Ekonomi, Allah'a havale (!)

Mert Özdağ

Resmi veriler 2009'dan itibaren Kıbrıs'ın kuzeyinde 'gelirlerde azalma' olduğunu gösteriyor.
Kamuda bol tarafından maaş artışları, şunlar bunlar artık yok.
Türkiye'nin Kıbrıs'ın kuzeyine bakışı artık değişti.
Kısacası çok para vermek istemiyor.
Özelde maaşlar düşük.
2000 TL'nin üzerindeki maaşa “iyi maaş” deniyor.
Kamuya giriş de hemen hemen aynı…
Yani kağıt üzerinde bir 'fakirleşmeden' söz etmek mümkün.
Kağıt üzerinde diyorum... Altını da kara kara çiziyorum.
Zira sokağa yansıyan görüntü fakirleşmeye işaret ediyor mu?
Bence etmiyor…
Çok değil, bundan 5 sene önce Lefkoşa'da ekonomik hareketliliğin yüksek olduğu Dereboyu'nda Cuma geceleri dışında bir hareketlilik yoktu.
Şimdi haftanın her günü kafeler, barlar mekanlar dolu…
Caddede dolaşan araçlara bakıyorsunuz, Mercedes'ler, BMW'lar, lüks arazi araçları, spor araçlar, motosikletler, ATV'ler…
Peki ama nasıl?                              
 

***

Geçen yılın ekonomi verilerine bakıyorum. İlginç veriler var.
Araç satışları TL'nin döviz karşısındaki erimesine rağmen yükselmiş!
6 aylık araç satış rakamları geçen yılın rakamlarının % 10,15 üzerindeymiş!
Yılın ilk yarısında toplam araç satışı 1418'de kalırken bir sonraki yıl bu rakam 1562'ye yükselmiş.
Peki ne satın alıyoruz, hangi markalar revaçta?
Yılın ilk 6 ayında satılan araçların % 22,20'si Mercedes!..
319 tane Mercedes satılmış.
En fazla satılan marka bu.
Sıralama Ford, VW, Renault diye gidiyor.
Yani araç satışlarında yükselme var ve satılan markalar da sıradan değil, lüks, pahalı cinsinden…
Facebook'taki 'tatil' paylaşımlarımız, keza öyle…
Avrupa kentleri, New York, Los Angeles gibi ABD şehirleri, Uzak Doğu turları, gemi turları ve daha fazlası…
Demek istediğim yaşam standardımızda düşüş yok, aksine yükselen bir trend var.
En azından sokaktaki manzara buna işaret ediyor. Peki kağıt üzerinde bir fakirleşmeden söz ediyorsak bu tezat niye?
Nasıl olur da gelirimiz düşerken, böylesi bir harcama yapabiliyoruz?
Nasıl olur da bir yandan ‘fakirleşirken’ diğer yandan sokak bize tam tersini gösteriyor?
Bunu nasıl başarıyoruz?
Ekonomik verileri bu sorularımıza da cevap veriyor.
BORÇLANIYORUZ!

 ***

Her şeyi borçlanarak elde ediyoruz.
Yani ödemeyi öteliyoruz.
Yani faizleri yükleniyoruz.
Peşin ödeme yok!..
Taksit taksit…
Arabalar, evler, tatiller banka kredisi ile…
Günlük harcamalar kredi kartları ile…
Kıbrıs'ın kuzeyindeki ekonomi politikaları ile gelirleri azalan toplum çareyi borçlanmada bulmuş.
Evini, arabasını uzun vadeli kredilerle satın alıyor.
Tatilini taksitlendirerek faiz yükünü sırtına alıyor.
Okul ödemelerinde de taksitlendirmeler derde çare oluyor.
Çünkü toplum yaşam standardında meydana gelen 'gerileme riskini' kabullenmek istemiyor.
Peki sonrası?
Böyle giderse ne olacak, hiç düşündünüz mü?
Ekonomi dergisinde “Araç satışları döviz krizine meydan okuyor” haberinden bir sayfa öncesindeki bir başka haber bu soruya da yanıt veriyor.
Haberin başlığı: “Alacak verecek davaları patlayacak”
Evet, dövizde yaşanan dalgalanma 'alacak verecek' davalarının artmasına neden olacak, hatta oldu bile!..
Çünkü bu borçları ödeyemeyeceğiz! En azından bir kısmımız!
Mahkemelik olan borçlar şimdilik 1 Milyar TL'ye ulaşmış… Tabii bu rakam geçen yıla ait…
Bu rakamın daha da artmasından endişe ediliyor.
“Yapılması gereken en basit önlem kazandığımız para biriminden borçlanmak, uzun vadeli döviz borcuna girmemek” diyor uzmanlar...
Özetlemek gerekirse; yaşam kalitemizdeki gerileme riskini reddeden bakışımız, kredi faizleri ve dövizdeki değer artışı bizi daha da borca sokacak, bu kesin…
Peki bu borçlar nasıl ödenecek?
İşte bunu kimse bilmiyor. İnşallah öderiz… Allah'a kaldık zira!..


BİR GÖRÜŞ…

Tarikat geliyor, tarikat…  

Aslında uzun zamandır uygulanan entegrasyon siyaseti adım adım ileriye taşınıyor.

CTP’nin hükümette olduğu dönemlerde yavaşlayan hatta durma noktasına gelen bu duruş yeni hükümetin göreve gelmesiyle yeni bir ivme kazandı.
Azınlık Hükümeti toplumu hiçe sayan Türkiye'deki tarikatlar ve onların bürokratik uzantıları ile kol kola vermiş kültürel, ekonomik ve sosyal tüm alanlarda toplum mühendisliğini yeni bir boyuta taşıyor.   
Aynı sorunu "su" tartışmalarında yaşadık.

Ve gördük ki maksat çok başkaymış meğer…
 Meğer "anavatan" sıfatını kullanan ülke 21. Yüzyılda 'yayılmacı' siyasetini devreye koymuş parsel parsel yayılma-yerleşme politikasına devam ediyor.

Koordinasyon Ofisi, su taryışmaları ya da kablo ile elektrik… Aslında birer gösterge, bir niyet aracı, birer adım…
Meselenin Kıbrıs Türk halkının ve adanın kuzeyinin tamamıyla Türkiye'nin kontrolüne geçmesi meselesi olduğu artık apaçık ortada…
 Sağ olsun UBP ve DP de tarikatların cirit attığı TC bürokrasisinin marifetleri ile yeni bir yapılanmaya gittiği adanın kuzeyinde "gençlik ve spor" gibi iki önemli konuyu bu adamların kontrolüne verdi. 

Eğitim desen adım adım müfredat tehlikesi üzerimize geliyor.

Artık geri dönüşmez bir çıkmaza doğru sürükleniyoruz.
Tarikatların güdümünde haremlik selamlık diye ayrımların yapıldığı gençlik ve spor kampları var gündemde artık…

Bir süredir zaten faaliyette olan bu tarikatlar artık çok daha güçlü, çok daha yetkili…
Zira "maaşları tamam ödeyen" hükümetimiz memleketi bu tarikata teslim etti uzun süredir…
Silik bıyıklı imamlar koordine ediyor gençlik kamplarını…
Kaybettik mi peki?
Evet şimdilik kaybettik ama direnmek dışında da hiçbir seçeneğimiz yok.
Bu tarikatı, bu çürümüş beyinleri, UBP-DP denen işbirlikçileri memleketimizden temizleyene kadar direnmek düşer bize.
Bu pisliği sol, laik, çağdaş, demokratik iktidar temizler.
Sağ siyasetten artınmış yeni iktidar dönemini yakalayana kadar yeni bir mücadele başlamalı şimdi.
Bunu başaracağız, başarmalıyız.

Çok daha geniş bir mücadele zeminine ihtiyaç var artık.

Başka yolu yok.