DOKUNUŞLARIN GÜCÜ

Neşe Yaşın

Bir anı, bir durumu, bir ilişkiyi güzelleştirmek öylesine kolaydır ki. Güzel bir söz, tatlı bir jest, neşe katacak bir espri, birinin kendisine değer verildiğini hissedeceği bir incelik yeterli. Böylesi insanlara bayılırım. Küçük bir dokunuşla bulundukları yeri başka bir düzeye taşırlar. Bunun tam tersi de var. Küçük bir fitne ile ortamı bulandıranlar. Ben mutsuzum herkes mutsuz olsuncular.

Hayat bazı güzel anlarla değerli. Geriye kalan onlar yalnızca. Başkalarını gözettiğin oranda senin de değer bulma, mutlu olma şansın yüksek. Böylesi bir anılar koleksiyonum var benim. Zaman zaman beliriyor ya da hortluyor başkalarının kattığı güzelliklerle mutluluğa dönüşen ya da canına okunan anlara dair anımsamalar. Bir sözün tınısı ömür boyu eşlik edebiliyor bize. Bir bakış aklımıza kazınıyor. Güzellikler kabulümüz de toksik sözlerle, imalarla nasıl başa çıkacağız? Çevremizdeki insanlar için bir filtre uygulayabiliriz belki ama iletişimde olduğumuz sadece arkadaşlarımız değil ki. Bir biçimde pek çok insanla ilişki kurmak zorundayız. Koleksiyonumda kimler var inanamazsınız. Bir alışveriş merkezinde çantamı makineye koymak için beklerken beni tersleyen kadından, saçma bir sözle beni aşağıya çeken manikürcüye kadar. İlkokuldayken öğretmen tokat attığında, tokattın verdiği acının ne kadar önemsiz olduğunu düşünmüştüm. Önemli olan bana tokat atılmış olması, o anın hatıralara kaydedilmesiydi.

Bazı insanların hayatının travması diye anlattıkları şeyler moralimi bozuyor kimi zaman. Kendi travmalarımla kıyaslayınca ya da bende bunların büyükçe bir koleksiyonunun olduğunu düşününce oluyor bu. Önemli olan ne tür travmaların olduğundan çok onlarla nasıl başa çıktığın belki de. Zaman geçince bazı travmatik anları gülünecek anlatılara dönüştürmek mümkün. Bunun sağaltıcı bir yanı var.

Aslında hayattaki en büyük trajedi bir dokunuşla düzelmesi gayet mümkün olan pek çok şeyin acısını yaymaya devam etmesi. Çok basit bir çözümü olan durumların ürkütücü bir dağ gibi karşımızda durabilmesi.

Aslında keder yayan, hayatları mahveden mikro ya da makro düzeydeki bütün meseleler böyle değil midir? Son derece mümkün, yaratıcı çözüm formülleri dururken bir ülke bir halk mahva sürüklenebiliyor. Küçük bir azınlık dışında herkesin çıkarı barışta iken çılgın bir savaş sürebiliyor ve kuşaklara sirayet edecek bir intikam sarmalı oluşabiliyor.

Kişisel hayatlarımız için de öyle. Basit bir dokunuşun acı veren bir düğümü çözmesi mümkünken zamana yayılıp çığ gibi büyüyen bir mutsuzluğa maruz kalabiliyoruz.

Nasıl bir insan olduğumuz, karşımıza nasıl insanlar çıktığı öyle önemli ki. Tercümesi farklı yapılabilecek her deneyim hayatımızı bir başka boyuta taşıyabilecektir.

Kendimizi ne ölçüde koruyabiliriz? Küçük bir tökezlememizle bizi alt etmeye çalışan, bunun için eşikte bekleyen insanlar varken, ülkelerimizin, dünyanın başına bir anda neler gelebileceğini kestiremezken.

Belki de en doğrusu her şeye hazır olmak. Başımıza gelebilecek her şey için bir direnme gücü taşımak. En büyük zenginliğimiz kendi kişiliğimiz, yaratıcılığımız ve zekâmız aslında. Yalnızlığı başarabilen ve başkalarına yardım eli uzatabilen insanlar dünyanın en güçlüleri.

Gözümüzü korkutan bazı durumların öylesine basit çözümleri var ki.

Ne yazık ki çocukluktan bugüne taşıdığımız yaralar, kronikleşmiş travmalar önümüzü kesiyor. İçimizdeki bazı düğümleri çözmedikçe iflah olmuyoruz. Oysa bir konuşabilsek, bir anlatabilsek, her türlü insan deneyiminin aktarılabilir ve hoş görülebilir olduğunu bilsek rahatlayacağız.

Acıların bile bir hiyerarşisi var.  Bazı acıların romantik bir tınısı bile olabiliyor. Bazı acılar ise derin utançlara tercüme ediliyor yalnızca.

Ziyan edilmiş yıllara yazık değil mi? Sadece küçük bir dokunuşumuz bir başkası için muazzam bir iyiliktir kimi zaman. Başkaları için bir şeyler yapmış olmanın mutluluğu ise başka hiçbir mutluluk ile kıyaslanamaz bana kalırsa.