Elimizde çek defteri, gece kulüplerinin önünde!

Cenk Mutluyakalı



Lefkoşa’dan Lefke’ye doğru arabamızı sürmüş, sabaha dek birkaç “kadın” çıkartmıştık.
Yeni yeni “konsomatris” denmeye başlandığı yıllardı.
“Kötü kadınlar” diyordu bir kısım insan, “kötü erkekler”i görmezden gelerek ve aslında “kötü” dediklerinin, birer “kurban” olduğunu bilmeyerek…
Şimdi yazarken dahi ürperiyorum.
Röportaj içindi, yanlış anlaşılmasın.

Sene 1992 olmalı…
Çünkü Rumen diktatör Çavuşesku idam edileli birkaç sene olmuştu.
Nereden anımsıyorum?
Çünkü kadınlardan biri Rumen’di ve Serhat (İncirli) soruyordu: “Çavuşesku dönemi nasıldı?”

*  *  *

KIBRIS gazetesinin yeni bir gazetecilik hamlesiyle ülkeyi sarstığı yıllardan söz ediyorum.
Harika bir ekibimiz var, hepimiz, gazeteciliğe ilk kez adım atmıştık ve gece, gündüz üretiyorduk.
Gençlik var, kendi içimizde dahi rekabet var, heyecan var.
Asil Nadir de iyi para veriyordu elbette…

O zamanlar “kadın sömürüsü” epeyce köpürmüş, her gün yeni bir gece kulübü açılıyor.
Ustamız Mehmet Ali Akpınar bize “açık çek” veriyor.
Mecazi anlamda değil, gerçek bir imzalı çek defteri!
“Gidiniz, kadın çıkartınız, röportaj yapınız!”

*  *  *
O röportaj serisinden ödüller almıştık.
İyi bir arşivci değilim, “ne yapıyorsak, hayata kalıyor” derim, biriktirmem.
Bu röportajlardan o nedenle yanımda tek nüsha da yok.
Belki Serhat’ta vardır.
O dönem henüz böyle güçlü feminist hareketler falan da gelişmemiş.
Sanırım, toplum “köle” gibi “satılan” kadınların öyküsünü doğrudan kendi ağızlarından, samimi ve sahici bir tonda ilk kez okumuştu.

O geceden sabaha yaşadıklarımızı unutamam.
Kadınları “müşteri” gibi çıkarıyorduk.

Sohbet ediyor, en son gazeteci olduğumuzu söylüyor, geri bırakıyorduk.

*  *  *

Röportaj yayınlandıktan sonra “ikinizi de ayağınızdan vuracağım” demişti birisi…
Bir diğeri epeyce tehdit etmiş, peşimize adam salmıştı.

*  *  *

Peki ne oldu?
HİÇ!
25 sene evvel neyse, yine aynı…
Yine bin bir masal…

*  *  *

En acısı da neydi bilir misiniz?
O röportajların içinde çok sarsıcı gerçekler vardı, birbirinden yıkıcı itiraflar, ifşaatlar!
Utanç vardı o röportajların içerisinde, sömürü vardı, sızı vardı.
Peki ne konuşuldu?
O kadınlarla yatıp yatmadığımız!

*  *  *

Sene 2019 oldu.
Sömürü aynı sömürü…
Ve ülkeler değişse dahi, diktatörler yaşıyor halen!
“Öldükten sonra diktatöre herkes diktatör der, yaşarken kaç kişi bunu söyler acaba, asıl mesele bu” demişti o kadın!
Kim bilir, şimdi nerede…
 




“Çözüm” yerine “suçlu ilan etmek” yarışı
 

Giderek daha fazla ikna ediyoruz kendimizi:
“Biz çözüm istiyoruz ama onlar istemiyor.”

“Evin içine” mi dönelim birlikte?
Peki “ev” nerede, ev kimin, anahtar kimin elinde?
Üstelik de dolup taştı ev!

*  *  *

 

“KKTC”yi kutsamanın “can simidi” olacaksa bu terennüm, yine çakılacağız.
Çok büyük bir kolaycılık bu!
Te 75’ten beri deneniyor.
“Çözüm” yerine “suçlu ilan etmek yarışı.
Bu kolaycılığın altında kalan da Kıbrıslı Türkler oluyor.
İçimizden bir “yurt” sökülüyor, farkında mısınız?

*  *  *

İyi de biz ne yapalım?
“Bak biz istiyoruz, onlar istemiyor.”
Öyle öyle…
Biz ha bire istiyoruz (!)
Sürekli “isteyen” tarafız.

Birbirine ulanmış ve birbirinin içinden doğan talepler sıralıyoruz.

O kadar çok talebimiz var ki?

“Nasılsa biri kabul edilse, öteki reddedilecek” yığınında yükseliyor hayat!

*  *  *

Dünyalı bir devlette “ortaklık hakkımız”a el kondu.
Bunu geri istiyoruz.
Haklıyız.
Dünya kadar insanın malına, mülküne, toprağına el koyduk.
Gel gör ki, bunu da isteyen biziz!
Biz “hakkımız” olanı istemekle kalmıyor “gaspımız” olanı da istiyoruz.
Bir de biz…
Hem kendimiz için istiyoruz, hem “garantör” için!

*  *  *

Kıbrıs’ta “çözümsüzlüğün” faturasını kendi pozisyonuna tutunanlara çıkartıyorum ben!
Asıl mesele kimin ne istemediği değil…
Ne yapıyorsun barış için?
Nerede “esneklik” gösteriyorsun?


*  *  *
 

İnsanlar “birleşirken” niye bu kadar çok talep sıralıyor, anlamıyorum.
Böylesi “kavgalar”, bu kadar çok “pazarlıklar” ayrılırken olur halbuki!
Birleşmek, paylaşmaktır çünkü…

*  *  *

Alt alta yazınız taleplerinizi…
Bir de sizden talep edilenleri alt alta yazınız.
O zaman “biz çözüm istiyoruz ama onlar istemiyor” sözü biraz daha zor söylenecek.
Demiyorum ki, biri masum, diğeri suçlu!
Demiyorum ki, zoraki sorumluluğu eşitleyelim…
Hemen lafa sığınmak yok, dediğim, önce bir alt alta yazınız.
Göreceksiniz!

*  *  *

Adanın kuzeyinde daha medeni, kaliteli, eşitlikçi, adil, uygar bir düzen elbette tesis edebiliriz.
Ama “KKTC” hep bir “takoz” olacaktır.
Çünkü “devlet” hayalidir ve söz hakkınız sınırlıdır.

“Ne yapalım, istemiyorlar?”
Siz daha çok isteyeceksiniz!
Ve siz, “gerçekten istediğinizi” göstereceksiniz.
Lafla değil!
Eylemle…