Dohni’den alınarak “kayıp” edilen dedesi Aydın Ahmet ve büyük amcası Bekir Ahmet’in öykülerinden hareketle, babası Ahmet Kayıplar’ın yaşadıklarını damıtıp olağanüstü bir sergiye dönüştürdü genç sanatçı Hasan Kayıplar… Enstalasyonlar, video art, dijital kolajlarla “kayıplar”ın geride bıraktığı sevgili nenesi Aliye Hanım, iki yaşında öksüz kalan babası Ahmet Kayıplar ve babası “kayıp” edildiğinde henüz iki aylık olan Ramadan Kayıplar’ın üzerinde çok düşünülmüş acı öyküsü bu…
“ERİME NOKTASI”…
Sergi 30 Haziran 2025 akşamı İsmet Vehit Güney Sergi Salonu’nda açılmıştı, aslında Hasan Kayıplar’ın ARUCAD’dan mezuniyet projesi olarak sunulan bir sergiydi bu… Sergi davetiyesinde şöyle yazıyordu:
“Bu proje, göç, hafıza ve kimlik temalarını kişisel bir yerden ele alıyor. “Erime noktası” (melting point) kavramı, geçmişin bugünkü bellekle çarpıştığı anları temsil ediyor.
Baba ve oğul figürleri, aktarılan travmaların sessiz taşıyıcıları olarak karşımıza çıkıyor. Sergide yer alan video yerleştirmeleri, dijital kolajlar ve 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs’ta yayımlanmış gazete kupürleri; kişisel olanla toplumsal olanın nasıl iç içe geçtiğini ortaya koyuyor.
Bu çalışma, yalnızca kayıpları anmakla kalmıyor; aynı zamanda unutulmuş, bastırılmış ya da aktarılamamış hafızaların erime noktasında yeniden şekillenmesine olanak tanıyor.”
KAYIPLARIN DERİNDEN SARSAN ETKİSİ…
Sergiyi ancak kapanış gününde gezebiliyoruz ve genç sanatçı Hasan Kayıplar’ın verdiği olağanüstü emeğe tanık oluyoruz… Hasan Kayıplar’la bir de röportaj yapıyoruz sergi salonunda oturup…
Eminim ki bu sergiyi hazırlamak onun için hiç de kolay olmamıştır – çünkü “kayıplar” konusu, ona dokanan her sanatçıyı derinden sarsan insani bir konu… Acılara boğulup kafanızı suyun üstünde tutmaya çalışarak yüzmek ve bu duygu seli ve yaşanmışlığın derinliği karşısında boğulmamaya çalışmak… Hasan Kayıplar, en yakınlarının acılarına tanık olarak büyümüş – nenesi Aliye Hanım’ın evindeki her bir fotoğrafın arkasında “Sensiz bir ömür tükettim canım” yazıyormuş… Nenesinden dinlemiş ailedeki kayıpların öyküsünü – dedesi Aydın Ahmet, Dohni’den alınıp birinci otobüsteki diğer Kıbrıslıtürkler’le birlikte “kayıp” edildiği zaman Aliye Hanım’ın minik bebeği Ramadan üç aylıkmış – oğlu Ahmet de henüz iki yaşındaymış…
O günlerden geride kalan Hasan’ın babası Ahmet Kayıplar’ın üç fotoğrafı var kendi babasıyla çekilmiş ama Ramadan Kayıplar’ın babasıyla çekilmiş hiç fotoğrafı yok… Hasan Kayıplar, babasının dedesiyle fotoğraflarını kullanarak sanat eserleri yaratıyor… Sergiye koyduğu yuvacık da, Ramadan Kayıplar’ın üç aylıkken Dohni’den Kıbrıs’ın kuzeyine geçerken içinde bulunduğu beşik… Bu yuvacığın yanısıra bir diğer enstalasyon da babası Ahmet Kayıplar’ın 6-7 yaşlarına kadar içinde yattığı yatacık…
BİR KARANLIK ODADA TEKRARLANAN SÖZCÜKLER…
Sergiye girişte bir “karanlık” oda yaratıp iki nenesiyle çektiği ve düzenlediği bir videoyla karşılaşıyorsunuz… Video art’ta iki nenesinin yaşadıklarını anlattıkları var ve bu sürekli dönüp dönüp tekrarlanıyor – sanki kimse unutmasın, hep hatırlansın bunlar diye… Ancak bir tür “intikam” duygusuyla yapmamış bunu genç sanatçı, daha çok bir “hatırlama”, “hafızalaştırma”, “geçmişle yüzleşme”, “geçmişten dersler çıkarma” çabasıyla hareket etmiş…
Sergiye girdiğinizde dedesinin ve amcasının asetata basılmış ve tavandan asılmış, esintiyle dalgalanan resimlerini görüyorsunuz… Sergiye siyah-beyaz ve sibya renkleri hakim… Kolajlar duvarlarda, enstalasyonlar (yerleştirmeler) salonda ve salonun bir köşesinde de Türkçe ve Rumca gazetelerin küpürleri birer blok şeklinde yerlere konmuş…
Hasan Kayıplar, genç bir sanatçı olarak çok zor bir konuyu, “kayıplar” konusunu işlemiş kendi ailesindeki “kayıplar”dan hareketle… Babasına sanki de bir armağan vermiş: O üç fotoğraf, ninesinin “Sensiz bir ömür” sözcükleriyle bütünleşip ölümsüzleştiriliyor… “Amcamın fotoğrafı da olsaydı babasıyla, mutlaka bu serginin parçası olurdu” diyor…
BİR YUVACIĞIN HATIRLATTIKLARI…
Göç ederken bebeğin konduğu yuvacık alıp beni küçüklüğüme, 1964 yılının ilk aylarına götürüyor… Eskiden bu tür pusetler vardı – Bu yuvacıkların iki yanında, çanta sapı gibi saplar var ve bir çanta taşır gibi bebeği içine yerleştirip taşıyordunuz… Ablam İlkay Adalı da rahmetlik eniştem Kutlu Adalı’yla bizi ziyarete geldiğinde – sanırım 1964’ün Ocak veya Şubat ayı olabilirdi bu – kızı İlciği minik bir bebek olarak böyle bir yuvacıkta getirmişti evimize… Rahmetlik babam henüz vefat etmemişti, o yuvacık önemliydi çünkü içinde ilk kez göreceği İl bebek vardı… Aile içi anlaşmazlıklar nedeniyle ablam evlendikten sonra Adalı’nın ailesi, onu annem ve babamla görüştürmüyordu o günlerde… Sonradan barışacaklar ve herşey normale dönecekti… O yuvacık işte bu nedenle önemliydi çünkü annemle babam ve ben ilk kez ablamın kızı İlcik’le karşılaşıyorduk… Yuvacıkta evimize gelen muhteşem bir armağandı sanki o çatışma günlerinde… Annem ona yıldız şeklinde altın küpecikler hediye edecek, ablama sarılıp ağlayacak, ilk torununu ilk defa kucağına almanın büyük sevincini yaşayacaktı… Ben ise henüz beş yaşında “Teyze” olmuştum – kendimi biraz “yaşlı” hissediyordum çünkü “Teyze” ancak büyükler olabilirdi değil mi? Çocuk yaşımda nasıl bir “Teyze” olacaktım? Sergideki yuvacık alıp beni geçmişime, çocukluğuma götürüyor… Tüm bunları başdöndürücü bir hızla hatırlıyorum…
Sergideki yuvacığın altına yere rengarenk “buppa”lar yerleştirilmiş… Siyah-beyaz, ohro ve sibya renklerinin hakim olduğu bu sergide bu rengarenk “buppa”lar ile Hasan Kayıplar’ın babasının çocukluk yatağının üstündeki turkuvaz renkli eski modelde dikilip beyaz çarşafla kaplanmış yorgan bir ışıltı yaratıyor salonda… Sanki bu renk patlamalarıyla, “ölüm”e meydan okurcasına “hayat”ın renklerini de hatırlatmak istiyor bize Hasan Kayıplar…
HASAN KAYIPLAR’LA RÖPORTAJIMIZ…
Sergi salonunda yuvacığın ve Ahmet Kayıplar’ın çocukluk yatağının kullanıldığı enstalasyonların yakınına oturup genç sanatçı Hasan Kayıplar’la röportaj yapıyoruz… Sorularımızı şöyle yanıtlıyor:
SORU: Kendinden biraz bahseder misin bize?
HASAN KAYIPLAR: Ben Hasan Kayıplar, 2002 doğumluyum… Mağusa doğumluyum. Mağusa’da doğdum, 6 yaşıma kadar Mağusa’da yaşadım. Mormenekşeliyim aslen… Daha sonra babam polis olduğu için, ben ilkokuldayken Lefkoşa'ya taşındık ve o zamandan bu zamana kadar Lefkoşa’da yaşadım. Artık diyebilirim ki Lefkoşalıyım…17 sene oldu… Ve şu an bulunduğumuz yer, benim İsmet V. Güney Sergi Salonu’nda mezuniyet sergimdir. Ben daha dün ARUCAD’dan mezun oldum, dün mezuniyet törenim vardı…
SORU: Evet, gördüm resimlerini…Tebrikler…
HASAN KAYIPLAR: Teşekkürler. Evet, ARUCAD’dan mezun oldum, yakında da, Eylül ayında İsveç’e taşınıyorum, master için…
SORU: İsveç’I neden seçtin?
HASAN KAYIPLAR: İsveç’i neden seçtim? Ben masterimi küratörlük ve sanat yönetimi üstüne yapmak istediğim için çeşitli ülkeleri araştırdım, daha önce de güneyde bir müzede gönüllü staj yaptığım için oranın direktörü de orada bir nevi referans oldu bana, oradan mezundur, Stokholm Üniversitesi’nden… Ondan aldığım tavsiyelerden sonra ben da Stokholm Üniversitesi’ne başvurayım dedim.
SORU: ARUCAD’da ne okudun?
HASAN KAYIPLAR: ARUCAD’da ben plastik sanatlar okudum, Sanat Fakültesi’ne bağlı…
“DOHNİ’DEN AYDIN AHMET DEDEMDİR…”
SORU: Bu sergi fikri nasıl oluştu kafanda?
HASAN KAYIPLAR: Ben bir şehit ailesi torunuyum. Babamın babası ve amcası 1974 Taşkent (Dohni) kayıplarındandır, şehitlerindendir… Dohni’den Aydın Ahmet ve Bekir Ahmet… Bekir Ahmet amcam… Aydın Ahmet da dedemdir…
SORU: Onlardan geride kalanlar Yerasa’da mı bulunduydu yoksa Pareklişa’da mı?
HASAN KAYIPLAR: Tam olarak emin değilim nerede bulundular. Sanırım birinci otobüsteydiler…
SORU: O zaman Yerasa…
HASAN KAYIPLAR: Yeğenimiznandılar…
SORU: Suat Kafadar…
HASAN KAYIPLAR: Evet, yeğenimiznandılar, o kurtulan adam… Yeğenimizdir o…Dediğim gibi şehit ailesi torunuyum ben… Beni en çok etkileyen neydi? İşte babam ve dedem üstünden ilerler bu sergi, ana karakterler babam ve dedemdir. Neden? Çünkü benim babam sadece iki yaşındaydı babasını kaybettiğinde… Babasını sadece fotoğraflardan tanır diyeyim. Normalde bir çocuğun algısı ne zaman somutlaşmaya başlar? Herhalde üç-dört yaşından itibaren… Benim babam ve babamın kardeşi amcam, babam iki yaşındaydı, amcam da üç aylıktı bu kayıp olayları yaşandığında Taşkent (Dohni) köyünde. O yüzden babam ve dedem çevresinde bu projeyi oluşturdum. Çünkü bir nevi yani etkilerini da görüyorum babamın babasız büyümesinin.
SORU: Nenenin adı Aliye’dir…
HASAN KAYIPLAR: Aliye’dir, evet.
“SENSİZ BİR ÖMÜR…”
SORU: Dediydin bana ki evdeki bütün fotoğrafların arkasında “Sensiz bir ömür” yazar…
HASAN KAYIPLAR: Evet… Bu söz benim nenemin evinde çok fazla söylediği bir laftır. Mormenekşe köyünde yaşıyor kendisi… Ve kuzeye göçtüğünden itibaren hiçbir zaman tekrardan evlenmedi… Aslen Klavyalı’dır, oradan Dohni’ye evlendi, oradan artık göçederken kuzeye, yerden yere Alaniçi’ne (Piperisterona) geçtiler… Kuzeydeki Taşkent’e (Vuno) geçtiler, oradan İskele’ye (Trikomo) geçtiler, İskele’den da Mormenekşe’ye (Limnya) yerleştiler… Evlenmedi…
“1974’TE BEN GELDİM AMA SEN GELEMEDİN CANIM…”
SORU: Bekler miydi?
HASAN KAYIPLAR: Tabii ki da yani… Sürekli bir ümit varıdı… İki kardeşin kemiklerinin bulunmasını da yaşadı… Evine gittiğinizde duvarları böyle tam bir müzedir, sergi salonu gibidir böyle. 20 tane, 30 tane fotoğraf bir duvarda – tabii bu her eski evde vardır. Nenelerimizin, dedelerimizin evinde var. Ve eşiyle birlikte yani dedemle birlikte olan bütün fotoğraflarını Photoshop’layıp renklendirdi – bazıları renksizdi ve renklendirdi… Ve her bir fotoğrafın arkasına “Sensiz bir ömür tükettim canım” yazar ya da diğer fotoğraflarda “1974’te ben geldim ama sen gelemedin canım” gibi sözler yazar sürekli… Ben nenemin evinde kalırdım çünkü hem kendi da yalınızıdı diye beraber kalırdım kendiynan… Ve her gittiğimde evine bu sözleri görürdüm ve etkilenirdim. O yüzden çalışmalarımdan birkaçında da “Sensiz bir ömür tükettim” lafını çok fazla vurguladım…
Babam iki yaşındaydı, amcam da üç aylıktı kuzeye geçtiğinde 1974’te – zaten bu sergide gördüğünüz beşiğin içinde geçmiş kuzeye… Amcamın hiçbir fotoğrafı yokmuş dedeminan… Bir tek babamın var fotoğrafı dedeminan. Onun da sadece üç adet fotoğrafı var babasıyla birlikte… Amcamın adı Ramadan Kayıplar… Soyismimiz da zaten bu olaylardan gelir.
Dedemin annesi kuzeye göçettiklerinde bir soyadı hakkı verilmiş bütün Kıbrıslıtürkler’e ve dedemin annesi olan büyük nenem soyadını “Oğulları Kayıp” koymuş… Bizimkinin da “Kayıplar” olmasını istemiş. Dedemin annesinin adı Ayşe… Ayşe Oğulları Kayıp…
SORU: O, hayatta değil herhalde…
HASAN KAYIPLAR: Yok, o vefat etti… O, direk Taşkent’e (Vuno) yerleştiydi, köyün içinde kalırdı o…
“BABAM ÇOK DUYGUSALLAŞTI SERGİDE…”
SORU: Bana dedin ki babanın sadece üç fotoğrafı var babasıyla… Bu sergide onları kullandın… Babanın ve amcanın yuvacığını kullandın… Babanın 6-7 yaşlarına kadar yattığı yatağı kullandın… Orada yaptığın enstalasyonda da dokuz kişiyi koydun bir yatağa… Baban Ahmet Kayıplar bu sergiyi ilk gördüğünde, gezdiğinde ne hissetti?
HASAN KAYIPLAR: Tabii baktığınızda her ziyaretçi aynı tepkileri verirdi bana ama babam için çok daha farklı bir sergiydi çünkü bu “Erime Noktası” dediğimiz kısım burada başlar işte… Babam benim 50’li yaşlarındadır ve bir nevi küçük da olduğu için o zamanlar hiçbir şey hatırlamaz. İşte nenemin ona anlattıklarıyla hatırlar. Zamanında Kayıp Şahıslar Komitesi’nin çalışmalarında kemiklerin ailelere teslim edilebilmesi için, o zaman artık başladıydı birşeyler öğrensin kendi babası hakkında… İşte oradan yola çıktım. Babam bu serginin hazırlanmasında bana üç gün yardım etti tabii ama serginin son final halini gördüğünde çok duygusallaştı, her insanın olduğu gibi… Tabii sergi açılışı olduğu için bana yansıtmaya çalışmamıştır ama içinden bir acı hissetmiştir.
(Devam edecek)
Sergideki yuvacık, üç aylık bebeğin Dohni'den Kıbrıs'ın kuzeyine geçirildiği puset...