“Dünden bugüne makbul Ermeniler…”

Sevgül Uludağ

ALIN OZINIAN

Azınlıklar, Türkiye’de genel olarak hükümet yanlısı olmuş, olmak zorunda kalmışlardır.
Neden? Anlamak çok zor değil aslında. Ermeniler, Lozan Antlaşması ile tespit edilmiş gayrimüslim azınlıklar içerisinde en nevi şahsına münhasır cemiyet olmaları ile birlikte, geçmişten gelen haksızlıkları ve yaraları, bugünü güvence altına almak adına gizlemişler, aslında buna mecbur bırakılmışlardır.
1915’ten sonra Türkiye sınırları içinde kalabilmeyi başarmış Ermeniler, evlerinden koparılan fakat havasını suyunu sevdikleri topraklarından kopamadıkları için dünyanın dört bir yanına kaçan diğer Ermenilere göre şanslı mıdır orası bilinmez, fakat hiç kuşku yok ki onlar en dikkatli ve ölçülü olanlardır. Cumhuriyetin, toplumu genel olarak homojenleştirmeye yönelik “tek dil, tek kültür, tek kılık” mühendisliğini iliklerine kadar hissetmiş, yeri geldiğinde siyasi, yeri geldiğinde ise ekonomik “yollar” ile kendileri ile hesaplaşılmıştır. Eşit vatandaşı olmak istedikleri “devletin” ne kadar güçlü olduğuna bizzat şahit olup korkmuş, yine kayıplar vermişlerdir.
Bu korkular ve tedirginlik, ebeveynlerden çocuklarına genelde telkin, bazen de yasaklar ile her zaman aktarılmıştır. Aslında Türkiye’de her Ermeni çekingendir. Devletin arzuladığı “Hayır, Türkler ile hiçbir sorunumuz yoktur, olmamıştır.” diyen “seçmeler” ise en çok aranan, en kıymetli ve kısaca en makbul olanlardır. Onlar her dönem olmuşlar ve olmaya devam ediyorlar.
Hrant Dink kendisine neden Agos’u kurmaya karar verdiniz diye sorduğumda, “Evde solucan gibi yaşamaktan bıkmıştık, dışarda bizim hakkımızda suçlamalar, hakaretler dolanıyordu, ama biz ses çıkarmıyorduk, anlatmamız gerekiyordu.” demişti. Haklıydı. O ve onun gibiler solucan hayatından bıkmış, demokratik bir Türkiye isteyenlerdi. Bir de solucanlık ile çoktan barışanlar, “devlet” ile arayı ilerletip, “solucanların kralı” olmak isteyenler vardı. Hâlâ da var.

Türkiye’de Ermenilerin siyasi temsiliyeti
Acil durumlarda Türkiye’deki Ermenileri göreve çağır... Cumhuriyet tarihi boyunca hep böyle olmuştur. Ermeni soykırımı için tüm dünyadaki Ermenilerin ayaklandığı 1965 yılında Türkiye’de bir grup Ermeni Taksim Meydanı’ndaki Atatürk heykeli üzerinde “Atamızın çocuklarıyız” yazan bir çelenk bıraktı.  Manşetler hazırdı: “Türkiyeli Ermeniler, bekleneni yaptı.”
Aslında Türkiye’de Ermeniler etnik temele dayalı bir siyasi temsiliyetten mahrumdur, ama öte yandan siyasi olarak Ermenistan’ın dahil olduğu bir çatışmada ya da Ermeni Diasporası’nın Türkiye’den adalet beklediğini belirttiği durumlarda Türkiye’deki Ermeniler can simidi olurlar. Ermeni Patrikhanesi, Ermeni işadamları, Ermeni gazeteciler ya da soyadı “–yan” ile biten herhangi bir insan evladı, olup biten hakkında fikrini açıklaması için muhatap sayılır.
İşte burada “Makbul Ermeni” standartları ortaya çıkar. Mesela bir Ermeni “Soykırım olmamıştır” başlığı ile ya da “Ermenistan’a gittim, hiç beğenmedim, bir başkadır benim Türkiye’m” tadında bir kitap yazarsa çok sevilir. Tabir yerinde ise “elinden tutulur”. O el ne kadar tutulur, nereye çekilir, ne zaman bırakılır, o kısımlar hep karanlıkta kalır...

AKP ve makbul Ermeniler
Devletin uzun süredir bildiğimiz Ermenileri makbul ve makbul olmayanlar olarak ayrıştırması AKP döneminde daha da belirgin bir hal aldı. Makbul Ermeniler seçilmeye ve muktedir kılınmaya başlandı. Makbullere, yeni bir fonksiyon yüklendi: “Temsiliyet”. Ancak, beklenen bu temsiliyetin standartları da vardı. Örneğin sadece “Eskiden böyle miydi, böyle hükümet bir daha gelmez” borazanlığı yapılması yeterli değil. Malum, sayıları yaklaşık 60.000 olan Ermeni cemaati (seçmen sayısı 20.000’den az) “sizin” arkanıza takılsın, oyunu AKP’ye versin hesabı değildi yapılan. Hedef uluslararası platformda “Türkiye’nin aklanmasına” yardım etmeleri.
“Şık” olan, Ermenileri temsil edermiş gibi yapıp aslında bir anlamda da “milletler-üstü insan” tavırları ile Ermeniliğini törpüleyebilmekti. Bu temsiliyet sadece “Türkiye’de yaşayan mesut-bahtiyar bir Ermeni” olmanın yanı sıra yurtsuz akrabalarınızı yani Diaspora’yı düşman ve yapıcı olmayan olarak damgalamanız ve Ermenistan politikalarını incelemeden reddetmenizi gerektiriyor.
Geçmiş hükümetler ile kıyaslayınca azınlıklar konusunda, kuşkusuz AKP’nin önemli açıklamaları hatta hayata geçirdiği adımlar var. Buradaki sır olumlu adımlar atılırken, istişare sürerken, mücadeleyi de elden bırakmamak. “Padişahım çok yaşa” yerine talepleri dillendirebilmek, verilenin alınana göre ne kadar az olduğunu anlatabilmek. Değişiklik var gibi görülse de asıl mesele “anlayışın” değişememesi. Kriz anlarında eski devletin argümanlarına ve eski çözümlere sığınılması. Sıkışıldığında Ermeni Cemaati’nin en başarılı işadamlarının, Cemaat başkanı gibi gösterilip, istenen kelimeleri onların ağzından duymak. Ermeni vatandaşları ilgilendiren siyasi meselelerde, onlara değil Patrikhane yetkililerine kulak kabartmak.

Osmanlıcılık durumu kurtarır mı?
AKP geçmişe özenerek, Osmanlıcılık refleksi ile Ermenilerin imparatorluktaki en başarılı doktor, mimar, amira, mebus ya da diplomat olduğu, Ermeni paşaların görev yaptığı o günler yâd ediliyor. Bunun için güzel bir de simülasyon geliştirdi: “Ermeniler görünür olsun, hadi yeniden deneyelim. Yerel seçim listelerine isimler koyalım, danışmanlar seçelim, bizi öven yazarlar bulunduralım.”
Osmanlı döneminde Ermenilerin hiçbir zaman eşit vatandaş olmaması bir tarafa, bu dönemde gayrimüslimlere “eşit muamele etmenin” başlangıç noktası bu olmamalı. Topluma bilfiil ait olabilmenin altında ilk önce “vatandaş” kabul edilebilmek yatıyor. Ermenilere verilen “Kodlardan” cumhuriyet geleneği de olsa vazgeçmek gerekiyor. Milletvekilliği ya da danışmanlıktan önce “Affedersiniz Ermeni” lafının ilk önce bürokratların daha sonra sokaktaki insanın kullanmasını engellemek gerekiyor. Çanakkale’de 100 yıl önce şehit olan Ermeni subayları, uluslararası kamuoyuna reklam yapmak yerine Ermenilerin tekrar eşit vatandaş gibi subay, devlet dairelerinde memur, devlet okulunda öğretmen ya da kadrolu çöpçü olabilmeleri önündeki engelleri, “yazılmamış yasaları” kaldırmak gerekiyor.
Geçmişteki olayları zihin sağlığından uzak bir şekilde değerlendirmek, üstüne bu siyasete Ermenileri de ortak etmek çok acımasızca… Ancak tarih bilincine, yargısına, eşitliğine, özgürlüğüne ve moda olan terimle “vicdanına” inandığımız bir ülkenin temsilcisi olabiliriz.
“100 yıl önce de devlet kademelerinde Ermeniler vardı.” Doğru. Osmanlı İmparatorluğu’nun son mebusu Talat Paşa’nın yakın arkadaşı Krikor Zohrap’tı, ne oldu Zohrap’a? Şu anda yönetenlere yakın duran Ermeniler bu soruyu soramayacaklarsa, sadece “bürokrat oldum” zevkini tatmak için bu işe girmesinler. Arada 100 yıllık bir uçurum, İmparatorluğun üzerine kurulan bir devlet, bir ordu ve sistem var. AKP tarafından fiili olarak bahşedilen bu siyasi ya da entelektüel temsiliyetin Türkiye’de Ermeniler başta olmak üzere aklı başında insanlar nezdinde hiçbir geçerliliği yok.
Geçmiş sorunları ile yüzleşmiş, demokratik bir ülkede, kimsenin “İyi Ermeni” olmak uğruna ne kendi, ne de ailesinin özgeçmişine çizik atması ya da dününü, bugününü inkar ederek, yarınını garanti altına alması gerekmez. Türkiye’de Ermenilerin güvenli bir şekilde yaşayabilmelerinin tek koşulu adalet ve eşitlik. Ortak demokratik bir gelecek içinse Ermenilerin üzerine düşen demokrasi mücadelesine dahil olmaya deva etmek…
(ZAMAN – Alin OZİNİAN – 25.2.2015)