Dönemin Ruhu: Aydınlanmaya Karşı Restorasyon ve Yeni Kutsal İttifak (2)

Niyazi Kızılyürek

Bu baş döndürücü gelişmeler karşısında muhafazakar kesim burjuvaya-liberalizmine karşı baş kaldırdı. Modern topluma, Aydınlanmaya ve ulus-devlete bir tepki olarak ortaya çıkan muhafazakarlık, dinin ve geleneksel değerlerin korunmasını amaçlıyordu. Monarşilerin yeniden kurulmasını ve İmparatorlukların devamını destekliyordu.

Muhafazakârlığın temelinde güçlü bir ataerkil yapı özlemi vardı. Muhafazakârlar “baba” figürünün korunmasını, toplumların güçlü liderlerin denetiminde olmasını istiyorlardı. Çünkü, otoriter babalar/liderler “düzeni” sağlarlar ve muhafazakârlar için “düzen” özgürlükten önce gelir. Özgürlük sadece geleneği sürdürmek için talep edilebilir ve bununla sınırlı tutuluyordu.

Napolyon Savaşları’nın ardından Avrupa’nın siyasi haritasını yeniden çizmek ve imparatorluklara dayalı statükoyu korumak ve monarşileri geri getirmek için Avusturya, Rusya ve Prusya'nın girişimiyle toplanan Viyana Kongresi (1814-1815), Kutsal İttifak kurulmasıyla sonuçlandı. Bu ittifak, Avrupa'da Hristiyan değerleri ve mutlak monarşiyi korumak amacıyla oluşturulan bir birlikti. Nitekim, 1815 ile 1830 yılları arasındaki dönem, Fransız İhtilali ve Aydınlanma düşüncesinin etkisiyle oluşan liberal anayasal düzenlere karşı savaş açılan, yurttaş hak ve özgürlüklerinin kısıtlandığı, aristokrasinin yeniden kendi düzenini kurduğu bir dönem oldu. Restorasyon adı verilen bu dönemin kilit ismi Avusturyalı devlet adamı Metternich idi.

Restorasyonun kelime anlamı yeniden kurmak, yeniden düzenlemektir. Sözünü ettiğimiz Restorasyon döneminde de monarşilerin yeniden kurulduğu, hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığı bir dönemdi.  

Bu dönemde Aydınlanmanın evrensel söylemine karşı, Yerli ve Milli kavramına önem veren fikir hareketleri ortaya çıktı. Başta  Alman Romantizmi olmak üzere, evrensel değerlere karşı çıkan bu hareketler, o tarihe kadar liberalizm ve cumhuriyetçilikle iç içe geçen milliyetçilik anlayışından uzaklaştılar. Ulusların kendine has milli kültürleri olduğunu ve bir ulusu ancak o ulusun üyelerinin anlayabileceğini ileriye sürmeye başladılar.

Yurttaşlık anlayışını ortak etnik kökene ve ortak dinsel inançlara bağladılar. Aydınlanma ve Fransız İhtilali evrenselci yaklaşımla yurttaşlığı bir devletin sınırları içinde yaşayan herkesi kapsayacak biçimde tanımlarken, milli kültür anlayışıyla yurttaşlığı etnik köken ve din esasına indirgediler. Aydınlanma ve cumhuriyetçi anlayışa karşı kapsayıcı olmayan, dışlayıcı bir ulus anlayışına yöneldiler.

İşte, içinden geçtiğimiz dönem, o dönemin ruhuna çok benziyor. Aydınlanma ve Fransız İhtilali’nin ortadan kaldırdığı her şey adeta geri geliyor. Aile, Ulus ve Din söylemleri Neo-Konservatiflerin şiarı oldu! Ulus, Yerli ve Milli (NATIVIZM) anlayışıyla tanımlanarak yabancı düşmanlığı, ırkçılık, ayrımcılık körükleniyor oldu.

Oysa, 1989 yılında Almanlar Berlin Duvarının yıkılışını coşkuyla kutladıklarında, Francis Fukuyama, Hegel’den esinlenerek “Tarihin Sonunu” ilan etmişti. Antagonizmin ve tezatların ortadan kalkacağını ve liberal demokrasi ile serbest piyasa modelinin dünyanın her yerine yayılacağını ve kalıcı bir uyum sağlanacağını iddia ederek, ideolojilerin tarihe karıştığını söylüyordu. Bundan böyle bütün dünya aşamalı olarak liberal demokrasiye geçecekti.

Fakat olayların akışı tam ters istikamette oldu. 1999 seçimlerinde Avusturya’da Jörg Haider aşırı sağın ilk başarına imza attı  ve seçimlerde ikinci olup sağ hükümet koalisyonunda yer aldı. Arakası süratle geldi. 2002 yılında Fransa’da aşırı sağcı Jean-Marie Le Pen ikinci tura kaldı ve Jacques Chirac ile yarıştı.

Aşırı sağın trend giderek yükseldi. ABD, Fransa, Britanya, Avusturya, Almanya, Macaristan ve diğer ülkelerde halkın büyük bir bölümü liberalizmin temel ilkeleri olan dinsel ve etnik çoğulculuk, ekonomik ilişkiler ve küresel örgütler yoluyla dünyaya entegre olmak, bireysel ve toplumsal hakların kapsamının genişlemesi, cinsel çeşitliliğe tolerans göstermek ve devletin dinsel ve etnik açıdan tarafsız olması gibi değerlere itiraz etmeye başladı. Saf/pür, otantik, kökleri tarihe ve geleneklere uzanan, içinde yabancının sığmadığı bir ulus anlayışıyla otoriter bir düzen savunmaya başladılar.