Kıbrıs Türk Ticaret Odası (KTTO) dün önemli bir konuya el attı. Basın örgütleriyle birlikte düzenlense çok daha verimli olacaktı gerçi, ama da yine de bu toplantıda son derece önemli bilgiler aktarıldı, verimli tartışmalar yaşandı.
Gerek Amerikan perspektifi, gerek Türkiye’de ekonomi gazeteciliği ve gerekse ülkemizde ekonomi dünyası ile basının ilişkileri konuşulurken, en fazla kullanılan görüş şuydu: ‘Kuzey Kıbrıs’ta ekonomi alanında uzmanlaşma yok!’
Doğru söze ne denir?
Elbette ‘doğrudur’ denir.
Ama ‘tek doğru’ bu değil!
Kıbrıs Türk basınını kendi ekonomik durumu, tarihsel ve siyasal perspektifi bakımından da değerlendirmek gerekir ki ‘doğru’larımız çoğalsın.
**
Kıbrıs Türk medyasında bir taraftan ileriye, diğer taraftan da geriye doğru gidiş söz konusudur.
Bütün zorluklara rağmen teknoloji, ister istemez ileriye doğru yol alıyor.
Mesela bundan 20 sene öncesi gazetelerin ‘olmazsa olmazı’ karanlık odalar, bugün nostaljiden ibarettir!
Bir yazının kaleme alınma ile baskıya girme aşamaları arasındaki süre eskilerde saatleri, hatta günleri alabiliyorken, şimdi mesafe kaç bin kilometre uzak olsa da dakikalara inmiş durumda…
Birkaç yıl öncesine kadar cazip olan ‘canlı yayın araçları’nın yerine 3G sistemi geçti.
Ve daha neler neler…
**
Teknoloji bakımından -mecburen de olsa- ilerleyen basınımız, insan kaynağı ve derinlik bakımından ise sürekli bir geriye gidiş sergiliyor.
Bunu ‘genel’ anlamda söylüyorum. Zira basına ‘genel’ olarak bakma gibi bir alışkanlık var ve ben de buna bir tepki olarak aynı şekilde ‘genelleme’ yapıyorum!
Yoksa basında çıtayı yükseltmeye çalışan, insana yatırım yapan, vizyon sahibi basın ile yoz kültüre hizmet eden, ehil olmayan kişilerin insafına ve kapasitesine terk edilmiş, çıkara ve tetikçilik gibi kavramlarla idare edilen basını ayırt etmeden bir yere varmak olası değil!
**
Kıbrıs Türk medyasında ekonomi basını yoktur, evet…
Peki ama ülkemizde gerçek anlamda ‘ekonomi’ var mıdır?
Günümüz medyasında ‘ekonomi’ demek capcanlı bir mekanizma demektir: Dövizin, borsanın sürekli takip edilmesi demektir. İç ve dış karar vericilerin dört gözle izlenmesi, hatta öncesinde istihbarat edinilmesi demektir. Global piyasalarda olup bitenlerden haberdar olmak demektir. Ve elbette lokal ölçekte, yani kendi ülkeniz ve bölgenizde yaşanan siyasal, askeri, diplomatik, ticari, mali, finansal mevzuların yaratacağı olası ekonomik sonuçları analiz etmek, buna göre doğru karar vermek demektir.
Sorun da burada başlıyor zaten…
Zira bizim yaşadığımız ülkede yapılanlar ve söylenenler ne dövizi, ne piyasaları, ne senetleri, ne bonoları, ne banka kredi faizlerini etkileyebiliyor!
Haliyle, ekonomiyi izlemek isteyenler ‘dışarı’yı gözetliyor.
Belki arada sırada hükümetin alacağı bir karar, meclisten geçecek bir yasa ekonomik anlamda sonuçlar üretebiliyor, o kadar…
Yoksa bu ülkenin en yetkili kişisi ağzıyla kuş tutsa bu ülkede kullanılan para birimlerini bir kuruş dahi etkileyemez!
Hükümetimiz 24 saat toplansa, darphane kurup para basamaz!
Merkez Bankası bono, tahvil basamaz. Bassa bile bunların ‘kese kağıdı’ ötesinde bir değeri olamaz!
**
Dolayısıyla ‘gerçek bir devlet’ gibi ‘gerçek ekonomi’ yoktur bizde…
Tarım, küçük sanayi, hizmetler ve ticaret alanında yapılan üretim ve tüketim ekonominin konusudur.
Kamu maliyesi, kamu sektörü, yerel yönetimler, bankalar ekonominin konusudur.
Eğitim, sağlık, turizm ekonominin konusudur.
Meslek örgütlerinin, sendikaların faaliyetleri ekonominin konusudur.
Ve bunlar da bir şekilde medyada yer alıyor.
Ancak çok basit konularda bile kararı kendimiz vermiyor, veremiyoruz.
Bu gerçeği de görerek ve empati yaparak iğneyi, çuvaldızı birbirimize batırmamızda büyük fayda vardır.
Zira basınsız ekonomi, ekonomisiz basın olmaz.
Biri yoksa, diğeri de yoktur.