Besim Baysal
(Değerli arkadaşımız Besim Baysal, 15 Eylül 2025’te kaybettiği dedesi, dülger ve taksici Besim Baysal Usta’nın özellikle Viktorya Sokağı’ndan hatıralarını kendi sosyal medya sayfasında kaleme aldı… Dedesinin kaybı nedeniyle acısını paylaşırken, bu değerli yazıyı da iktibas ediyoruz. S.U.)
Dedemi; Dülger ve Taksici Besim Usta'yı dün kaybettik. Acısıyla tatlısıyla yaklaşık 102 yıl yaşadı. Dünyadaki ve ülkemizdeki birçok değişime ve tükenişe birebir tanıklık etti.
EKSOMEDOŞLU YONA USTA…
22 Eylül 2019'da Kaymaklı'daki evinin terasında kısa bir sohbet gerçekleştirmiş ve söylediklerini naçizane kaleme almıştım:
“İlk ustamız Eksemedoşlu şimdiki Düzovalı Yona’ydı adı. Kıbrıslı Rum’du. 4-5 kardeştiler. Bir tanesi bakkaldı Bandabuliya’da. Yona Usta da söylediğim yerde marangozluk yapardı. Bizim Bandabulya’nın arka tarafında. Yanında Hasan Bey vardı kahveci, Kahve öğütürdü oraşta. Bubasını da hatırlarım. Çok zenginlerimiz vardı ancak mal getirmeye para yatırmaya korkardılar. Kıbrıslı Rumlar yatırır parayı mal getirirlerdi mecbur herkes Rumlardan alışveriş ederdi.
Çok zengin var ancak saklarlar paraları gaşalarda alışveriş yapmaya mal getirmeye korkarlar. Alışmadılar.
İlk ustam Yona Usta’ydı. Sonra kapatıp dışarı kaçtıydı biz da mecburen başka iş bakardık. Sindehniya’ya (Sendika) yazıldıydık. Sindehniya, ya sana iş bulacaktı ya da birkaç kuruş para ödeyecekti geçinesin diye.
Her istediğin yerde ya orda ya burda yağma değildi işleyesin. Sindehniya’nın kuralları vardı o kurallarla yapılırdı her şey. İşsiz kaldığın zaman sana yarım maaş olsun öderdi, te iş bulana kadar. Ben o zaman te Strovolo’ya giderdim. İş yoktu ve beni oraya göderdilerdi bir ustanın yanına o da nüsibetin biri çıktıydı para vermezdi, başka sıkıntılar çıkarırdı. Bir eski velespitle oraya kadar giderdim her gün.”
“DELİFER USTA…”
“Sonra Alex Delifer’e gittiydim. 20 sene çalıştım Delifer Usta’nın yanında. Çok güzel günler geçirttik o zamanlar. Ustam insan severdi. Şimdi insan insanı sevmez.
Marangozluk yapardık ama özellikle elektrik olmadığı dönemlerde tahta buzluk yapardık. O zaman buz vardı. Buz fabrikası vardı. Kırdılar döktüler ya... Şimdi galiba Maliya Bakanlığı oldu. O buz fabrikasından kalın buzlar çıkardı. Arabacığla 3 liraya satarlardı. Buzcu Enver vardı. O buz satardı bizim mahallede Ayluga’da otururdu. Yukarı tarafı dolabın üst tarafı buz ve deposuydu. Kurşunu vardı buzu onun üstüne oturdurdun. Deposu da onun yanındaydı. Suyu doldurduğun depodan aşadaki çeşmesini açardın soğuk su akardı. Dolabın altında da yeri vardı ve yemek öteberi koyardın.
Güneşlik perdeler yapardık. Açılıp kapanan şekilde ve dükkanların vitrinlerinin önüne kurardık. Delifer Usta’nın elinden hiçbir şey kaçmazdı. Her ne istenirse yapardı. Çok efendi ve saygılı bir insandı. Ayrıca Katolik Hristiyandı ve bütün Katolik Kilisesi’nin, okullarının, evlerinin işlerini Delifer Usta yapardı. Biz yapardık. Katolikler tiyatro yapardı mesela senede bir gün sahneyi ve diğer işleri biz kurardık.”
“İNSAN GİBİ KONUŞURDU…”
“Çok şeyler öğrendik en önemlisi hem saygıyı hem sevgiyi öğrendik. Başkası gibi, müslümanlar gibi sövsün saysın çırağına, aşağlasın öyle şeyler hiç yaşamadık hiç görmedik. Bize saygı gösterirdi ve yanlışlıkları söylerdi bana. Nedir fena nedir iyi, çok bilgi aldım ben ondan çok. Tecrübe aldım ben ondan. Ermeniymiş da Türkmüş da içinde hiç fenalık yoktu. Öyle bir şey olsa başka türlü konuşurdu. Ama o insan gibi konuşurdu ve saygı sevgi üzerine konuşurdu. Bu dünya da böyle işte; göçtü gitti.
Ustamın oğlu yurt dışında yaşar. Her sene gelir ama bu sene daha gelmedi. Havalar sıcaktır daha. Ustamın kızı Lili geçen hafta aradı telefondan, konuştuk. Büyük kardeşleri Mary vardı, Mary öldü. Mary’nin kocası askerdi üç yıldızlıydı. Duyduğuma göre o zaman ilk harekatta bu dağların içinde kaybetmişler kendini. O da marazından çok rahatsız olmuş.
Yani bir Mary’si, bir Lili’si, bir Jorjet bir da Petraki var oğlu o da Londra’da yaşar. O da eşini genç yaşta kaybetti.”
“HEP BİR EVDE OTURURLARDI…”
“Delifer Usta’nın eşi de Katolikti ancak Rum Katolik’ti. Emma hanım.
Delifer Usta eşini önceden istetmiş ama vermedilerdi. Başkasıyla evlenmek zorunda kalmış. Petraki doğmuş o evlilikten. O adam ansızdan öldü. Delifer Usta oğlunu da kendi oğlu gibi kabul ederek Emma Hanım ile evlendi. Ustamın annesi de, kızkardeşi de erkek kardeşi de hep bir evde otururlardı. Babası Türkiye’de ölmüş galiba askermiş. Annesi sağdı. Kardeşi Gaspar Efendi vardı ve o da sağdı ve bütün kardeşler anneleriyle bir yerde otururlardı. Lüks içinde değillerdi bir odada yaşarlardı. Bir odanın yarısını kestilerdi Delifer Usta ile eşi yatırdı, diğer yarısında çocuklar yatırdı. Öteki odada da kız kardeşi ile annesi kalırdı. Bir de küçücük oda o yanda vardı; kardeşi Gaspar Efendi yatırdı.
Petraki geldiği zaman kızkardeşlerini de alarak gelir buraya. Ben da sağlam olduğum dönemde giderdim göreyim. Velespitle giderdim o tarafa. Her yeri su gibi bilirdim.”
“HERKESİ KAÇIRTTILAR…”
“1963’e kadar çalıştım Victoria Sokağında Delifer Usta’nın yanında. Patırtılar başlayınca herkes kaçtı. Herkesi kaçırttılar. Gidemedik biz da işe. İşler de durduydu patırtıların içinde. Kurşunlar yağmur gibi yağardı. Rahmetlik annem ve babam ustamın dükkanını geçince eski evcikler var onların içinde otururdu. Oraşta bir okul vardı. En eski Terra Santa Okulu. Sıra sıra odaları vardı. O sıra sıra odalara aileleri yerleştirdilerdi. Köylerden kaçanları. Hanay vardı; oralara da yerleştirdilerdi. Türk askeri ile Rum askerinin arasında orta yerde kaldı ve hepsini kaçırttılardı. Kaçırılan yerlere hak tanıdılar. Ev verdiler. İsteyen gitti, aldı, yaptı etti. Pabuçları olmayan insanlar neler yaptı. Bizim gibi işlediler mi? Biz 12 yaşından beri işledik. Hala daha öte güne kadar ben dükkancığımın içinde ufak tefek iş yapardım. Hırsızlık ve yalan olmadan. Mücahitliğe aldılar o zaman 3-4 sene da Boğaz’a gittik. O köylerin içinde kaldık. Sonra geldik bunda kaldık. Napalım oğlum, şükür edelim.”
Rahmetlik Besim Baysal'ın ilk fotoğrafı, takriben 2 yaşında...
*** BASINDAN GÜNCEL…
“Birleşmiş Milletler misali mahalle: İyi Vadiden Hikayeler…”
Rosalina LEVANTİNO/BİANET
Korkutucu kentsel dönüşümün adeta gözünden kaçmış yemyeşil vadinin sakinleri nesillerden beri Barselona’nın kıyısında kendi yağıyla kavrulmaya devam ediyor.
Görselde doğa içinde, kayalık bir alanda toplanmış bir grup insan görülüyor. Ortam rahat, samimi ve yaz mevsimini çağrıştırıyor. Çoğu kişi mayo veya hafif yazlık kıyafetler giymiş. Bazıları kayaların üzerinde oturmuş, ellerinde içecek şişeleri var; diğerleri ayakta dans ediyor veya sohbet ediyor.
UNUTULAN BİR MAHALLE…
Neoliberal kapitalizme bağlı olarak kitle turizmi tüm dünya kentlerinin birbirine benzemesine, ruhlarını yitirmelerine, insan ilişkilerinin soğuyup çıkara dayalı dinamiklere evrilmesine yol açarken, İspanya’nın Barselona şehrinin kıyısındaki Vallbona Mahallesi gibi gözden ırak köşelerde hayat daha canlı, ilişkiler çok daha sıcak, eğlenceler ziyadesiyle “damardan” olabiliyor.
Karşımızda bir tarafı demiryolu, bir tarafı karayolu, bir tarafı da dereyle çevrili, ada misali bir coğrafya var. Vallbona’nın sahibi zamanında araziyi tarım yapılması için küçük çiftçilere tahsis etmeye hazırlanırken memlekette iktidarı diktatör Franco ele geçirmiş ve mevzubahis sosyal proje gerçekleştirilemediği gibi mahalle adeta unutulmuş.
O zaman, bu zamandır Barselona’nın kentsel projeleri dışında kalıp kendine has bir yol çizmiş Vallbona, bugün gittikçe daralmakta olan bir çemberin tehdidi altında olsa da renklerini muhafaza etmeyi sürdürüyor.
Ülkenin fakir Güney’inden Katalonya’ya çalışmaya gelmiş insanların gecekondularıyla başlayan yerleşim süreci günümüzde dünyanın muhtelif köşelerinden insanları dahil etmek suretiyle beynelmilel bir mozaiğe evrilmiş vaziyette. Mahallede neredeyse her renkten insanlar gördüğümüz gibi Arapça, Katalanca, Fransızca, Rusça, İtalyanca, Portekizce, Ukraynaca, İspanyolca gibi dillerle kulaklarımızın pası siliniyor.
“İYİ VADİDEN HİKAYELER…”
“İyi Vadiden Hikâyeler (Historias del Buen Valle/Good valley stories)” adlı belgesel, optimist bir tablo şeklinde kenar mahallelerin “hakiki” tireşimlerini hissettiriyor. 2025 İspanya, Fransa ortak yapımı 122 dakikalık belgesel, yönetmen, senaryo yazarı ve montaj hanelerinde adını gördüğümüz José Luis Guerin’e Donostia San Sebastián Uluslararası Film Festivali’nde üç ayrı ödül kazandırdı.
Mahalle sakinlerinin kentsel tarım faaliyetine bilhassa eğilen filmde Barselona’nın günbegün artan ihtiyaçları yüzünden alanlarının daraldığına şahit oluyoruz; hayat enerjisini asla kaybetmeyen ahalinin tüm dertlerine rağmen eğlenmekten kendini alamadığını da görüyoruz.
NEHİRDE YÜZEN ÇOCUKLAR…
Belgeselin birçok sekansında devlet tarafından girilmesi yasaklanmış Besòs nehriyle tanışıp Vallbona sakinlerinin akarsuyla sıcak ilişkisine hayran kalıyoruz. Nehirde bilhassa çocuklar yüzmekle kalmıyor, yüksekten suya atlıyor, dalıyor, çılgınca şakalaşıyor, suyun geçtiği geniş künkleri kaydıraç haline getirip adrenaline bana mısın demiyor. Üstelik nehirle bu sıcak münasebet sadece çocuklarla sınırlı kalmayıp yetişkinlerin de dahil olduğu bir oyun parkına dönüşüyor. Sıcak yaz günlerinde nehir kenarı bir buluşma noktası, şarkıların söylendiği, dansların edildiği, flörtlerin uluorta yaşandığı, adeta bir panayıra dönüşüyor.
Belgeselde bilhassa flamenko müziğiyle coşulan eğlence sekansları dışında filmin kahramanlarından, mahallenin eskilerini temsilen bir ihtiyar adamın Adios muchachos en başta olmak üzere tangolu günleri nostaljiyle anması kaçınılmaz. Filmin en yaşlıları zaten mahallenin hafızası olarak bize rehberlik ediyor; mıntıkadan geçecek hızlı tren projesiyle alakalı toplantıda ahaliyi oyalamaya meyilli yetkililere sual yöneltecek kadar da “genç”ler.
Barselona’ya göre havası gayet temiz, bostanları ve ağaçlarıyla yeşil, tepeleriyle kırsal kesimi andıran Vallbona yarı-yabani, yani az bozulmuş bir coğrafya. Tabii ki filmin birçok kahramanı artık mıntıkanın çevresinde inşa edilmiş sosyal konutlarda ikamet ediyor, fakat bu, birbirleriyle sıcak teması sürdürmelerine mani olmuyor.
Devlet tabii ki mahallenin sakinlerine ikinci sınıf insan muamelesi yapmayı sürdürüyor, hizmetler aksayabiliyor. Lakin bilhassa nehirle özdeşleşen sefahate düşkün mahalleli bezmiyor, ta ki polisin yasaklı nehrin kenarına yaklaşmakta olduğunu “geliyorlaaaaar” diye duyuran veledin çığlık çığlığa uyarılarına kadar. Hepsinin çil yavrusu gibi dağıldığı sekans filme damgasını vuruyor.
KENAR MAHALLE…
Gayet insani ve dostane bir tavırla çekilmiş belgeselin yaratıcısı José Luis mevzubahis Vallbona mıntıkasının ahalisiyle samimi ilişkiler kurarak belki biraz iyimser, biraz nostaljik ve biraz romantik, lakin gerçekçi bir kenar mahalle profili çiziyor.
Bunu yaparken asla acele etmiyor, yaşlılar olsun, yetişkinler olsun, gençler olsun, çocuklar olsun hepsine uzun uzun vakit ayırıyor; deyim yerindeyse dertlerini de, endişelerini de, hayallerini de, arzularını da sabırla dinliyor.
“Sıradan” insanlar tabii ki kameranın varlığıyla poz verme fırsatını kaçırmıyor, lakin kaybedecek pek bir şeyleri olmadığından kendilerini rahatça teşhir etmekten de kaçınmıyor. Bu daracık mahalle tüm gezegenin mikrokozmik bir yansıması haline geldiği gibi kent merkezlerinde “istenmeyen” kenar mahallelilerin kendi yağıyla kavrulma dinamiğine de bizi hayran bırakıyor. Sonuçta iklim değişiminden, sınıfsal ayrımcılıktan, ırkçılıktan, göçmen düşmanlığından ve kentsel spekülasyondan hepsi muzdarip, fakat farkında oldukları problemlerle mücadele etmeyi de gayet iyi biliyorlar.
Geniş spektrumlu demografik yapıda Ukrayna’dan gelip çocuklarının savaş travmalarını tartışan annelerden balkonuna kocaman Filistin bayrağı asanlara, dünyada olan bitenle nefes almaya devam eden gayet canlı bir organizma Vallbona.
Karşımızda televizyonda sık sık gösterilen çiğ, dolayısıyla pornografik bir fakir mahalle teşhiri de yok, elitist bir yaklaşımla “üstün” ve “ayrıksı” bir sanat eseri yaratma iddiası da. Filmin 65 yaşındaki yaratıcısı José Luis memleketi Barselona’ya bu vesileyle gönül borcunu ödemeye girişmiş; bize de ancak onu ve zarif eserini takdir etmek kalıyor.
(BİANET.ORG – Rosalina LEVANTİNO – 18.10.2025)