Dünyayla aramızdaki mesafe

Cenk Mutluyakalı

İnsan bu ülkenin ‘yitik’ haliyle yüzleşiyor, dünyayı sarsan sevimsiz bir salgınla...
Bir çöl gibi ıssız olduğumuzu görüyoruz.
Bir dağ başı kadar sessiz...

*  *  *

Şimdi deseniz ki, “gördünüz mü niye illaki çözüm şart, hem de dünyanın kabulleneceği bir çözüm, tek bir Kıbrıs.”
Biliyorum pek çoğu “Yine Kıbrıs meselesine bağlamışsın” noktasında köpürecek.

*  *  *

Avrupa Birliği’ne üye değilsen, onca yardıma da ortak olamazsın...
Dünya Sağlık Örgütü sana uğramaz.
Bir yana 700 milyon Euro gelir, sen, 75 milyon liraya sevinirsin...

*  *  *

Bu günler de geçsin de aklımızı başımıza devşirelim.
Bak o “bir karış vermem” dediğin mülkün, bir kuruş anlamı yok şimdi...
Maraş’ın turşusunu kur istersen...
O kıyıları peşkeş çektiklerin daha ayın yarısında çalışanlarını kapı dışarı etmişler.
Dağdaki bayrağın gölgesi yetmiyor sızına, işsiz insanına ödeyecek kaynağın var mı, onu söyle!
Evinde anana bakan Türkmen’i ölüme terk ediyorsun, bahçeni çapalayan Pakistanlıya “aç kal” diyorsun, Nijeryalıya “zaten onları temizleyecektik.”
Bu insanların sırtından dünya kadar para girmiş senin kasana!

*  *  *

O ‘üniversiteler ülkesi’ diye övünmekten bir haller olduğun öğrenciler yurt köşelerinde aç, yüzlerine bakacak dermanın yok, sosyal politikalar üretemiyorsun, kamuya yüzde yirmi beş kesintili maaş ödemek kadar işe yarıyor ayrı devletin...
Coğrafyanın bir yarısına kilitlemişsin kendini; ırkınla, ganimetinle, hamasetinle baş başasın...

*  *  *

Bir uçağın yok, bir pilotun...
Bu ülkenin duyarlı bir iş insanı uçak sahibi olmasa ya da pilotluk gibi bir hobi edinmese ne yapacaksın?

*  *  *

Çok daha açık konuşalım mı?
Daha düne kadar “mafya” dediğim adam ödüyor senin sağlık kitlerinin parasını!
Kirlenmedik neyi kaldı bu düzenin, neresi kaldı, kim kaldı?
Leş abbana haldeyiz.
Dünyayla aramıza koyduğumuz mesafeyi şimdi yüzümüze çarpıyor bu salgın, birbirimizle mesafeli dururken...

*  *  *
Kimseyi suçlamak da değil derdim.
Buyuz!
‘KKTC’yle üç aşağı beş yukarı gideceğin yer belli!
Yalanla, talanla, hileyle ‘devlet’ olmuyor; mesele bayrak dikmek, marş okumak, seçim yapmak da değil.
Hani herkes olağanüstü organize olsa ve insan kaynakları doğru kullanılsa dahi...
Mal bu!
Çünkü ‘yoksun’ sen aslında, boyaların dökülüyor ve geriye uçsuz bir biçarelik kalıyor.
Yetmezmiş gibi ağzı diline uymaz insanların emrindesin, eveleye geveleye, tökezleye emekleye çırpınıyorsun.

*  *  *

Yaşlıca bir okurum özetlemişti meseleyi, çobandı, lafı gediğine koydu:
“Birbirimizi zefliyoruz bu ülkede... Bu düzen böyle...”

*  *  *

Hiç unutmam, güneyde bankalar batmıştı ya, buradan birileri, “size de yardım edelim” mealinde böbürlenerek konuşuyordu.
Evin temeli yoksa balkonu istediğin kadar süsle, çökersin!
Korona da bahane olur sadece...
Pandemi de geçer, geçecektir, asıl geçmeyecek olan bu düzendir.
Yıkmazsak ve yeniden başlamazsak eğer...

*  *  *
Çok mu gürültülü sözcükler bunlar, aşırı karamsar mı geldi, fazlaca isyankar mı yoksa?
Tam aksine!
Hani o kaya diplerinden fışkıran menekşeler ya da kumdan doğan laleler var ya, öylesi güzel insanları var bu ülkenin, ışıltılı umutları var, halen...
İşte onlara çok daha güzel bir yurt hayalini anlatıyorum aslında...
“Sonuna kadar git be insan” diyorum.