Evden dışarı çıkamazdım…

Tayfun Çağra

Ben olsaydım evden dışarı çıkamazdım.

Ama ben olsaydım!..

Veya sen, o, şu, diğeri veya yaptığı/yapamadığı işten utanan biri olsa…

Yüz kızarıklığının ne anlama geldiğini bilen biri olsa!..

Böyle bir yetiyi insan olmanın gerekliliği görebilecek kadar insan kalabilse!..

***

Ben bu hükümette yer alsam, üyesi olsam, kıyısından köşesinden bulaşsam evden dışarı çıkamazdım.

Yüzüm tutmazdı, insanların yüzüne bakamazdım, başım aşağıda belki markete kadar gider çabucak dönerdim ama onu da yapamazdım.

Neden?

Çünkü markette biri hükümet üyesiyim diye beni tanısa napardım o zaman!

Hiçbir şey alamadan ayaklarım kıçıma vura vura kaçardım.

Mümkün mü hükümet üyesi olarak markette alışveriş yapabilmem!

Ben hükümet üyesi olarak markete gidecem, alışveriş yapacam ama yanımda raflardaki fiyatlara bakıp elindeki sepete bir şey koyamayan vatandaş varken ben sepetimi doldurup marketten çıkacam!..

Olası mı? Öyle utanırdım ki, öyle kızarırdım ki!

Yapamazdım, yani markete de gidemezdim hükümetin bir üyesi olsam veya kıyısından köşesinden hükümete bulaşmış da olsam…

Evden dışarı çıkamazdım yani…

***

Evde yüzüm kızararak otururken elektriklerin ne zaman gideceğini beklemenin verdiği rahatsızlıkla da diken üstündeymişim gibi olurdum.

Oturabilir miydim?

Onu da yapamazdım.

Düşünürdüm;

Çamaşır, bulaşık makinesini kurmak için işten eve gelen kadın/erkek elektriklerin gideceği saate göre programlanmıştır.

İşte o saatte gidecek elektrikler (bereket ki KIBTEK gideceği saatleri açıklamak gibi çağdaş! bir uygulama yapıyor), yemek yapmaya, bulaşık yıkamaya, makine kurmaya, işten eve getirdiği işleri yapmak için bu kadar zamana, çocukların ödevlerini yapmaları, çalışmaları için de bu kadar saate ihtiyaç var. Bu işi  bu kadar saatte yapsam, şunu yapsam, bunu bıraksam, yarına da aktarsam!... Yarın da aynı hikâye ama… Yarını da diğer güne aktarsam! falan filan…

Televizyon izlemek mi! Yıllar yıllar önce televizyon mu vardı, elektrikli alet mi vardı, elektrikler gidip gelirken arıza yapacaklar gibi bir derdimiz mi vardı!

Elektriği ne kadar daha verimli, ne kadar daha kaliteli kullanmak gerektiğini hesaplama ve uygulama zamanında biz hâlâ elektrik verilecek mi verilmeyecek mi hesabı yapıyoruz…

***

Yarın çocuklar okula gidebilecek mi? Servisler, minibüsler, otobüsler yakıt alabilecek mi, istasyonlar yakıt verecek mi yoksa akaryakıt sağlayıcıları istasyonlara servisi durduracak mı? Tanker mi gelmedi yoksa! Lastiği patlamıştır! tankerin… Dolayısıyla oradan oraya, şundan da buna, bundan da bana akaryakıt ulaşmamıştır.

Ha, zam yapıldı madem hade hayırlısı okula da gidiyoruz, işe de, tarlaya da…

Benzini de aldık, mazotu da…

Belki daha önce dolduruyorduk depoyu, şimdi ancak bir gidip gelene kadar alabiliyoruz… Tarlayı da bir uçtan bir uca bir defalık çapalayabilecek traktör bu defalık… Diğer mazotu alabileceğimiz zaman da diğer uçtan başlarız artık…

***

Elektrik, akaryakıt, market…

Ben hükümet üyesi olsam, evden dışarı çıkamazdım, camdan da bakamazdım görülürüm diye, hatta evde yerin dibine batacak bir yer arardım.

Mercedes’te gezmekmiş, koltukta oturmakmış, çıkıp mecliste Zorlu Töre’nin deyişiyle “yüce kürsüde” konuşmak, bir şey yapıyormuş taklidi yapmak, kendini Kaf dağında görmekmiş!

Kesinlikle yapamazdım, kızarmaktan, bozarmaktan insanların yüzüne bakamazdım ki!

Ne konuşması, ne Mercedes’i allah aşkına!

Evden dışarı çıkamaz, yerin dibine batacak yeri bulana kadar arar dururdum.