ERDOĞAN’IN BASTIĞI ZEMİN

Sami Özuslu

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti oldu, bitti. Seçimdeki aleni ve hoyratça müdahaleler, keza UBP içine dönük uzaktan kumandalı siyasal darbeler nedeniyle gergin bir ziyaret oldu. Yapılan eylemlerin yasaklanmak istenmesi ‘idari cehalet’ sonucu olmalı. Zira Anayasa’ya göre barışçı eylem yapmanın önünde bir engel yok. Olmamalı da… Burayı Türkiye gibi ‘ağzını açanın ağzının burnunun dağıtıldığı’ bir yer yapmak isteyenler tarihe havaledir!
Yarım günden kısa olsa da KKTC kuruluş töreni, Pandemi Hastanesi açılışı ve özellikle Maraş’taki panayırımsı enteresan etkinlikte bol bol mesaj veren Erdoğan’dan ‘sürpriz’ bir cümle çıkmadı.
Maraş’ta dahi ‘kontrollü’ konuştu, uluslararası hukukun hilafına sözlerden imtina etti. Hatta oradaki konuşmasında biraz da hayret edermişçesine “Bugüne kadar neden açılmadı burası?” gibi bir de soru sordu. Maraş’taki mülkiyet sorununu atlamadı, o meseleyi ‘Taşınmaz Mal Komisyonu’na havale etmeyi tercih etti. “Maraş’ı biz 1974’te kanla aldık, şimdi kalemle vermeyiz. Zaten yeterince de boş tuttuk, artık bizimdir” demedi.
Kıbrıs sorunuyla ilgili mesajlarında ise iki unsur öne çıktı. Birincisi, Ankara’nın ‘müzakerelerden yana olmaya devam edeceği’, ikincisi ise ‘Annan Planı’na evet diyen Kıbrıslı Türklerin hak ettiklerini alamadığı’ydı. Çözüm istediklerini söyledi, ‘iki devlet var’ dedi. “Çözümsüzlük çözümdür” demedi. “KKTC’yi tanıtacağız” da demedi.
Hidrokarbon meselesinde de ‘uzlaşı’ çağırdı Erdoğan, bu sefer “Asarız, keseriz”e girmedi. "Doğu Akdeniz'deki sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerimize adil bir anlaşma sağlanana kadar kararlılıkla devam edeceğiz"  cümlesini kurdu. “Sondaj yapanları vururuz” demedi.

*  *  *

Joe Biden’ın seçimi kazanmasından sonra başta Erdoğan olmak üzere Türkiye yöneticilerinden daha ‘ölçülü’ mesajlar çıkıyor. Son bir haftadır Ankara’da olup bitenleri ve söylenip söylenmeyenleri yan yana koyduğumuzda, Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretinde de ‘duyguyla’ değil, ‘mantıkla’ konuşacağını kestirmek zor değildi.
Belki sadece ABD seçimlerinin etkisi değil… Başka unsurlar da olabilir, bizim bilmediğimiz.
Lakin şu son derece açık: Dış politikada ‘tutunacak dal’ arıyor Ankara…
AB ile köprüler atılmış…
NATO’da ‘istenmeyen adam’ haline gelmiş…
Sınır ve bölge komşuları ile diplomasiyi neredeyse tüketmiş…
Ve ekonomik bakımdan dibe vurmak üzere olan bir ülke Türkiye… Özgürlükler olabildiğince kısıtlanmış, basın ve halk susturulmuş, muhalefet beceriksiz olsa da, Türkiye halkı için için kaynıyor. Erdoğan’ın desteği azalıyor.
İçeride kamuoyu desteğini giderek yitiren Erdoğan’ın ekonomide bazı iyileştirmeler yapmak için geri adımlar atma eğiliminde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Damat Albayrak’ın istifası, ABD’ye verilen ‘S-400’leri halletmeye hazırız’ mesajı buna örnek. 
Erdoğan’ın Kıbrıs’la ilgili dün verdiği mesajların beklenenden ‘yumuşak’ olmasını da su eğilime yormak mümkün…
Yeni bir şey söylemeden, Maraş’ı ‘reklam aracı’ olarak kullanmak ve dikkatleri Kıbrıs’a çekmek Erdoğan’ın tarzına uyuyor.
Nedeni şu: Türkiye Akdeniz’deki gaz meselesinde ve artık bununla bağlantılı hale gelen Ege Denizi’ndeki açmazda uluslararası hukuk içerisine girmekten başka çare göremiyor.
Zaten öyle bir çare yoktu ve kabadayılığın ‘iç tüketim’den başka işe yaramayacağı aşikardı.
‘Uluslararası hukuk’ içine girmek için en kestirme yol ise Kıbrıs’tan geçiyor.
Kıbrıs sorunu çözülürse eğer, Ankara rahatlar.
Bu kadar basit…
Erdoğan’ın hala 2003-2004 dönemindeki iki önemli açılımdan, yani ‘Taşınmaz Mal Komisyonu’ ile ‘Annan Planı referandumu’ndan söz etmesinin nedeni bu olmalı…
Yani Recep Tayyip Erdoğan Kıbrıs’ta hala ‘federal çözüm’ isteyenlerin oluşturduğu zemine basıyor. Bizzat müdahale ederek seçtirdiği ‘iki ayrı devletçiler’in zeminine değil!..