Dohni’den iki yakın arkadaş: Akile ve Effie… Ve ardından gelen trajedi…(8)

Sevgül Uludağ

Dohni’den bir Kıbrıslıtürk ve bir Kıbrıslırum ailenin geçmişten gelen yakın dostluğu, yıllara meydan okudu… 

 

Selda Hoca Özdeğirmenci,  babası Ertem Bekir’i 1974’te EOKA-B’cilerin Dohni katliamında kaybettiğinde henüz sekizbuçuk aylık bir bebekti…

Bir yıl sonra ikiz kardeşlerinden Bekir’i, bir sonraki yıl da yani 1976’da sevgili annesi Akile’yi kaybedecekti… Ona ve ikiz kardeşlerinden Şevket’e, teyzeleri Rahme hanım sahip çıkacak ve kendisi de bir “kayıp” yakını, dört çocuk annesi bir kadın olarak, kızkardeşi Akile’nin evlatçıkları, ikibuçuk yaşındaki Selda ve dört-beş yaşlarındaki Şevket’i kendi evladı gibi büyütmeye girişecekti…

Selda Hoca Özdeğirmenci’yle ailesinin yaşamış olduğu bu korkunç trajediye ilişkin röportajımızın devamı şöyle:

SORU: Şimdi neler düşünürsünüz? Ne hissedersiniz? Dönüp geriye baktığınızda, annenizi, babanızı kardeşçiğinizi düşündüğünüzde, hayatınızı düşündüğünüzde… Nasıl baş edebildiniz?
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Çok zor bir hayat oldu… Nasıl baş edebildik? İşte… Gün oldu ağladık, gün oldu güldük… Gün oldu paylaştık, gün oldu içimize attık. Bekarken daha farklı… Evlendikten, kendi yuvanı kurduktan sonra daha farklı… Çok çok daha farklı çünkü artık sen bir aile oldun ve neler kaybettiğini, neler kaçırdığını görün… Çünkü teyzemin evinde de bir baba profili yoktu. Ama şimdi ben eşime baktığımda, gerçekten çocuklarına çok çok düşkündür eşim, Allah iyiliğini versin, bana da aynı şekilde çok düşkündür ve neler kaybettiğimizi düşününce çok üzülürüm. Çocuklarımla birlikte yaşarım bunları. Ve kendi kendime acırım. Olur mu insan kendi kendine acısın? Acırım… Yani ben de bunları yaşabilirdim.
Hep Allahıma dua ederim, bana iyilik versin, sağlık versin, çocuklarımın başında olayım.
Benim yaşadıklarımı, onlar yaşamasın.

SORU: Kaç yaşındadır çocuklarınız?
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Büyük oğlum 20 yaşında oluyor, küçüğüm de 2005 doğumludur, 14 yaşındadır. Salih Ertem büyüğün adıdır, Bekir de küçüğün adıdır.

SORU: Kardeşçiğinizin adını koydunuz…
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Evet… Zaten ilk oğlumu 8 buçuk aylığa kadar kız bilirdik, annemin adını koymayı çok isterdim. Çünkü babamın ismini bütün amcalarım, halalarım koydu, 6-7 tane Ertem var… Ondan sonra öğrenince kız değil, erkektir… Ama hep derdim eşime “Sen babanın adını koy, Salih koy… Ben da ikinci kız olursa, annemin adını koyacam…”
Tabii bu arada sekiz buçuk aylıkta öğrendik ki erkektir! Eşim iki isim olarak yazdırdı, “Salih Ertem” olarak… Bekirimize de yine abimin, kardeşimin adını verdik.
Sağolsun kardeşim de hem annemin, hem babamın adını koydu… Gelinimiz bu konuda çok anlayışlıdır gerçekten, yani her insan bunu kabul etmez.

SORU: Hem Ertem var, hem Akile var…
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Sağolsun yani… O da, bu konuda çok duyarlı davrandı. İkisini de koydu, kabul etti eşi, herkes kabul etmeyebilirdi bunu…

SORU: Kardeşiniz nasıl biridir?
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Kardeşim çok iyi bir insandır. Çocuklarına çok düşkündür o da… Evine çok düşkündür.

SORU: O da Taşkent’te kalır?
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Üstümde kalır, altlı üstlü kalırız…

SORU: Ayrılmadınız, çok güzel…
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ
: Ayrılmadık…

SORU: Çok güzel…
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Çok iyi bir insandır… Çok verici bir insandır…

SORU: Bilinçli miydi o ayrılmama?
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Bilinçliydi… Çünkü bizim oturduğumuz ev, Rum eviydi. Direk üstüydü… Bize hep denen işte ev abimindir, kardeşimindir…
Biz nişan olduk, eşim Lefkoşa’dan bir apartman dairesi buldu, gidip konuştu, anlaştı ki alalım, artık yavaş yavaş borçlanıp ödeyelim…
Abim çağırdı bizi bir gün, dedi ki “Gelin benim evin altını yapın, hem o kadar uzun süre bankalara borçlanmazsınız, hem de ayrılmayık” dedi. İyi ki de ayrılmadık, iyi ki de birlikteyiz kendisiyle… Yani çok da tartışırız, o ayrı bir konu… Çok atıştığımız da olur ama benim için, ailemden kalan tek kişi… Canım, ciğerim… Tırnağının kenarı kararsa, benim içim cız eder, o da aynı şekilde benim için çok düşkündür. İyi ki birlikte kalmışız, iyi ki aynı yerdeyiz. Onun da dediğim gibi bir kızı, bir oğlu var. Oğlanlar, bir yaş arayla yakındır yaşları, küçükler yaşıttır. Çocuklar da gayet güzel anlaşır, iyi diyalogları var.

SORU: Her şeye rağmen o aile ortamını yarattınız…
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Yarattık… Ama gene de o boşluk hiç dolmaz Sevgül hanım… Hiç dolmaz…

SORU: Onun için dedik ya “İncisini kaybeden istiridyeler…”
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Aynen yani… Çok farklı bir duygudur. Gün olur mahrumsun, mahzunsun, gün olur deliliğe vurun, gün olur gerçekten o tarafta hayat var mı, gerçekten gittiğinde onlara kavuşacak mın, insanlar ölümden korkarken, benim kafamda hep o soru işaretleri var, acaba gerçekten gidince buluşacak mıyık… Birlikte olabilecek miyiz… Gerçekten hayat var mı… Yani çok zor bir süreç… Ve her zaman kambur gibi üzerinizde kalır yani, yapışır. Gittiğiniz bir yerde “işte o öksüzcüklerdir, Selda’ynan Şevket…” Yahu seni yerle bir eder…
Onu zaten unutman ama yüzüne şamar gibi vurulur bazı şeyler…
Ben 46 yaşındayım, abim 49 yaşında olacak – böyle devam ediyoruz hayatımıza…

SORU: Dohni’ye gittin mi hiç?
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Tabii… Ara ara giderim de.

SORU: Eviniz durur mu?
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Evimizi göçmenevi olarak Paşaköylü (Aşşalı) başka bir köylü aile oturuyor evimizde… Ama ben içeri girmek istemedim. Giderim, öyle bir köyde dolaşırım, çıkarım çünkü bana pek bir şey de ifade etmiyor çünkü anılarım yok. Artı baktığımda da güzel anılar da kalmamış orada bizim için.

SORU: Ben, hiç gitmemeye çalışırım mesela Dohni’ye… Yani mecbur olursam giderim. Mesela orada gidip da herhangi bir yemek yeyebilir insan ama ben Dohni’ye yemeğe gidemem mesela çünkü aklıma gelir neler olduğu… Onun için kaçınırım Dohni’ye gitmekten…
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Her sene düşünün çocukları Trodos’a götürürüm, karlara, babaları getirir kendilerini… Ama Dohni’ye üç defa ya dört defa ancak gitmişimdir. Dediğim gibi bana bir şey ifade etmiyor, gitmek da beni mutlu etmiyor açıkçası ama gittim, çocuklarıma gösterdim. “Atalarınızın toprakları, yaşadığı yer bunlardır, görün, bilin…” Ama yani böyle çok çekermiş beni da her hafta gideyim, her onbeşte gideyim gibi bir olay yok. Baktığınızda Lurucina beni daha çok çeker. Baba toprağıdır diye o köye girdim mi ben çok, çok mutlu olurum… Çok duygusallaşırım, çok severim o köyü… Sanki böyle bastığı yerlerdir diye düşünürüm. Köyünü çok severdi o da…

SORU: Ne zaman gittiydi İngiltere’ye?
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Babam çok küçük yaşta gittiydi İngiltere’ye… Annesiyle babası ayrıldıydı, baştan evlendiydiler, bilmiyorum herhalde oradaki belli problemlerden dolayı mıdır nedir, başka yeğenleri de gidecekti, o da gitti. Uzun yıllar orada kaldı. 1970’te döndü çünkü annemle 1970’te nişan oldular. Annem de babamla çok mutluydu…

SORU: Nasıl tanıştıydılar?
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Ortak bir tanıdığımızın aracılığıyla olmuş diye anlatır teyzem. Kısmetti, oldu, evlendiler. Annem, güzel hayat yaşadı babamla. Gerçekten güzel hayat yaşadı çünkü babam İngiltere’den geldi…

SORU: Dört sene…
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Dört sene ama teyzem hep anlatır, “Saçını berbersiz dışarı çıkarmazdı” der… Ağrotur üslerinde çalışırdı babam, işte böyle çocukları bırakırlardı teyzeme, Trodoslara gidip kalırlardı otelde, babam daha dışa dönük, faaldi… Arabamız da vardı… Mavi bir araçmış bizim aracımız, resmi var… Ve köylüler almış o aracı diye biliriz. Ama teyzem hep anlatır, “Resimleri çocukların, hep baban çektiydi çünkü onun fotoğraf makinesi de vardı” der… Yani annem yaşadığı sürece babamla, mutlu bir hayatı oldu.

SORU: Rahme teyzeniz kaç yaşındadır şimdi?
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
1943 doğumludur, 76 yaşındadır…

SORU: O ne hissettiydi, eşinden geride kalanlar bulununca?
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Çok bozuldu… Teyzem zaten duygularını pek açmaz bize. Hep güçlü durur. Anlan kendini, mahzunlaşır, üzülür… Bir de eniştemi çok severek evlendi… Teyzem, zamanında enişteme kaçtıydı, düşünün! İkisi da Dohnili’ydi ve hala bugün, her Sevgililer Günü’nde, bir buket kırmızı gülü gidip Şehitlik’te mezarına koyar, öyle bir sevgisi var hala… Eniştemden bahsederken, hala gözlerinin içi güler… O kadar büyük bir sevgisi var enişteme karşı. Çok farklıdır teyzem, çok güçlü durdu. Bu tarafla ilgili hiç rüya görmez. Bütün gördüğü rüyalar, 74 öncesi orada kardeşleriyle, eşiyle, annesi-babasıyla, hep o rüyaları görür, hiç bu tarafıyla ilgili hiçbir zaman rüya görmez teyzem.

SORU: Demek ki aslında ruhu Dohni’de kaldı… Gelmedi buraya…
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Baktığınızda, yaşadıkları çok ağır bir travmaydı…
Bu kadar herkes birbiriyle kardeş gibiyken, bu raddeye gelinmesi, hiç hoş olmadı bana göre… Ve iki toplumda da bu acıyı çeken kimler oldu? Sivil halk oldu, kadınlar oldu… Çocuklar oldu… Yani bana kimse demesin, oyudu, buyudu, ben politik yönüne girmeyeceğim. Bu konuda konuşmak istemem ama ben her zaman onu derim, acıları yaşayan bilir. Bu acıları çekenler bilir, dıştan konuşmak, oyudu, buyudu, orada martavaldır yaptıkları. Başka hiçbir şey değildir.
Bir baktığımda ben, yeğenlerim, köydeki insanlar, biz birbirimizin yüzüne baktığımızda, gözlerinin içine baktığımızda, konuşmamıza gerek yoktur. O acıyı hisseden çünkü sen de yaşadın. Ayrıca, karşı toplum için de aynı şey. Yani o insanlarda da acı çeken çok insan oldu. Onlardan da gerçekten hak etmeyen çoluk-çocuk… Ha, bu bizimkilerine yaptıklarını haklı çıkarmıyor. Kesinlikle ben buna katılmıyorum. Ama bizimkilere yapılan, sen köyden toplaycan, kampa götürüyorum diye ve bu şekilde katledecen… Bu, insanlığa sığmaz. İki toplum için de söylüyorum bunu.
Kimsenin, kimsenin canını almaya, kimsenin, kimsenin canını yakmaya hakkı yoktur. Yani bir şey yaparken, sadece o insana zarar vermiyorsun, çevresindekilere de zarar veriyorsun. Onun canını alın ama arkadakiler, onların canını da almış kadar canı yanar.
Ben buna inanırım ve inşallah bu toplum bir kez daha bu acıları yaşamaz. Hep ona dua ederim, inşallah çocuklarımız bizim yaşadıklarımızı yaşamaz.
Bir anlaşma da olacaksa, yapılacaksa bile gerçekten, düzgün bir anlaşma, iki toplumun kaldırabileceği bir anlaşmanın olması lazım.
Bazı yaraların sarılması lazım… Geriye dönülmemesi için, bazı şeyleri örtbas etmekle hiçbir yere varılamaz. Belli şeyler açığa çıkacak, gerek bizden, gerek onlardan yapanlar, cezalarını çekmesi lazım ki temiz bir sayfayla başlansın.
O oydu, bu buydu deyip de örtbas edip yeni bir sayfa açılamaz bu toplumlarda. İki toplumda da… Ben buna inanırım. Kimisi benim bu düşüncelerime çok karşı gelir, doğru bulmaz. Ama benim için doğru olan bunlardır. Kendimce doğrularım bunlardır. Buna inanırım ve inşallah, olacaksa bile, düzgün bir anlaşma olsun. Yattığımızda çocuklarımızın acaba onların başına bir şey gelir mi diye düşünmeyelim.
Gene anneler, gene çocuklar ağlamasın.
Huzur olsun, mutluluk olsun…
Bir gelecek olsun… Çocuklarımız için de bir gelecek olsun yapılacak olan anlaşmalarda. Yani yapılacak olan anlaşma sadece üç-beş kişiyi zengin edecek, üç-beş kişiye memleketi peşkeş çekilecek bir anlaşma olmasın ki inşallah öyle olur.
Ve ben sivil halktan, bu acıları çeken insanlardan, hükümetlerin – ben kendi hükümetim için de söylüyorum, onların hükümeti için de söylüyorum, bir özürü sivil halk olarak hak ediyoruz diye düşünüyorum.
Çünkü ben bizim yaşamış olduğumuz katliamdan bahsedeyim, katliamı kimlerin yaptığı, isim isim biliniyor.
Ve bazıları şu anda hayattadır.
Peki bunlar niye cezalarını çekmiyor? En azından biz, vicdanen biraz rahatlarız. En azından “Hak ettiğini buldu, cezasını çekti” diyebilmemiz lazım. Yani bunları yapabilmek o kadar zor olmamalı.
Yani bizde farklı bir olay ama onlar Avrupa Birliği’ne girmişse…

SORU: Ama karşılıklı yapılması lazım bunun…
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
İki toplumdan da acı çeken bu insanları, sadece Avrupa Birliği’nden biri geldiğinde alıp da karşılarına çıkarıp “Hade anlat” demek için bu insanların kapısının çalınmaması lazım… Bu insanlara bir yardım, psikolojik destek yapılması lazım. Ama bunlar hiç yapılmadı. Biz hak etmiyor muyuz bunları? Hak ederdik diye düşünürüm.

SORU: Kıbrıslırum toplumunda da bu psikolojik destek yapılmadı “kayıp” yakınlarına maalesef senelerce… Sadece tırnak içinde söylüyorum, bazı politikacılar, sırf kendi yerlerini sağlama alsınlar diye bu insanları kullanmaya çalıştılar…
SELDA HOCA ÖZDEĞİRMENCİ:
Evet, aynı şey Sevgül hanım…
Annemle arkadaşının hayatlarının belki ileriki yıllarda, belki bunun için daha çok zaman geçmesi gerekir, bu derelerden çok su akması gerekir ama, gün olur belki bir resimde gene aynı şekilde annemle Effie’nin benzeri bir şeyi görür ve “Aaaa! Bunları tekrar görebildik mi?” diyebiliriz belki… İnşallah olur, ama bu şartlarda maalesef bu biraz zor görünür.

 


OKURLARIMA NOT:
Yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağımdan birkaç günlüğüne yazılarıma ara veriyorum... Haftaya bu sayfalarda yeniden buluşacağız...