Eroğlu ve Anastasiadis, ‘SON’un hazırlığını en baştan yapmalı

Tümay Tuğyan

 

Müzakere sürecinin başarısı, liderlerin bir anlaşma metni üzerinde hemfikir olmasından öteye, esas olarak, o aşamaya gelinmesi halinde referandumlardan iki evet çıkıp çıkmayacağıyla ölçülebilecek.

Liderlerin bu süreçte, müzakere masasında bir uzlaşıyı aramanın yanında, toplumlarını da bu uzlaşıya hazırlama gibi bir görevi var.

Ve Annan Planı’ndan farklı olarak, bu kez liderlerin onaylamadığı herhangi bir metin, referanduma sunulamayacak.

Hatırlayın, Bürgenstock sonrasında Annan Planı’nın boşlukları BM tarafından doldurulmuş ve referanduma bu metin sunulmuştu. 

Eroğlu ile Anastasiadis’in imza koyduğu ortak açıklamanın 6’ncı maddesinde bu, açıkça belirtilmiş durumda.

‘Only an agreement freely reached by the leaders may be put to separate simultaneous referenda’...

Yani 2004’ten farklı olarak liderlerin, Denktaş’ın ve Papadopulos’un yaptığı gibi referanduma sunulacak metne karşı ‘Hayır’ propagandası yürütmesinin de önüne geçilmiş oluyor.

En azından alenen bir ‘Hayır’ propagandası söz konusu olamayacak.

Çünkü liderlerin onayı olmayan bir metin, referanduma sunulamayacak.

Hâl böyleyken, liderler sandıkların kurulması aşamasına gelinmesi durumunda, destek verdikleri metnin toplumlarca da onay görebilmesi için, bunun hazırlığını önceden yapmak zorunda.

İlk gereklilik de, sürecin başından itibaren, toplumların beklentilerini dengede tutmak.

Sokaktaki insanların hassas noktaları ortada.
Ve bu hassasiyetleri körüklemek yerine, makul seviyelerde dizginlemek önemli.

Örneğin mülkiyet konusu...

Mülkiyet hakkı, çağdaş hukuk sistemlerinde artık ‘dokunulmaz’ bir hak değil.

Zaten Kıbrıs gibi bir örnekte, tüm mülkleri 1974 öncesi sahiplerine devretmenin, fiilen mümkünü yok.

Bu noktada özellikle Anastasiadis’e büyük görev düşüyor.

Rum lider kendi toplumuna, bunun olamayacağını gerekçeleriyle anlatmak zorunda.

‘Mülkiyet hakkı kutsal bir haktır, herkes mülküne dönecek’ şeklindeki bir dezenformasyonun sonucu, referandumda ‘Hayır’ oyudur.

Rum toplumu, çözüm metninde mülkiyet hakkının, on yıllardır kendilerine ‘söylendiği’ şekliyle yer almayacağını, işin başından itibaren bilmelidir.

Veya toprak konusu...

Bu noktada ise görev Eroğlu’nun!

Kıbrıs konusunda sağ siyasetin yıllardır savunduğu ‘Bir karış toprak verilmez’ şeklindeki argümanın da tıpkı Rum tarafında yürütülen mülkiyet propagandası gibi ‘oluru’ yok.

Kıbrıs Türk tarafının 1992 Gali Fikirler Dizisi döneminde, Denktaş eliyle kabul ettiği pozisyon, 29+.

Yani uzlaşabilmek için, ‘bir karıştan da fazlası’, Rum devletine verilecek.

Hâl böyleyken orası verilemez, burası verilemez, şurası verilemez gibi ön propaganda girişimleriyle, toplumun olası bir uzlaşı öncesinde kendini koşullandırmasının ortamı yaratılmamalı.

Böylesi bir ortam yaratmaya çalışan kesimlerin bu maksatlı propagandasının toplum nezdinde kabul görmesinin önüne geçilebilmesi için, Kıbrıslı Türk liderlik, sürecin başından itibaren toplumu ‘gerçek’ ihtimallere hazırlamalı.

Uzun lafın kısası, her iki liderin de ta şimdiden, toplumlarıyla dürüst bir ilişki kurmak beklentileri gerçekçi bir dengeye oturtmak gibi bir sorumluluğu var.