“Efendiler ve Köleler” Kapalı Maraş’ta Buluştu

Aslı Murat

Sapla samanın karıştığı bir dönemden geçiyoruz. Gündem o kadar hızlı ve bulanık akıyor ki, neyin gerçek neyin provokasyon olduğunu tespit edecek vaktimiz kalmıyor. Herkes kendi gözlüğünün süzgecinden geçirdiği hakikati, avazı çıktığı kadar bağırıp en uzağa ulaştırmak için çabalıyor. Seçim süreçlerinde bu tip sahneler yaşanabilir ama bu denli açık müdahalelerin vuku bulmasının başka bir anlamı olmalı.

Hafta sonu Kapalı Maraş’ta gerçekleştirilen ve kolonizasyonun en bariz örneğini teşkil eden toplantı, yerel yöneticilerin efendileri karşısındaki acizliğini gözler önüne serdi. Sabrımı zorlasa da, tarihe not düşmek ve toplumsal hafızama yerleştirmek adına tüm konuşmaları dinledim. Yerli siyasetçilerin sarf ettikleri cümleler ve takındıkları tavırlar, aslında ev sahibi konumunda olmadıklarını kanıtlar nitelikteydi. Buna karşılık gerek TC Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay gerekse TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun sözlerinin tamamı, uluslararası hukuk kaidelerini milliyetçilik uğruna heba eden ve kendilerinden farklı düşünen gerek Kıbrıslı Türkleri gerekse Kıbrıs sorunundaki diğer aktörleri aşağılayan, ötekileştiren ve zaman zaman hedef gösteren nutuklardan ibaretti. Sorunun çözümüne yönelik tek bir cümle sarf etmediler. Aksine çalışmanın esas amacı olan provokasyonu ateşleyip, kutuplaşmanın ve düşmanlığın daha da güçlenmesine zemin yarattılar. Kendi ülkelerindeki nefret düzenini  ve yok etme pratiğini bize de bulaştırdılar.

TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yazılan senaryo ince ince örüldü. Bunun için; toplantının gerçekleşmesini onaylamayan veya karşı çıkanlar, “vatan haini/ satılmış/ Rum parası yiyen” diye tanımlanıp hedef hâline getirildiler. Diğer taraftan Kıbrıslı Türk toplumunun, kendilerinin yanındaymış havası yaratmak amacıyla bir avuç insanı, basın açıklaması esnasında “Kıbrıs Türktür Türk Kalacak” sloganı atmak için Maraş’a taşıdılar. Buna karşılık, dışarıda eylem yapan ve aslında esas mal sahibi olan kişilerin girişini engellediler. Feyzioğlu o kadar bir ileri gitti ki, dün sabah sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, ağza alınmayacak aşağılamaları sıraladıktan sonra, KKTC ve TC kimliği olan herkesin dilediği zaman Maraş’a girebileceğini iddia etti. Böylece kendi görüşleri ile gerçekliği çarpıtarak bir algı yaratmaya çalıştı. Biz sustuğumuz sürece de bu konuda başarılı olacağı kesin.

Bu beyefendiyi hepimiz biliyoruz. Kendisini, Erdoğan’a karşı çıkışları ile tanımış ve Türkiye hukuk sistemi ve siyasetindeki karmaşaya dair görüşlerini değerli bulmuştuk. Tabi ki  o zamanlar da Kıbrıs Sorunu konusunda farklı düşünmüyor ve konuşmuyordu. Ama en azından hukuksuzluğu meşrulaştırmıyordu. Geldiğimiz günde, kendi örgütünün mensupları tarafından dahi istenmeyen, istifa çağrısı yapılmasına rağmen yerinden bile kımıldamayan hatta yeniden seçilebilmek için çeşit tür yasa değişiklikleri yapılması için çaba sarf eden bir noktaya geldi. İşte bu çerçevede ele alındığı zaman, pek de kale alınacak bir durumda olmadığı söylenebilir. Ama konu o kadar da basit değil. Az önce de söylediğim gibi, kendi görüşleri doğrultusunda bir algı yaratacak her türlü adımı atmaktan geri durmuyor ve durmayacağı da ortada. Şimdilik Kapalı Maraş mevzubahis iken, ilerleyen dönemlerde Türkiye’nin Kıbrıs’a dönük koloni politikalarında atılacak adımlara yönelik çeşitli toplantılar, çalıştaylar yapılacağını da açıkladı. Kısacası bir düğmeye basıldı ve ilerleyen günlerde de bunların etkilerini görmeye başlayacağız.

Tüm bunlar yaşanırken, bir anda durup ne hissettiğimi düşündüm. İki kelime ardı ardına sıralandı: Utanç ve Çaresizlik. Utandım çünkü toplum olarak onurumuz zedelenirken, kimliğimiz ayaklar altına alınırken ve aslında henüz reşit olmamış bir çocuk muamelesi görürken bu ülkenin başbakanı, dış işleri – iç işleri – sağlık bakanları, eski meclis başkanı ve milletvekilleri tek bir kelime sarf etmediler. Sustular ve efendilerine boyun eğdiler. Çaresizim çünkü yaptığımız seçimler neticesinde seçilenlerin büyük bir kısmı köleliği reddetmiyor, irademizi yok eden hükümet krizleri sonucunda efendinin borusu ötmeye devam ediyor.

Gelinen aşamada, 15 Şubat’ta gerçekleştirilen çalışmanın iç işlerimize ve daha da hassas bir konu olan, Nisan ayında yapılacak seçime bir müdahale olduğunu ortaya koymak gerekir. Hedef tahtasına atılan okları terse çevirmek elimizdedir. Bağımsızlık, yurtdışında tanınma, çözüm, özgürlük, ekonomik refaha kavuşma ve insan haklarına erişim gibi sloganlar atanlar, yıllardır bu değerlere ulaşmamızın önündeki engelleri yaratanlardır. Toplumu “Kıbrıslı – Türkiyeli” diye ayırarak kutuplaştırmaya çalışanlara, Türkiye’den gönderilecek yardımların aksamaması adına köle olarak gördükleri (diledikleri gibi idare ettikleri) adayın seçilmesi için çabalayıp toplumu manipüle edenlere ve bu ülkenin hakikatlerini çarpıtarak savaş ortamı yaratmayı arzulayanlara karşı gereken cevap verilmelidir. Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik bugüne kadar üretilen hukuki zemini harcamaya çalışanlara inat, Kıbrıs’ta yaşayan tüm aktörlerin hak ve özgürlüklerine kavuşmasını sağlayacak, federasyona dayalı çözümden şaşmayan adayların sandıktan sağ salim çıkması elzemdir.