor…”

Lefkoşa, 8 Temmuz 2020 (T.A.K.): Kayıp Şahıslar Komitesi Kıbrıslıtürk Üyesi Gülden Plümer Küçük, gerek kazı, gerekse antropoloji laboratuvarındaki çalışmaların 1 Temmuz’da açıklandığı gibi başladığını belirtti.

Plümer, Mağusa, Düzova (Eksomedoş), Lefkoşa, Zeytinlik (Templos) ve Strovolos’ta (Güney Lefkoşa) bir süredir kazı çalışmalarında bulunan 5 ekibe yarın 2 yeni ekibin ekleneceğini ve Zeytinlik’te ikinci bir kazıya başlayacak komitenin Taşköy’de (Petra) de kazı yapacağını kaydetti.

Gülden Plümer Küçük, Kıbrıslırum Meclisi Kayıplar, Göçmenler, Mahsurlar ve Mağdurlar Komitesi Başkanı, AKEL Milletvekili Skevi Kukuma’nın “Kayıp Şahıslar Komitesi’nin çalışmaları, Türk makamlarının sınır kapı uygulamalarından dolayı durdu” yönündeki iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyledi.

TAK muhabirinin konuya ilişkin sorusunu yanıtında, iki toplumlu komite çalışanlarının 22 Haziran’dan bu yana kuzey ve güneye geçişlerinin başladığını kaydeden Küçük, antropologların aynı tarihten, arkeologların ise 2 Temmuz’dan itibaren çalışmalarına başladığını vurguladı.

Küçük, tüm çalışanların PCR testlerini yaptırdığını ve çalışma yöntemlerinin, uluslararası ve yerel Covid-19 yönergelerine uygun olarak planlandığını belirtti. Küçük, “Çalışırken nelere dikkat etmek gerektiği, araçta kaç kişinin bulunacağı gibi konuları kurallara bağladı” dedi.

Gülden Plümer Küçük, otoritelerin belirlediği kurallar çerçevesinde komite çalışanlarına PCR testi yapmaya devam edeceklerini vurguladı.

(TAK Ajansı Haber Bülteni’nden – 8.7.2020)