Erdoğan’ın işi hikaye, Tatar’ınki hikaye bile değil!

Serhat İncirli

4.5 kilometrelik yol, tamam çok güzel oldu ve çok da faydalı…
Maraş’ta bir sağlık ocağı, tamam işe yarayacak…
Yeni bir hastane inşaatının temeli de atıldı, tamam, “biterse”, o da işe yarayacak ama bu ne gürültü patırtı!

-*-*-

Bu nasıl bir şovdur!

-*-*-

Birincisi, gerçek ve sağlam bir devlet, yapması gerekeni bu kadar ciddi şekilde şovla yapmamalı!
İkincisi, çok abarttınız kardeşim!

-*-*-

Hele bazı gazetelerin attığı başlıklara hasta oldum!
20 Temmuz’u dev projelerle, dev yatırımlarla kutladık falan!

-*-*-

Belli ki, bunların tamamı mutlak başarısızlığın farkındadır ve algı operasyonu ile film çevirmeye çalışıyorlar!

-*-*-

Hedef, buradaki statükonun devamı!

-*-*-

Zaten “iki ayrı devlet talebi” de, çözümsüzlüğe uydurulmuş bir kılıf!

-*-*-

24 saat yalan!
Neymiş, federasyon 60 yıl denenmiş ama olmamış!
Eeee, şimdi bir 60 yıl da “iki devletli çözüm” modeli mi denenmeli?

-*-*-

Bu arada kısa adı KEİ olan ve Türkiye’nin KKTC’deki bazı projelerine bakan daha doğrusu “KKTC’yi bir şekilde yöneten” ofisi, yedi aydan beri hiçbir ödemeyi yapmıyor, yapamıyor!

-*-*-

Bugünkü fotoğrafımız, Gönyeli’deki Bülent Ecevit Rehabilitasyon Merkezi!
Dökülüyor!
Dökülme de değil!
Hastalara şifa olacak bu bina, o kadar kötü bir durumda ki, hastalığın her türlüsünü saçabiliyor!
Görüntü hasta!

-*-*-

Girne Turizm Limanı’nda iki aydır klimalar çalışmıyor!

-*-*-

KKTC’de dün sabah sterlin 55 TL, euro 48 TL, dolar 41 TL’ye dayanmıştı ve bunun adı “otomatik fakirleşme” demekti!

-*-*-

Ve kanser hastaları…
X harfi ile başlayan ve kanser hastaları için olmazsa olmaz bir ilaç bir aydan beri yok…
“İlaç adı yazmak etik değil” diye yazmadım…

-*-*-

İşiniz hikaye Sayın Erdoğan!
Gülüyorum…
Tatar’ın işi hikaye bile değil!
Acıyorum… 


Münür Rahvancıoğlu yazdı…

Tayyip Bey'in Silihtar'ı "baraka" olarak nitelemesi ve Külliye binasını onunla kıyaslaması üzerine, Baraka Kültür Merkezi kurucularından da olmam hasebiyle; dostlardan birçok açıklama talebi aldım.

Evet "baraka" olarak nitelendirilen yapılar mütevazı binalardırlar. Arsız bir şişinme, yüzsüz bir gösteriş, abartılı bir ihtişam, hazımsız bir büyüklenme barındırmaz barakalar.

Ama zaten bu tür binalarda yaşayan insanların da böylesi şeylere ihtiyaçları yoktur. Duygu ve düşünce dünyası dopdolu, alnı ak, vicdanı temiz insanların gösterişe ihtiyacı olmaz. İçi dolu olanın dışını sergilemesine gerek yoktur.

Barakalarda alınteri ile, emeği ile, onuru ile geçinen yoksul insanlar yaşar. Geleceği kuran, bugünü besleyen emeğin yuvasıdır barakalar.

Bu nedenle de samimiyet, sevgi ve dayanışma deyince; bir barakanın sıcaklığı gelir hatıra...

Tam da bu nedenle, kurarken kültür merkezimizin ismini Baraka koymuştuk.

Bencil, aç gözlü, aklı ve ruhu bomboş zenginlerin saraylarını elimizin tersi ile ittiğimizi; geleceği kuracak emekçilerin samimi dayanışmasına yüreğimizi açtığımızı ilan ettik böylece...

Tayyip Bey Silihtar'ı "baraka" diyerek küçümsediğini düşünüyor olabilir. Oysa bizim için bundan daha büyük bir övgü yoktur. Biz biliyoruz ki insan "sarayda başka, barakada başka düşünür." Ve bencil, iki yüzlü, ruhunu satmış bir saraylı olmaktansa; halkının yanında duran barakacı olmak; bizim için gururdur...

-*-*-

Mustafa Akıncı 20 Temmuz 2021’de yazmıştı…

KKTC Cumhurbaşkanlığı ofisi olarak kullanılan binanın yapım tarihi 1939’dur. Dr. Fazıl Küçük’ten başlayarak işlevini günümüze kadar taşıyan bu tarihi binanın hemen yanına 1989 yılında yeni bir bina daha yapıldı. Diğerinden tam 50 yıl daha genç olan bu binayı, bilimsel raporlar ışığında çürüğe çıkıp tehlikeli duruma geldiğinden, 2018 yılında yıktırmak zorunda kaldık. “Gecekondu” yakıştırması yapılan mütevazi tarihi yapı ise ayakta durmaya devam ediyor. Kuşkusuz ihtiyaca göre , yeri geldikçe yeni binalar yapılabilir; ama toplumlar bunu önceliklerini gözeterek, yasa ve kurallarına uygun biçimde yaparlar. Bir başkasının kararı ve lütfu olarak gerçekleştirmezler. Devletlerin itibarına gelince, binalarının ihtişamı ile ölçülmez. Demokrasisi, özgürlüklere , insan haklarına, hukuka, adalete saygısı, yurttaşlarının refah düzeyi ile ölçülür.

-*-*-

Sıla Usar İncirli yazdı…

20 Temmuz Resmi Geçit Töreni’nde Sn. Tatar’ın yaptığı konuşmanın hem içeriğini hem de şeklini çok yadırgadım doğrusu. Sn. Tatar kendisinden başka birinin cumhurbaşkanı olması fikrine katlanamıyor belli ki toplumun hassas olduğu 20 Temmuz gününde oldukça sinirli ve agresif bir tutum sergileyerek, tüm askeri ve sivil protokolün hatta konukların hazır bulunduğu resmi bir törende kendini kaybettiği izlenimi veren, siyasi olgunluktan yoksun bir konuşma yaptı.

Daha da kabul edilmez ve vahim olanı 1955-1974 yılları arasında Kıbrıslı Türklerin hayatta kalmak için verdikleri onurlu mücadeleyi, yaşadıkları acıları kendi siyasi propagandasına malzeme yapmaya kalkışmış olmasıdır. Oysa ki yaşananlar Kıbrıslı Türklerin ortak mücadelesi ve ortak tarihidir. Toplumun bütünü tarafından verilmiş olan bu mücadele kimsenin kendi siyasi çıkarlarına alet edilmez, edilmemelidir. Mücahitler, öğrenciler, öğretmenler, hekimler ve daha niceleri sorumluluk almaktan geri durmamış, yaşamlarını tehlikeye atmaktan çekinmemiş, tarihte yerlerini almıştır.

Sn. Tatar seçim kazanması için toplumdan gerekli desteği görmüyorsa ve buna sinirleniyorsa bilmelidir ki bunun nedeni halkın talep ettiği çağdaş, demokratik, adil, refah ve geleceği kuracak olan yönetim ve vizyona kendisinin çok yabancı olmasıdır. Kıbrıslı Türklerin her bir bireyiyle hayatları pahasına verdikleri mücadele Sn. Tatar’ın kötü, onursuz yönetimi ve belirsiz vizyonu hüküm sürsün diye yapılmamıştır.

Sn. Tatar’a, sinirlenmek yerine Kıbrıslı Türklerin beklenti ve ihtiyaçlarını karşılayamayacağını artık anlayıp kenara çekilmesini salık veririz. Elbette kendini değil de halkı önemsiyorsa.

Ülkemizin kendini değil halkını düşünen, kendine değil halkına çalışan, umut olan bir lidere ihtiyacı vardır.

Algı operasyonlu, şov maksatlı, propaganda iğrençliği kokan törenlere harcanan parayla, dökülen bir KKTC gerçeği olan Gönyeli’deki Bülent Ecevit Rehabilitasyon Merkezi’ni yıkıp, yerine yenisini yapabilirdiniz… Ama geçtim iş yapmak adına “boş oluşunuzu”, Ecevit adını, tıpkı Atatürk adı gibi kullanmaya korkuyorsunuz değil mi?